YAZARLAR

Bizi idare edenler kötü insanlardır

Bizi idare edenler nasıl insanlardır, neler yaparlar? Biri sorarsa şöyle diyebiliriz: Savaşsız yönetemedikleri ülkeyi üzerinde insan yaşayamayacak hale getirmek için uğraşan, bilemiyoruz, belki “hepsi geberse de rahatımıza baksak” diye arzu eden, belki zulmedilecek kimse kalmazsa oracıkta kendiliğinden can vereceklerinden bizim varlığımıza katlanan, kalpsiz, merhametsiz, adaletsiz, öngörüsüz, “vatan” başta, dillerinden düşürmedikleri ne varsa hiçbirine inanmayan, hiçbirini sevmeyen, kötü insanlardır.

Öncelikle, yapılan darbedir. Üstelik 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana yapılan kaçıncı darbedir, çetele çıkarmak lazım; yapmayacağım. Olabildiğince kısa ve öz ifade etmeliyim diyeceğimi. Zira artık vaziyetin laf dolambacı kaldırır hali yok. Derindeki gizli niyetler, planlar, her şey çıplak, ortada, göz önünde.

1. Türkiye’de devlet içinde her dönemde etkili olan eğilim, doğan bütün toplumsal muhalefet girişimlerini öncelikle kriminalize etmek, suçlaştırmak, mümkünse bir an önce silahlandırmaktır. Silahlı iç düşman, devletin örgütlenme mantığında yer alan, eksikse her şeyin eksik kaldığı, yapısal, aslî unsurdur. Olmazsa olmaz.

2. Kürt meselesi, milleti hakime ve onun yanında yer alan kesimlerin ikinci yapısal meselesi. İlki, mesele çıkaracak çapta gayrimüslim varlığı kalmadığından, listedeki kategorik konumunu korumakla birlikte, güncel politikalar açısından önemsiz. Yine de, “o cenahta” azıcık kıpırdanma olduğunda derhal kelle uçurulur. Kâh sesi en çok Ermeni’yi sokak ortasında vurup öldürerek kâh askerdeki Ermeni gencini 24 Nisan günü katlederek.

Toplumsal düzeyde Kürt meselesi, ırkçılık, ayrıcalık, alta alıp ezecek birilerini bulma, bu olmazsa tatmin bulamama meselesi, yani hem bireysel hem sosyal psikolojiye dair bir mevzu. Devlet düzeyinde ise iki bakımdan hayatî.

3. Bunlardan ilki, Kürtlerin Türklerle eşit ya da en azından kendilerine ait, belli çerçevede özerk bir statü elde etmeleri “tehlikesi”. Devlete egemen eğilim, Kürtler Kürt kimliğini geliştirirse ülkenin bölüneceğinden, aşırı riskli bulunduğu için yatırım yapılmayan, okuryazarlık, düşünür taşınırlık yayılmasın diye geliştirilmeyen bölgelerin ülkeden kopacağından emindir ve bundan duyduğu korku başlı başına “kırmızı kitap”vârî kılavuzdur. Eşitlik ihtimalinin yarattığı patolojik haleti ruhiye, toplumun kendini ayrıcalıklı ve devletin esas sahibi sayan kesimiyle devleti birbirine yapıştıran tutkaldır.

4. İkinci olarak, devlete egemen eğilim, Türk toplumunun demokrasi, özgürlük, insan hakları ve haysiyetine yönelik olarak çıktığı her arayışta, yolu Kürtlerin hak arayışıyla kesiştiği zaman ciddîye alınır adım attığının farkındadır. 5 Haziran 2015 seçimleri onların bu konudaki en küçük tereddütlerini de giderdi, memleketin batısının demokrasi-özgürlük-haysiyet arayışıyla Kürtlerin eşitlik-adalet arayışının bir araya gelmesi, devlete egemen kesimin bekâsı -evet, kavramın yakıştığı yer tam da burasıdır- için aslî tehdit ilan edildi. Son yerel seçimlerde, “millî iradeye saygı” müsameresi artık her yerinden döküldüğü için münasip roller de yapılamadı ve şaşkınlıkla gaflet içinde debelenildi; Öte yandan, olayımız İstanbul’da cereyan ettiği için, devlete egemen kesim doğan tehdidi Suruç veya Ankara tarzı bir katliamla ortadan kaldırma yoluna gidemedi. Seçim iptali de ayağa dolandı, yerleşik nizam zaaf içerisinde gözüktü.

Buna karşı yapılabilecek tek şey, her zamanki bildik faaliyetti: Kürtlerle memleketin batısındaki muhalefetin arasını açmak. Bu, ülkemizde tek yolla yapılıyor: PKK ile savaşı yoğunlaştırarak. Buna girişildi. Hele Suriye boyutu da işin içine girince savaşa muhalefet cephesinden de destek gelecekti ki, tadından yenmeyecekti.

