YAZARLAR

Beş yılın ardından neden Gezi direnişi?

Beş yıl sonra iktidar cephesinden gelen itibarsızlaştırma ve kriminalize etme girişimlerinin nedenini, muhalefetin bir pozisyon alamama, politizasyonun önünü kapama süreçleri ile birlikte düşündüğümüzde, sistem karşıtı bir hareket olarak Gezi’nin Erdoğan’ın rüyasında bile göremeyeceği bir kurucu potansiyeli ve yaratıcılığı taşıdığını vurgulamak gerek.

Türkiye tarihinin kitleselliği bakımından en yaygın, repertuvarı bakımından en özgül toplumsal hareketini deneyimledik beş yıl önce. Türkiye’nin her yerinde insanların sokaklara çıkarak ve çok çeşitli yöntemler kullanarak gerçekleştirdiği barışçıl protestoların, karar alma süreçlerini ve eylemlerini gerçek eleştirinin yerine geçirdikleri isyan günleri hakkında sıcağı sıcağına çok şey yazılmıştı. “Haysiyet isyanı”, “küçük burjuva hareketi”, “sınıf karakteri taşıyan bir hareket” tanımlamaları bunlardan en aşina olduklarımız. Bugün hükümetin Gezi’yi tekrar gündeme getirmesi, Gezi’de adı ön plana çıkmış insanlar hakkında yakalama kararı çıkarması, yüzlerce insan hakkında soruşturmalar başlatılması ve bunun bugünlerde başlatılması bir anlam taşıyor. Dolayısıyla hem Gezi’nin öngördüğü kurumsallaşan diktatörlük eleştirisinin öznesi olan Erdoğan hem de muhalefet için Gezi’nin aşılamamış olması yaygın tanımlama ve anlama girişimlerinin ötesinde, bu harekete içkin olan başka bir özelliği tartışmamızı gerektiriyor.

GEZİ'NİN KURUCULUĞU

Bu özelliği doğrudan doğruya tartışmak için asıl olarak eleştirinin adeta dile geldiği repertuvara bakmak gerekir. Türkiye’de kurumsallaşmış bütün yapılara, eylemlerin içinde yer alan siyasal parti ve demokratik kitle örgütleri yapılarına kadar kökten bir eleştiri barındıran bu eleştirilerin kurucu bir gücü olduğunu ilk elde söylemek gerekir. Yüksek düzeyde ve yaygın bir politizasyonun yaşandığı haziran günlerinde yaş, cinsiyet ve kimlik bakımından birbiri ile çelişkili pozisyonlarda da dursalar yan yana gelen insanların ilişkisinin ne kadar yüksek bir yaratıcılığı ve üretkenliği hayata geçirebildiğini görmek gerekir. Şiir sokakta gibi sanat girişimlerinden görselliğin çeşitli biçimlerine; bugün artık çöp haline gelmiş medyaya karşı kendi medyasını oluşturma becerisinin ne kadar hızlı geliştiğine; politik örgütlerin kavrayamadığı muhalefet biçimlerinin ne kadar hızlı örgütlenebildiğini gördük. Haziran günlerinin ardından henüz birkaç ay geçmişken üretilen kitaplar, belgeseller, fotoğraf albümleri, şarkılar çıktı karşımıza. Bildirilerden anlama çabasına, ülkenin geleceğine ilişkin umutlu söylevlerden ütopik fikirlere onlarca politik eserle buluştuk.

