YAZARLAR

Ne Kürtlerin dediği oldu ne Türkiye’nin

Net olan bir sonuç varsa o da Afrin’de olduğu gibi eli kulağında bir müdahale seçeneğinin bertaraf edilmiş olmasıdır. Bunun dışında teyide muhtaç, iddia düzeyinde bazı bilgiler kulağımıza çalındı: Güvenli bölgenin bütün sınır hattında olmasına yönelik bir uzlaşma yok.

Evet, ateş topu direkten döndü! Türkiye temmuz başından itibaren bütün ağırlığını koymuş diretiyordu. İşi “NATO müttefikliği mi YPG mi” noktasına getirmişti. ABD ile ortak bir yol bulunamazsa Türkiye’nin tek başına güvenli bölgeyi kuracağı en tepeden defalarca dillendirildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Türkiye’nin kaygılarını anlayan adam” olarak gördüğü Başkan Donald Trump’ın Aralık'taki gibi “Biz çekiliyoruz, Suriye senindir” tarzında sürpriz yapma ihtimaline oynasa da ABD Savunma Bakanı Mark Esper son dakikada tek taraflı bir müdahaleyi önleyeceklerini belirterek dengeyi başka bir noktaya taşıdı. Tabii ‘saha faktörü’ Kürtlerin tutumu da hesap dışı tutulacak gibi değildi; Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin geçen ay bize verdiği röportajında söylediği “herhangi bir noktadan müdahale olursa 600 kilometrelik sınırın tamamının cephe hattına dönüşeceği” yönündeydi.

Anlaşma olmadan tek taraflı bir müdahalenin hem ABD hem de Kürtler açısından oluşturacağı tablo, Amerikan tarafını, Türkiye’yi kaybetmeden orta yolu bulma konusunda daha ciddi bir çabaya itti. Nedir bu tablo?

Kürtler olası müdahaleyi özerklik projesinin tamamen çökertilmesi olarak gördükleri için tüm güçlerini ABD ile ortak operasyonların sürdüğü güney cephelerinden kuzeye çekmek durumunda kalacaktır. Bu boşluğu ya Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) dolduracaktır ya da Suriye ordusu. Birinci seçenek ABD’nin “IŞİD’i yendik” efsanesinin sonu, ikincisi Fırat’ın doğusunda kurguladığı oyunun iflası olur. Suriye bir süreden beri İran’ın milis güçleriyle, Rusya’nın stratejik unsurlarıyla verdiği destekle Deyr el Zor’ın güney yakasında pozisyon alıyor. Dengeler değiştiği an 2017’de Menbic’de olduğu gibi Suriye ordusunun intikali uzun sürmez. ABD’nin, Fırat’ın doğusunu hem Suriye’nin geleceğini şekillendirmede hem bölgesel hedeflerinde güçlü bir kart olarak gördüğü sır değil. Bunu eski Dışişleri Bakanı Rex Tillerson çok çarpıcı bir şekilde dile getirmişti. Kuzey Suriye’deki unsurlarla Türkiye’nin savaşa tutuştuğu bir seçenekte ABD’nin bütün stratejik denklemi dağılabilir. Bu da Suriye defterini kapatıp gitmesini gerektirir. Bunu isteselerdi yılın başında “Çekiliyoruz” dedikleri zaman yaparlardı.

***

Ankara’daki masa trajik restleşmelerin gölgesinde kuruldu. İmralı’da Abdullah Öcalan’la avukatlarının görüştürülmesi de bir tarafta Türkiye, diğer tarafta ABD ve beri tarafta İmralı/Kandil-Rojava’nın olduğu bir müzakere masasında al-ver durumunun oluştuğu anlaşılıyor.

Neticede herkes bayramdan sonra savaşı beklerken Ankara’da Amerikalı askeri yetkililerle iki gün süren görüşme maratonunun ardından üç maddelik bir mutabakat açıklandı.

Dün Amerikan ve Türk tarafının eş zamanlı duyurduğu ortak metne göre;

- İlk aşamada Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek tedbirler bir an önce uygulanacak.

- Güvenli bölge tesisinin ABD ile birlikte koordine ve yönetimi için Türkiye’de müşterek harekât merkezi en kısa zamanda kurulacak.

- Müteakiben bölgenin barış koridoru olması ve Suriyelilerin dönmeleri için her türlü ilave tedbir alınacak.

***

Bu üç madde dışında başka hiçbir detay paylaşılmadı. Amiyane tabirle ilk bakışta “meseleyi komisyona havale eden” bir durum ortaya çıktı. Ama tam olarak bu da değil. Biraz Menbic senaryosunun Fırat’ın doğusunda da tekrar edileceği fakat bu kez işin epey ciddiyet kazanacağı bir fasıl sanki. Malum Türkiye “Menbic’deki oyalamanın Fırat’ın doğusunda tekrarlanmasına izin vermeyeceğiz” uyarısını defaatle dillendirmişti.

Burada Türkiye’nin peşinen masaya koyduğu Fırat’ın doğusunda sınır boyunca 30-40 km derinliğinde bir bölge talebini karşılayan bir içerik yok. Net olan bir sonuç varsa o da Afrin’de olduğu gibi eli kulağında bir müdahale seçeneğinin bertaraf edilmiş olmasıdır.