Fakat görüldü ki, bu defa yemeyen çok. “Bunlar terörist!” der demez herkes başka tarafa kaçışmıyor şu anda. Suyu çıktı her şeyin. Suriye politikasının da cılkı çıktı. Oralarda ne arandığını göz kamaştıracak, kulak sağır edecek hamasetle izah etmek bile imkânsız artık.

Böylece döndük yine, Kürtleri düşmanlaştırma, ayırma, karşıya koyma, koydurma, onlarla yan yana gelmeyi suç saymanın baştan varsayılması vs. politikalarına.

5. Bu politikaların iki ayrı alanda iki sonucu var, umulan. İlki, yukarıda değindiğim üzre, memlekette gerçek demokratik dönüşümü sağlama potansiyeli taşıyan muhalefeti yapısal olarak parçalamak; Kürtlerle başka her türlü unsuru ayrı düşürmek. İkinci sonuçsa, özel olarak Kürt hareketine yönelik: Demokratik-çoğulcu bir platformda, demokratik mücadelenin araçları ve yöntemleriyle hak aramanın imkânsız olduğuna Kürtleri inandırmaya çalışıyorlar.

6. İşte tam bu noktada bazen göze aşırı basit gözüken, bu yüzden inandırıcılığına dair şüpheler doğuran ilk maddeye dönüyoruz. Devlet içinde birileri, her dönemde, Kürt meselesinin bir silahlı, kanlı şiddet ortamının konusu, sebebi, şemsiyesi olmasını istediler, istiyorlar. Kürt sorununda azıcık barışçıl bir ortam doğar gibi olduğunda memlekette genel bir demokrasi ve özgürlük arzusunun nasıl filizlendiğini herkes yaşadı, biliyor.

7. Ve birileri bundan fena halde korkuyor. Sırf böyle gelişmeler yaşanmasın diye feda edilmeyen şey kalmadı. Son olarak, koskoca demokrasi hazinesinden Türk sağının değer verdiği tek kalem olan “millî irade” de adım adım -ama kocaman adımlarla- feda edildi. 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının fiilen, rejimin bütün unsurlarının iştirakiyle iptali, Türkiye’de parlamenter demokrasinin sonunu getirecek süreci başlattı. Savaşa doğru her yeni adım hayatımızdan, onurumuzdan bir şeyler götürdü.

8. Diyarbakır, Mardin ve Van belediyelerinin, halkın seçtiği başkanların elinden alınıp kayyımlara devredilmesi elbette darbedir. Sivil darbe falan da değil. Devletin bütün kurumlarının fail ve sorumlu olduğu darbedir. Bu yöntemle topluma söylenen şudur: Bu yollardan hak arayamaz, temsilcinizi seçemez, yerel yönetiminizde inisiyatif kullanamazsınız. Kürtleri sivil hayat kurma inisiyatif ve imkânlarından yoksun kılmayı hedefliyorlar. Bu tutumun, hak arayan insanları doğrudan doğruya, güya bitirilmesi istenen silahlı, kanlı ortama göndermeye çalışmaktan farkı var mıdır? Hattâ amacın bu olmadığı söylenebilir mi? Söylenemez. Birilerinin amacı hep buydu, böyle kaldı, şimdi de budur.

9. Oysa, ayrı ayrı devletler amaçlanmıyor da, “demokratik ulus” projesi hedef olarak benimseniyorsa silahlı mücadele yolundan nereye gidildiğini sorma gereği çoktandır ortada. Bu soru cevapsızdır. Cevapsızlığını vurgulamanın vakti de çoktan gelmişti. Fakat sanki görünmeyen el, piyasayı, ekonomiyi idare etmeyi bırakmış, bizim buralarda savaş işlerine bakmakta: Birileri silahın varlığı kutsansın, onun vazgeçilmezliği, mecburîliği kuşaklar boyu oralardan çıkmayacak şekilde akıllara, ruhlara kazınsın istiyor. Bu bir topluma yapılabilecek en büyük ikinci kötülük. İlki, o toplumun içinde yaşadığı doğayı tahrip etmektir ki, onu da alimallah muazzam başarıyla yapıyoruz.

* * *

Bizi idare edenler nasıl insanlardır, neler yaparlar? Biri sorarsa şöyle diyebiliriz: Savaşsız yönetemedikleri ülkeyi üzerinde insan yaşayamayacak hale getirmek için uğraşan, bilemiyoruz, belki “hepsi geberse de rahatımıza baksak” diye arzu eden, belki zulmedilecek kimse kalmazsa oracıkta kendiliğinden can vereceklerinden bizim varlığımıza katlanan, kalpsiz, merhametsiz, adaletsiz, öngörüsüz, “vatan” başta, dillerinden düşürmedikleri ne varsa hiçbirine inanmayan, hiçbirini sevmeyen, kötü insanlardır.