YAZARLAR

Siyasetin sonu

Teselli kabilinden yapılacak sosyal güvencelerde düzeltmelerin yeterli olamayacağı belli. Macron özelinde, bir muhalif milletvekilinin deyişiyle, meclis çoğunluğunun “hazırolda” cumhurbaşkanının gözüne bakıyor oluşu, sorunun parlamenter yolla aşılmasını zorlaştırıyor. Tarihin sonundan söz ederken, bildiğimiz anlamda siyasetin sonuna gelmiş olabilir miyiz?

Söze “Sarı Yelek, Kırmızı Fular*…” diye girip, sarı-kırmızıyı görünce, devamını “gönüllerde şampiyonsun şanlı Galatasaray” diye getiresim geldi, ama yok. Aslında getirebilirdim de zira çünkü Erdoğan’ın Türkiye’sinde Macron’un Fransa’sını yazmak ne rahat! Hani bir dönem Trump ABD’ye başkan seçilince burada ah-vah etmeye benziyor. Yine de biz gözümüzü, kulağımızı açık tutmak adına, Sarı Yelekler küresel siyasette yeni bir dönemeci mi gösteriyor, tartışmayı sürdürelim.

Malum Fransa’da (yarı) başkanlık rejimi var. Yürütmenin başı Cumhurbaşkanı Macron, Sarı Yelekler hareketi başlayalı beri perde gerisindeydi. Kendi yerine, sigorta kabilinden, başbakanı Philippe’i öne sürmüştü. Nihayet, pazartesi akşamı TSİ 22.00’de sahne aldı. Toplam 12 dakikalık ulusa seslenişinde pek de somut bir şey demedi.

Macron’un konuşmasında benim altını çizebileceğim iki husus var: Birincisi, asgari ücrete ayda yüz avro zam ve aylığı 2 bin avro altında kalan emeklilerin sosyal güvenlik katkı vergisinin (“CSG”) 2019’da artırılmaması. İkincisi, tüm ülke genelinde başlayacak bir siyasal diyalog, muhtarlarla buluşma gibi, belediye başkanlarıyla görüşmeler. Bunların yanına şu IFOP kamuoyu yoklaması rakamını koyalım: Fransızların sadece yüzde 11’i Macron’un kendilerini dinleyip anladığını belirtiyor. O denli düşük bir rakam ki selefi Hollande’ın (bile!) üçte biri düzeyinde.

Dün çözüm olarak yoktan var olan Macron, bugün halkın tepkisinin odağı. Halk Macron’dan kelle istemiyor, Macron’un kellesini istiyor. Gazeteci Daniel Schneidermann, Macron’un konuşma metnini elde ettiğini ironik bir dille iddia ederek, onun ağzından, onun adına kaleme aldığı alternatif metninde “meclisi lağvedip, Sarı Yelekler’in katılabileceği biçimde erken seçimlere gidileceğini ve yeni meclisin gerekirse ‘kurucu’ da olabileceğini” söylüyordu. Mevcut hükümetin işgüderlikle yetineceğini ancak asgari ücrete yüzde 20 zam yapacağını da belirtiyordu.

Schneidermann’ınki Macron’a göre çok daha sade, çok daha anlaşılır bir dille yazılmış ve bana göre çok daha “siyasi” bir “sözde” konuşma. Macron’a yöneltilen bir diğer temel eleştiri de zaten özetle bu: “Az konuş, öz konuş, somut vaatlerle gel.” Artık pedagoji, sinir bozucu olmaya başlamış vaziyette. Pedagoji yahut empati yapmak, idare-i maslahat ile eşanlamlı hale geldi. Yatıştırma siyasetinden, tedaviye, çözüme yönelmesi bekleniyordu Macron’un. Konuşmasının ise bu beklentiyi karşıladığını söyleyebilmek güç.

Geçen cumartesi Fransa genelinde 125 bin kişi sokağa çıktı. Bir önceki cumartesi ise 136 bin kişi sokaktaydı. Göstericilerden 118, kolluk gücünden 17 yaralı var. Çoğu Paris’te olmak üzere bine yakın kişi gözaltına** alındı. Temel talep, “rejim değişikliği” değil. Tepki, toplumdan kopuk bir liderin yukarıdan aşağı temel mali ve sosyal reformlar yapabileceği yanılsamasına yönelik. Mevcut hareketin Mayıs 68’den farkı da burada: Çeyrek yüzyıllık bir kalkınmanın ardından gelen bir coşku patlaması ve herkes için özgürlük değil belki kırk yıllık bir durağanlığın üzerine gelen bir depresyonun dışa vurumu Sarı Yelekler.

