YAZARLAR

Bir otogarın portresi

Murat Baykara’nın ‘Bir Otogarın Özel Hayatı’ çalışması, Esenler’in eksi kodlarındaki hayatı anlatıyor. İşin garibi gördüğüm fotoğraflar bana üst katlardaki hayattan çok da farklı gelmedi. Aynı kötü koşullar, mekanlar, özensizlik ve bakımsızlık… Otobüs dünyasının çalışanları da müşterileri de nedense buna mecbur…

Topkapı’da surların dibindeki durakta otobüsten ya da dolmuştan iner, Fatih’in kente girdiği Zonaro tablosundaki o tarihi kapıdan çıkıp, otogara varırdınız. Kapı, etrafındaki sayısız seyyar satıcı, kış çamuru, büfe dumanları arasında hiç de o ünlü resimdeki gibi görkemli görünmezdi. Hele o kapıdan çıktığınızda sizi karşılayan otogar bölgesi, kendine has keşmekeşiyle ilk ayak basanı ürkütecek bir yerdi. İrili ufaklı, derme çatma, barakadan hallice sayısız yapının yan yana uzandığı, tamamı Anadolu kentlerinin adlarını taşıyan firma tabelalarıyla kaplı bu yapıların önünde ve arkasında kendinden menkul bir düzen içinde yanaşıp kalkan otobüslerden, otomobillerden ve toplumun bütün kesimlerini simgeleyen bir kalabalıktan oluşan bir garip yerdi burası. Anadolu ve Rumeli otogarları olarak ikiye ayrılmaktan başka pek bir düzeni olmayan, temel alışverişin seyyar satıcılar vesilesiyle gerçekleştiği, yeme içme işinin neredeyse tamamen büfelere emanet olduğu bir dünyaydı Topkapı Otogarı. Neredeyse kendiliğinden oluşmuş, hiçbir denetim ve kontrole tabi değilmiş gibi duran bu yaşam alanı, Türkiye’nin çok farklı kentlerinin, bölgelerinin kesişim noktası ve dolayısıyla ortak kültürümüzün tatsız bir dışavurumu gibiydi.

Sonra, bir gün, 1994 yılında, otogar yeni binasına taşındı. Türkiye’nin ve Avrupa’nın en büyük otogar binası Bayrampaşa-Esenler’de yapıldı. O barakalardan, yerin altına kat kat inen, otobüslerin özel peronlara düzenlice yanaştığı, metro bağlantısı, büyük restoranları, yeme içme ve alışveriş alanları olan, yolcuların arabalarını park edebildikleri çok geniş avlusu ile hakikaten tüm ihtiyaca karşılık verebilecek bir büyük tesisti açılan. Küçük, farklı mimarisiyle dikkat çeken bir camisi bile vardı yeni Esenler Otogarı’nın. Bu görkemli ve yepyeni binanın, Topkapı’daki otogarın bir benzerine dönüşmesi ise çok uzun sürmedi. Ofislerinde mutlak bir karmaşanın hüküm sürdüğü, lokanta ve büfelerinde kentin en kalitesiz yiyecek içeceğinin sunulduğu, tuvaletleri dağ başındaki mola yerlerinden bile bakımsız ve kötü vaziyette olan, merdivenleri, koridorları yılların kirine pasına teslim olmuş, otobüslerin park edip bakımının yapıldığı eksi kodları ancak bir korku filmine dekor olabilecek tekinsizlikte ve korkunç söylentilerin, haberlerin mekanı olmuş bir devasa yapı orası. Çünkü Topkapı’daki derme çatma alandan, bu tasarlanmış yapıya geçildiğinde orayı kullananlar ve yaşam biçimleri değişmedi. Mekan insanı dönüştüremeyeceği için insanlar mekanı dönüştürdü. Hayır, bu mekanı kullanan yolcuları kastetmiyorum. Türkiye’de artık bazı devlet daireleri bile şaşırtıcı bir bakımlılık içindeyken, ülkenin en büyük ulaşım ağının kalbi olan otogarın bu hali, ancak orayı işletenlerin tarzıyla izah edilebilir.

Son yirmi beş senede teknoloji ve otobüsler çok değişti. Mesafeler biraz daha kısaldı, klima, internet, top kek geldi… Mola yerleri şıklaştı, rahat, temiz-pak oldu, ama otobüs yolculuğunun temel perişanlığı aynı kaldı. Yolculuk, çoğu kez güvensiz, sunulan hizmetlerin standardı belirsiz, dolayısıyla tedirgin ve maceralı olmaya devam etti. Bir marka olarak adını duyuran firmalarla diğerleri arasında hiçbir zaman anlamlı bir fark oluşmadı. Bölgesel firmalar daha büyük ve ulusal markalara yerini bırakırken nedense biz yolcular için çok bir şey değişmedi. Türkiye’nin 1980’lerdeki en büyük ve ünlü firmalarından biri, geçtiğimiz günlerde iflasını ilan etti. 2000’lerden itibaren büyüyüp neredeyse her yere seferler koyan devasa bir başka firma ise sahibinin karıştığı suçlar ve hapisliklerle adını sık sık duyurdu. Otobüs dünyamız kendi kültürünü, hizmet ve çalışma anlayışını garip biçimde korudu ve fazla değiştirmeden günümüze kadar getirdi. Belki 2000’li yıllardan itibaren uçağın ucuzlayıp yaygınlaşması otobüsleri daha acımasız bir rekabete sürüklediği için, belki başka sebeplerden… ama neticede ülkede başka alanlarda yaşanan gelişmeyi, otobüslerde göremedik. Esenler Otogarı Türkiye’nin yoksulluğuna, popüler kültürünün ve gündelik hayatının en fena hallerine dair bir mekan olarak kaldı.

Bana Esenler Otogarı’nı yazdıran, Gazete Duvar’da haberini gördüğüm Murat Baykara’nın belgesel çalışması Bir Otogarın Özel Hayatı oldu. Baykara, kamerasını Esenler Otogarı’nın eksi kodlarına doğrultmuş. Burada şöförlerin, muavinlerin, otobüsleri temizleyen tamir eden, çalışanlara hizmet verenlerin gün ışığından uzak kendine has dünyasını kaydetmiş. Buradaki insanların, otobüs sektörünün çalışanlarının hayatını belgeleyen çok güzel fotoğraflar çekmiş. Bu fotoğraflara baktığınızda, işini zorlukla yapan, kıt kanaat hayatta kalmaya çalışan, derme çatma yerlerde yatıp kalkıp, temizlenip, yemek yiyip sonra da sefere çıkan otobüs çalışanlarını görebilirsiniz. Ve anlarsınız ki ‘üstü de bir, altı da bir’miş otogarımızın.

Firmaların, firma sahiplerinin, onları denetlemekle yükümlü bakanlıkların, yerel yönetimlerin ortaklaşa yarattıkları bir keşmekeş. Hepimizin zamanında muhakkak içinden geçtiği ve ne olursa olsun bir gün yine başvuracağı, Türkiye’de ulaşımın vazgeçilmez mekanı için söyleyecek başka bir şey yok.