YAZARLAR

Seçim okuma kılavuzu

Reform paketleri, dev kalkınma hamleleri, sorunlara mucize reçeteler, birer yıllık ertelemelerle önce referandumu sonra Cumhurbaşkanlığı seçimini, şimdi de yerel seçimden sonrayı beklemek zorunda. Verilecek dersler bile sonraya bırakılmalı. Muhalefet aktörlerinin de etkili bir alternatif söz kurmak için hep ileriye doğru itilen bir ajandaları, önce aşmaları gereken bir barajları var. Her seçim öncesinde başlayan bu biçimlendirme, doğal olarak seçim sonuçlarını okurken de devrede.

Kırk sekiz saat geçmeden merak edilen bazı soruların cevapları sandıklardan gelecek. Bir yandan da, cevap bekleme sırasına girecek yeni sorular yine aynı sandıklardan çıkacak. İktidarın yürüttüğü kampanyayla bir referanduma dönüştürülmüş olsa da, seçmende yerel seçim alışkanlığı ve algısı hala yüksek. Seçimle ilgili yaygın merak da, büyükşehir sonuçlarına odaklanmış durumda. Kazanan-kaybeden resmini en anlaşılır biçimde göstereceği için, herkesin ilk bakacağı büyükşehir belediye başkanlıklarındaki sonuçlar olacak. İktidar İstanbul’u kaybetti mi? Mansur Yavaş Ankara’yı aldı mı? Önemli şehirlerde durum ne? Sürpriz bir el değiştirme görüldü mü? ‘Bizim orda’ kim kazandı? İktidar tarafında rahat bir soluk alınıp alınmayacağını, muhalefet tarafında bir sevinç havası oluşup oluşmayacağını ilk etapta bu sonuçlar gösterecek. Sonra, karmaşık ve kuralsız ittifak düzeni nedeniyle sağlıklı ölçülmesi neredeyse imkansız hale gelen genel destek seviyelerine bakılacak. Kampanyanın başında Bahçeli tarafından çizilen yüzde 52 çıtası ve son dönemindeki “zaman ders zamanı değil” “bizi zafiyete düşürmeyin” sözleri nedeniyle Cumhur İttifakı’nın aldığı toplam oy dikkatle takip edilecek. Ekonomik kriz iktidar oylarını geriletti mi? Bütün yakarmalara rağmen seçmen ders vermekte ısrar etti mi? Beka davası ne kadar tuttu? Konsolidasyon sağlam mı, çözüldü mü? Yüzde 51 kime geçti? Elbette, geri alınacak kayyım belediyelerindeki oylar ve değişen oranlar da, bir grup seçmen için belki diğer rakamlardan bile önemli olacak.

Bazı belediyeleri iktidarın kaybetmesi, önemli merkezlerde muhalefet adaylarının kazanması, iktidar ve muhalefet oylarındaki dengenin küçük farklarla da olsa değiştiğinin görünmesi, her şeyi değiştirecek siyasi tablo üretir mi? Bu sorunun cevabı, sadece sayısal sonuçlara bakarak verilemeyecek kadar karmaşık. Alınacak sonuçlara nasıl muamele yapıldığı, nasıl kullanılacağı çok daha fazla belirleyici olacak. Oranı ne olursa olsun iktidarın geriletilebildiğinin, yenilebilir olduğunun, beş yıldır yavaş ama düzenli biçimde düşen oy kaybının hızındaki değişimin görülmesi elbette önemli olacak. Bunun orta ve uzun vadede siyasi sonuçlar yaratması, bazı süreçleri etkilemesi kuvvetle muhtemel, hatta kaçınılmaz. Fakat, 29 Mart 2009 ve 7 Haziran 2015 seçimleri düşünüldüğünde, iktidarın seçimleri etkilemekteki yetersizliğini seçimde uğradığı kayıpları önemsizleştirerek telafi edebildiği de hatırlanacaktır. Söz konusu iki seçimde de, iktidar -31 Mart’ta 2019 için en iyimser muhalefet beklentilerinin, en abartılı anketlerin bile beklemediği kadar- büyük oy kayıplarına uğramıştı. AKP 2007 ile 2009 arasında toplamda yüzde 8’in üzerinde oy gerilemesi; 2011 ile 2015 arasında ise yüzde 9 seviyesinde bir kayıp yaşadı. Bu erime, bir alternatif öne çıkmadığı için etkili bir siyasi sonuç üretmediği gibi, iktidar tarafından da sonuçtan ders çıkartmak şöyle dursun hayli agresif biçimde yenilgiyi yok sayma tavrıyla karşılandı. Her iki bozgunun ardından, kuvvetli ittifaklar -ve onun uzantısı verimli düşmanlar- bulunarak veya yenilenerek kayıpları telafi etti.

