YAZARLAR

Bir ürüne para ödemiyorsanız, ürün sizsiniz demektir!

“The Great Hack”, David Carroll adlı bir eğitmenin, Trump’ın seçildiği ABD seçimlerinde kişisel verilerini depolayan Cambridge Analytica adlı şirketten bu bilgileri talep etmeye karar vermesiyle açılıyor. Belgesel ilerledikçe, şirketin yalnızca ABD seçimlerinde değil, “Brexit”te de benzer bir manipülasyon yaptığına tanıklık ediyoruz.

Ben Mezrich’in kitabından Aaron Sorkin’in senaryolaştırdığı ve usta yönetmen David Fincher’ın yönettiği “Sosyal Ağ” (The Social Network, 2010) filmi, kendisi de yalnızlıktan ve dışlanmışlıktan mustarip zeki bir gencin, ‘Facebook’ adını verdiği bir sosyal ağ sayesinde nasıl da soğukkanlı bir iş insanına dönüştüğünü anlatıyordu. Filmin final sahnesi bu bakımdan çarpıcıdır. Mark Zuckerberg’in kendisini projelerini çalmakla ve dolandırmakla itham eden eski yol arkadaşlarıyla uzlaştığı ve milyon dolarlık tazminatlar ödemeyi kabul ettiği toplantının ardından odadaki görevli kadınlardan birisi yanına yaklaşarak şöyle der: “Sen pislik değilsin Mark. Sadece olmaya çalışıyorsun.”

Aradan geçen on yılda, özellikle de kişisel verileri şirketlere, seçim kampanyalarına satarak milyar dolarlar elde eden ‘Facebook’un kurucusunun ‘pislik’leri birer birer ortaya çıkmaya başladı. Bu hafta vizyonun zayıflığından istifade edelim ve Netflix’te kısa süre önce gösterilmeye başlanan “The Great Hack” belgeseli ve kişisel verilerin hangi amaçlar için kullanıldığının çarpıcı, kan dondurucu hikayesini takip edelim.

“The Great Hack”, David Carroll adlı bir eğitmenin, Trump’ın seçildiği ABD seçimlerinde kişisel verilerini depolayan Cambridge Analytica adlı şirketten bu bilgileri talep etmeye karar vermesiyle açılıyor. Belgesel ilerledikçe, söz konusu şirketin yalnızca ABD seçimlerinde değil, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkış kararıyla sonuçlanan “Brexit”te de benzer bir manipülasyon yaptığına tanıklık ediyoruz. Ancak, görünen yüzey kazındıkça söz konusu şirketin böylesine büyük operasyonlar yapabilmek için birçok ülkede benzer deneyler yaptığını ve deneyim kazandığını anlıyoruz. Sistem şöyle işliyor: Seçimin sonucunu etkileyecek bir topluluk belirleniyor. ABD’de örneğin kararsızlar. Üstelik tüm ülkede de değil, rekabetin kafa kafaya olduğu belirli eyaletlerle. Bu kişilerin sosyal medya hesaplarındaki bütün veriler, sosyal medya şirketlerinden alınıyor, eğilimleri, korkuları, beklentileri hesaplanıyor ve seçilen küme görsel bombardımana tutuluyor. İşin ilginç tarafı, örneğin Facebook’ta herkes kendi kişisel endişelerine dair videolar ve içerikler görüyor. Yani her birey için ayrı bir çalışma yapılıyor.

İzlemeyenler için daha fazla bilgi vermeye gerek yok. Meselenin bir ucu The Guardian yazarı Carole Cadwalladr’ın sorduğu soru: “Artık, adil ve özgür seçimler yapabilmek mümkün mü?” Diğeri ise David Carroll’un peşine düştüğü şey: “Benim hakkımda hangi kişisel verileri ellerinde bulunduruyorlar.” Sosyal medya üzerinden kişisel verilerin derlendiği, bunların şirketlere satıldığı ve tüketim alışkanlıklarımıza göre bize reklamlar gönderildiği çoğumuzun bildiği ve kabullendiği bir gerçek. Bu kabullenmenin tehlikeleri bir yana “The Great Hack” artık sadece bize satın alma alışkanlıklarının değil, politik beklenti ve yönelimlerin de biçimlendirilebildiğini göstermesi. Trinidad ve Tabago seçimlerinde siyah genç seçmeni boykot kampanyasına eklemeyi başardıkları gibi.

2013’te Oscar’a belgesel dalında aday oldukları “Meydan” filmiyle uluslararası başarı yakalayan Jehane Noujaim- Karim Amer ikilisinin imza yarattığı “The Great Hack”, başta Facebook olmak üzere sosyal medya şirketlerinin insanları birbirine bağlama misyonunun bittiğini ve ciddi bir tehdit haline geldiklerini anlatıyor. “Bir ürün için para ödemiyorsan ürün sensindir” sözünün nasıl vücut bulduğunu görmek sarsıcı bir deneyime dönüşüyor.

Fecebook’un kuruluş sürecini anlatan ve “Sosyal Ağ” filmine de kaynaklık eden “Kazara Milyoner” kitabının yazarı Ben Mezrich kitabının bir yerinde “Facebook artık bir öğrenci evinin yatakhanesinde yaratılmış bir site olmaktan öte bir kimlik kazanmıştı, yepyeni bir varlık olmuş ve artık ‘Yeni Ahit’ dönemine girilmişti” diye yazmıştı. ‘21'inci yüzyıl peygamberi’ de elinde asasıyla çıkıp gelmeyecekti kuşkusuz. Milyarlarca insanın ibadet gibi ziyaret ettiği bu yeni dinin yaratıcısı Mark Zuckerberg de yaz kış çıkarmadığı terlikleri, kapüşonlu sweatshirt’ü ve koltuğunun altında laptop’uyla indi yeryüzüne!

Aradan on beş yıl geçtikten sonra ve kişisel verileri milyon dolarlar karşılığında bu tür tehlikeli operasyonlar için satmakla suçlandığında, üzerine pek de oturmayan takım elbisesinin içinde senato komisyonuna yalanlar söyleyebilen bir kapitalist artık o. Müritlerine sonsuz mutluluk ve özgürlük vaat edip güvenini kazandıktan sonra onları hem fiziksel hem de ekonomik olarak suiistimal eden bir ahir zaman ‘guru’su aynı zamanda!