Bütün bu olup bitenleri değerlendirirken eleştirinin ve üretici potansiyelin, yaratıcı gücün bir arada düşünülmesi gerekir. Türkiye’deki yapısallaşmış iktidar ve muhalefet ilişkilerini kökten dönüştürecek bu yaratıcı gücün hem muhalefetin düzeni tarafından bütün boyutlarıyla kuşatılamaması hem iktidar tarafından bütün boyutlarıyla ortadan kaldırılmak istenmesinin nedenini böylece kavramak mümkündür çünkü. Gezi’nin eleştirisi ve üretici gücü Türkiye’deki yapısallaşmış temsil ilişkilerine karşı bir direniş, onun yerine özyönetimi, demokrasinin gerçek bir uygulamasını koyan nüveleri yaratmasındaydı en çok. Dolayısıyla kurucu iktidarın demokratik formunun en sade göstergeleri oldular. Halk dediğimiz somut olarak neye tekabül ettiğini geceleri ve gündüzleri sokaklarda yankılanan sloganlarda, salonlarda icra edilen müziklerde, duvarlara yazılan şiirlerde gösterdiler. Ne muhalefetin mevcut formuyla yönlendirebileceği ne iktidarın zapt edebileceği bir enerjiyi ortaya koydular.

AKP NEDEN KURUCU OLAMAZ?

AKP, Haziran 2013 günlerinden beri kurucu olma kapasitesini asla edinemeyeceğini gördüğü bir yıkıcı faaliyet içinde. Bunu açık bir biçimde görebilmek adına iktidarda kalmak için kalan tek dayanağına bakmak yeter. “Beka sorununa.” Beka sorunu kuruculuktan ziyade koruyuculuğa işaret eder. Hatta koruyuculuğun en sert, en katı formuna. Peki, AKP siyasal birliğin bütün unsurlarını dönüştürme, kültürel yapıyı tasfiye etmeye, kurumsallığı tamamen ortadan kaldırıp insanların ertesi günlerini öngöremeyecekleri kaotik bir ortam içinde ve hiçbir gelecek vaadi taşımadan neyi korumaktadır, neyin bekasıdır söz konusu olan? Bu retorik sorunun yanıtı açık elbette, kendi bekası, bir ailenin, aileye bağlı bir çıkar örgütünün ve onları finanse eden imtiyazlı inşaat, medya vs. şirketlerinin bekası.

Yine Haziran 2013 günlerinden beri Türkiye’de yapısal olarak hareket etme konumunda olmayan, başta CHP olmak üzere muhalefet, örgütsel formlarını muhafaza ederek örgütlerinin ellerinden kaymasını izleyen sendikalar, partiler nasıl ilişkileniyorlar bu üretici, kurucu potansiyel ile? Yapısal olarak kuşatmaları mümkün olmayan bu potansiyelin, yaratıcılığın gerçekleştiği haziran günlerinin hemen ardından CHP’nin Ekmek için Ekmeleddin formülü, politize olmuş her yaştan, her cinsiyetten ve her gelir durumundan muhalif kitleleri depolitize etmenin en etkili yolu oldu. Bu depolitizasyon sürecini bozan 7 Haziran seçimleri öncesi politik atmosferi de CHP-AKP arasındaki istikşafi görüşmelerin ardından gelişen kanlı süreçle sona erdirildi.

Beş yıl sonra iktidar cephesinden gelen itibarsızlaştırma ve kriminalize etme girişimlerinin nedenini, muhalefetin bir pozisyon alamama, politizasyonun önünü kapama süreçleri ile birlikte düşündüğümüzde, sistem karşıtı bir hareket olarak Gezi’nin Erdoğan’ın rüyasında bile göremeyeceği bir kurucu potansiyeli ve yaratıcılığı taşıdığını vurgulamak gerek. Bunun da orada kalmadığını, bir potansiyel olarak varlığını sürdürdüğünü.

Evet sözü yine aynı yere getireceğim, içi boşalmış prosedürlerin amaçsız ve programsız biçimde takip edilmesinin yerini, yerel seçimler bağlamında kurucu ve üretici potansiyeli harekete geçirecek bir politizasyon sürecinin, yeni örgütsel formlar bağlamında zeminini oluşturmak için uğraşmadan; demokratik araçların yeniden tesisini bu zeminin üzerinde yükseltmeden, seçimler yoluyla hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanmakta olan “kurulu seçmene” muhalefetin hiçbir kanadı hitap edemeyecektir.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.