İktidarın kampanyasının son düzlüğüne hakim olan dile baktığımızda, neredeyse bütün sorunlarla ilgili “çözümler” gibi, hesap sormaların da seçim sonrasına bırakıldığını, bunun ısrarla altının çizildiğini görüyoruz. Hesap sorulacaklar listesi, “GBT”leri biriktirilen adaylar, yabancı yatırımcılar, yerli otomobil işini ağırdan alanlar, eski yol arkadaşları, daha önce her adım için rehberliğine başvurulan anketçiler, bütün muhalefet partileri genel başkanları, Anzak torunları şeklinde uzayıp gidiyor. Olası bir yenilgi veya yeterince tatmin edici bulunmayan bir sonuç için faturaların şimdiden hazırlandığı veya öyle bilinmesinin istendiği anlaşılıyor. Beş yıldır ana teması değişerek bazen “hendeklere gömmek”, bazen “güçlü Türkiye”, bazen de “beka davası” olan ama tamamen karşısındaki, yanındaki herkesi tehdit etme ve şantaj üzerine kurulu olan seçim stratejisi, bu sefer sınırları çok zorladı. Bir taraftan en yüksek perdeden meydan okunurken, “ne olur bize ders vermeyin” ezikliği de, “verdiğimiz mesajları ne olur dikkate alın” noktasına kadar geri çekildi. Başta ekonomik kriz tablosu olmak üzere, gelmekte olan sert konjonktürün baskısının seçime kadar itilebilmiş olması da seçim sonrası için enerji rezervini tüketmiş durumda. Ancak en belirleyici faktör, yeni bir ittifak tazelemesi için alternatif kalmamış olması ve kurulan ittifakın da çok erken yorularak kendi içinde oy ve enerji tüketen bir pratiğe dönüşmesi. İktidar seçmeninin siyasi bir hattan uzaklaşıp lidere bağlı kimlik kalabalıklarına dönüşmesi veya bu talebin aşikar hale gelmesi. Dolayısıyla, alışılagelmiş kampanyasını en yüksek dozda tekrarlayan iktidarın, seçim sonuçlarını karşılamak için de hazır ezberleri kullanması çok kolay olmayacak.

Muhalefet cephesinde de, bazı merkezleri iktidarın elinden alma üzerine kurulmuş başarı ölçüsü ve belediye kazanmaktan ibaret motivasyon önemli riskler taşıyor. Kendisini ve destekleyen seçmeni böyle bir sonuca hazırlayan muhalefetin, bu resmi -tatmin edici biçimde- gösterememesi durumunda karşılamak zorunda kalacağı bir yenilgi -en azından eksiklik- hissi olacak. Önemli bir oy artışı sağlanmış, iktidar da ciddi bir gerileme yaşamış olsa da, sadece İstanbul’un alınamamış olmasının bile ciddi tatminsizlik yaratması olası. Bir başka mesele de, iktidar seçmenini ürkütmemek için kullanılan “iktidar değişikliği yok” söyleminin, seçim sonuçlarını farklı biçimlerde okumanın önünü tıkaması. Hayli başarılı taktik hamlelerle yürünen kısa menzile fazla odaklanmış bakış, yeni bir “adam kazandı” durumunu engelleyecek okumaları pek yedeklemiyor. Bunun bir başka cephesi, yerel seçim için karşı blokla temas ve ilişki barajında açılan gediklerin, belediyeyi kazanmak dışında nasıl kullanılacağının belirsiz olması. Aslında, bu belirsizlik belediyelerin kazanıldığı durumlar için de geçerli. Mesela, çok başarılı olduğunu teslim etmek gereken İmamoğlu’nun (ve destek veren muhalefetin) İstanbul’u almış veya çok ciddi bir oya rağmen ucu ucuna kaybetmiş olduğunda devam cümlesi nedir? Seçim sonuçlarının nasıl okunacağını belirlemeyi iktidara bırakan -veya ondan alamayan- muhalefet, kendi kazandığını da iktidarın kaybettiğini de yeterince kullanamayabilir. 7 Haziran 2015 sonuçlarının, AKP-MHP koalisyonunu zorlamak yerine engellemek için kullanılmaya kalkılması gibi.

Blok/kimlik siyasetinin, kutuplaştırmanın ve siyasetsizleşmenin estirdiği sert rüzgarlarla, artık sandıkta “seçmenin verdiği mesaj” değil, Bekir Ağırdır’ın “kimlik sayımı” dediği sayısal veriler okunuyor. Belki de liderlerinin verdiği görevleri kalabalıkların ne kadar yerine getirdiği ölçülüyor. Siyasi aktörler de, yorumcular da, hatta seçmenler de aksini söyleseler de böyle bir mercekten bakıyor. İster demokrasi ve faşizmin geriletilmesi görevi olsun, ister beka davasının savunulması olsun, hep yerine getirilmesi istenen bir görev var. Talepler, rahatsızlıklar, beklentiler, sıkıntılar hep bu görevin sonrasındaki bir zamanın konusu. Reform paketleri, dev kalkınma hamleleri, sorunlara mucize reçeteler, birer yıllık ertelemelerle önce referandumu sonra Cumhurbaşkanlığı seçimini, şimdi de yerel seçimden sonrayı beklemek zorunda. Verilecek dersler bile sonraya bırakılmalı. Muhalefet aktörlerinin de etkili bir alternatif söz kurmak için hep ileriye doğru itilen bir ajandaları, önce aşmaları gereken bir barajları var. Her seçim öncesinde başlayan bu biçimlendirme, doğal olarak seçim sonuçlarını okurken de devrede. Bu yüzden bazen çok stratejik sayılan bir oy verme davranışının aslında son derece pragmatik, çok irrasyonel gibi duran bir tutumun fazlasıyla stratejik, aşırı fırsatçı görünen bir pozisyonun çok siyasi olduğu gözden kaçabiliyor. Hep kullanılan klişenin aksine “büyük resim” resmin önemli detaylarını gizliyor. Bu yüzden 31 Mart gecesi, her ne görünüyor olursa olsun, ilk gördüğünüzle yetinmeyin.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).