Bu anlamda, tepkinin CEO’laşmış, muhasebecileşmiş siyasi liderlere olduğu söylenebilir. Maliye Bakanlığı’nda saymanlıktan, Rotschild Yatırım Bankası’na geçen Macron da bu konuda, özür dilemese de, özeleştiride bulundu konuşmasında. CEO demişken, Macron’un önerilerinde büyük Fransız şirketlerin CEO’larına Fransa’da vergi verme zorunluluğu da var. Eşanlı cereyan eden ama bizde pek işlenmeyen bir diğer hikayeyi de anımsayalım: Renault-Nissan Yürütme Kurulu Başkanı ve CEO’su (“PDG”) Carlos Ghosn***, Tokyo’da tam da gelirini eksik beyan ve şirket kaynaklarını kendi kullanmak suçlamalarıyla 19 Kasım’dan bu yana hapishanede gözaltında**** tutuluyor.

Fransa’da temel sorun en zenginlerle en fakirlerin hatta en fakirlerin ötesinde orta sınıfın arasındaki uçurumun derinleşmesi, alım gücünün sürekli azalması. Macron’un, belki Brexit’i fırsata çevirip, Paris’i Londra’nın yerine finans ve uluslararası şirketler merkezi olarak ikame etmeyi de düşünerek, Servet Vergisi’ni (“ISF”) kaldırması bu kanıyı güçlendirdi. Konuşmasında da bundan geri adım atmayacağını, geçen kırk yılda ISF’nin bir yararının görülmediğini vurguluyor. Burada da gelecek kaygısı, umutsuzluk, “prekarite” kavramı devreye giriyor.

Macron da, bir anlamda Erdoğan gibi, “geleceğe kaçıyor.” Beş yıllık görev süresinde uyguladığı mali ve sosyal politikalarının olumlu etkilerinin görülüp, bu zor günlerin atlatılacağını varsayıyor. Benzerlik burada bitiyor, çünkü biz, örnekse saygın ekonomist Atilla Yeşilada’nın pek çok yazısında dikkat çektiği gibi, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra tamtakır kasalarla yola devam edeceğiz. Hukukun üstünlüğü konusuna ise deneyimlediğimiz “anti-hukuk” ortamında hiç girmiyorum.

Macron, konuşmasının henüz girişinde kamu düzeni vurgusu yapıyor. Göstericilerin arasına karışan gerçek çapulcu tayfadan herkes rahatsız. Buna karşılık benim Fransız devlet medyasından dinlediğim bir Sarı Yelekli orta yaşlı kadın, “eğer çapulcular olmasaydı, polisin bizi dağıtması yirmi dakika sürmezdi” diyordu. Aynı kaynaklardan gördüğüm pankartlardan birinde ise “barikat sokağı tıkar ama yolu açar” yazıyordu. Yine Sarı Yeleklerin tuttuğu bir otoyol gişesinden geçen ekip aracındaki üç polis memurunun üçünün de kendilerine uzatılan dilekçeye imza attıklarını, “afallayarak” diyeyim, izledim.

Tüm bu olup biten, Batı’da dahi temsilde derin bir sıkıntı yaşandığını, daha katılımcı, daha doğrudan bir demokrasi talebinin yükseldiğini gösteriyor. Teselli kabilinden yapılacak sosyal güvencelerde düzeltmelerin yeterli olamayacağı belli. Macron özelinde, bir muhalif milletvekilinin deyişiyle, meclis çoğunluğunun “hazırolda” cumhurbaşkanının gözüne bakıyor oluşu, sorunun parlamenter yolla aşılmasını zorlaştırıyor. Tarihin sonundan söz ederken, bildiğimiz anlamda siyasetin sonuna gelmiş olabilir miyiz? Yoksa sonuna geldiğimiz, görkemli yönetim tarzının, afra-tafranın sonu mu?

Bu soruların yanıtını bulmamız fazla uzun süreceğe benzemiyor. Orada, Arap Baharı anıştırmasıyla, artık her cumartesi yaşanacak sokak eylemlerinin, yeni olağan oluşturup oluşturmayacağı konuşuluyor. Buradaysa, orada başlayanın, buraya esin kaynağı olup olamayacağı. Irak’tayken “varsayımlar, bütün çuvallamaların anasıdır” diye bir deyim olduğunu öğrenmiştim ABD ordusunda. Amadenize de maalesef öyle geliyor. Zira, en tepedekilerle en alttakiler arasındaki uçurum açıladursun, orayla bizim bura arasındaki uzaklık da giderek artan ivmeyle büyüyor.

*"Kırmızı Fularlar", yine sosyal medya üzerinden örgütlenen ve sayıları henüz 20 bini aşan, Sarı Yelekler karşıtı bir hareket.

**Fransa’da gözaltı süresi 24 saat, en fazla 96 saate uzatılabiliyor.

***Ghosn’un, Fransa, Lübnan ve Brezilya vatandaşlıkları var.

****Japonya’da gözaltı süresi üç artı 20 gün. Ghosn’un tutukluğunun ve mahkemesinin yıllarca süreceği yaygın kanı.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.