Bunun dışında teyide muhtaç, iddia düzeyinde bazı bilgiler kulağımıza çalındı: Güvenli bölgenin bütün sınır hattında olmasına yönelik bir uzlaşma yok. Belli yerlerde 5 km, belli yerlerde 15 km derinliğinde bir nevi cepler oluşturulabilir. Ama bu bölgelerin nereler olacağına dair detay verilmiyor. Ya da detaylar sonraki müzakerelere bırakıldı, bunu bilmiyoruz. Kimse net konuşmak istemiyor. Belli ki muğlaklık herkese manevra alanı bırakıyor. Bunun dışında oluşturulacak güvenli bölgelerden (tabii oluşturulabilirse) YPG çekilecek. Güvenli bölge şehir merkezlerini kapsamayacak. Şehirlerin kontrolü yerel askeri meclislere bırakılacak. YPG ağır silahlarını da çekecek. Tekraren söylüyorum; bu bilgiler kesin olmadığı gibi tarafların kendi pozisyonlarına göre yorumlayabileceği muğlaklıkta.

***

Eğer ki doğruysa sonuç Türkiye’nin de Kürtlerin de pozisyonlarından birer adım geri attıkları anlamına geliyor. Geçen ay Suriye’deyken Mazlum Kobani’nin bize verdiği bilgilere göre, Kürtler Türkiye’ye şunu önermişti:

“Güvenli bölge 5 kilometre olabilir. YPG 5 km’lik alandan çekilebilir. Bu alana yerel askeri meclisler yerleşir. YPG 5 kilometre içindeki ağır silahlarını çekebilir. Menzili 20 km olanlar da sınırdan 20 km uzağa indirilir. Bu alanda Türkiye hariç uluslararası güçler yer alabilir. Türkiye’nin uluslararası güce katılması ancak şu şartla mümkün olabilir: Afrin’den çıkartılan insanlar geri döner; Afrin’e yerleştirilen siviller ve milis güçler çıkartılır; el konulan mal ve mülkler iade edilir. Eğer bu konuda gelişme olursa Türk askeri de devriyelere katılabilir. Türkiye’nin istediği şekilde milis güçleri gelemez. Ancak bu bölgeden ayrılmış siviller dönebilir.”

Bu önerinin kapsamı dikkate alındığında (aksi bir bilgi çıkmazsa) Türk askeri varlığı ile ilgili Afrin şartının düştüğü anlaşılıyor. 5 kilometrelik derinliğin belli yerlerde 15 kilometreye inmesinin kabul edildiği görülüyor. Bu da önemli bir taviz. (Malum 5 km önerisi biraz da Türkiye ile Suriye arasında 1998’de imzalanmış Adana Mutabakatı’na dayanıyor.) Sığınmacıların dönüşü Kürtlerin de ABD aracılığıyla MİT temsilcilerine sunduğu alternatif planın içinde var. Tabii bu konuda Kürtler bölgeden gitmiş insanların geri dönebileceğinden bahsederken Erdoğan’ın niyeti küreyebildiği kadar çok insanı bölgeye küremek ve demografik yapıyı Kürtler aleyhine bozmak. Ayrıca Türkiye, Barzani çizgisindeki Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ne de bir misyon biçmek istiyor. Onlarla da 27 Temmuz’da İstanbul’daydı. Bu konunun mutabakata nasıl yansıdığı şimdilik meçhul.

***

Bu mutabakat eğer bu minvalde ise mekanizmaların kurulmasına ve uygulanabilirliğine de bakılması gerekiyor. Ardından sahadaki etkilerine.

“Hele bir iki cep açalım sonrasında makası büyütürüz” anlayışının yedek planlar olarak kenarda tutulduğunu iktidarın sayısız icraatından biliyoruz. Türkiye’nin 15 kilometre derinliğe indiği yerler Kürt siyasi ve askeri aktörler açısından hareket serbestliğinin kısılması ve özerk bölgenin coğrafi bütünlüğünün bozulması anlamına geliyor. Bu ceplere giren Türk istihbarat unsurları da ‘bozucu’ ve ‘tahrip edici’ operasyonları daha da artırabilir. Madalyonun öteki yüzüne dönülürse, orada da, Kürtlerin kazanımlarına yönelik ‘mutlak çökertme’ senaryosundan başka senaryo tanımayan radikal müdahaleci tarafların korkularına denk düşen bir şey var: “Eğer bu müdahale sınırlı kalırsa Kürtlerin liderliğinde şekillenen fiili özerklik bir bakıma kanıksanmış hatta tanınmış olur.”

O kadar iyimserliğe yer var mı bilmiyorum. Kendi içinde Kürtlerle barışı tesis etmediği sürece Türkiye’nin sınırların altındaki savaşı öyle ya da böyle canlı tutacağı aşikâr.

Genel çerçeveye bakıldığında, mutabakat, S-400 dahil bir dizi konuda gerilim yaşayan ABD ve Türkiye açısından zaman kazanmaya dönük bir zemin sunuyor. Taraflar bu zeminde Menbic’deki gibi daha çok patinaj yapar. Türkiye iddiayı çok yükseklere çıkardı ama ABD’ye rağmen operasyona kalkışmanın görünür-görünmez maliyetlerini göze alamayacağını Kürtlerin önerisi üzerinden bir pazarlığı kabul ederek gösterdi. ABD de ne Kürtlerden ne Kürtler üzerinden Suriye stratejisinden ne de NATO müttefikinden vazgeçmek niyetinde olmadığını gösterdi. O yüzden krizi öteleyen bir ara formül ya da kurulacak mekanizma iki müttefik güç için itibarlı bir manevra sayılabilir. Fakat bu durum ‘yok edici’ bir müdahaleyi ötelemiş olsalar da Kürtleri ‘kaybederek var olma’ denkleminden çıkarmıyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.