YAZARLAR

Ne o, yeni bir Gezi mi var?

Bakmayın siz bankacıların, para gurmelerinin mutluluğuna. Bir ekonomide reel olarak büyüme oranından fazla faiz ödeniyorsa, bunun tek bir anlamı vardır: TL faiziyle emeğiyle geçinenlerden zenginlere; dolar faiziyle de yurt içinden yurt dışına servet transferi yapılıyordur.

Bakın burası çok önemli... Hayır, Bakan Berat Albayrak'ın dediği gibi değil, gerçekten önemli. Geçen hafta bankalar borcu borçla kapatmak için çıktıkları sendikasyon ihalelerinde ortalama euro cinsinden yüzde 2.65, dolar cinsinden yüzde 2.75 faizle borçlandı. Yıl sonuna kadar toplam 6.5 miyar doları bulacak bu borçlanma rallisi. Aynı hafta Hazine de beş yıl vadeli iki milyar dolar borç aldı, onun faizi de yüzde 7.5...

Banka genel müdürleri ve Albayrak, takı törenlerindeki anonsçu heyecanıyla, ihaleye 13 ülkeden 26 finans kuruluşunun katıldığını duyurdular. Dünyada koşulların zorlaştığı dönemde bankalara ve Hazine'ye böyle bir ilginin olmasını, ekonomiye hâlâ güven duyulduğunun göstergesi sayıyorlar. Doğrudur; hepimiz finansçı olsaydık eğer, hep birlikte gülüp eğlenebilirdik. Tabii bir de sadece altı ay önce bankaların yarı oranında faizle, Hazine'nin de yüzde 4'le borç para bulduğunu unutabilseydik keşke.

Pek çok iktisatçı sürekli tekrarlayıp duruyor. 2008 krizini aşmak için ABD'nin para basma makinelerinin fazla mesai yaptığı günlerde oluşan küresel kredi havuzundan Çin'den sonra en fazla faydalanan ülke olan Türkiye'nin krize sürüklenmesinin en önemli nedeni borçlardı. Bir müptela gibi buradan enjekte ettiği kaynak geri çekildi ve ardında 500 milyar doları bulan borç stoku bıraktı. Şimdi bu borca daha yüksek maliyetle yeni borç eklemeyi marifet sayan bir anlayış ekonominin düze çıktığını, 'dengelenme' sürecine girildiğini iddia ediyor. Gerçekten öyle mi?

AKP eliyle 2001 krizinden sonra uygulanan büyüme modelinin mottosu, finansal istikrar ve fiyat istikrarıydı. Maliye ve para politikaları aracılığıyla bu iki 'dengenin' sağlanması ana amaçtı. En basit ve kaba haliyle; faiz, kur ve enflasyon bir anlamda fizikteki bileşik kaplar yasası mantığıyla çalışıyordu. Ekonomide genel denge, bu üçü arasındaki dengeyle sağlanıyordu. Belli bir faiz aralığında oynayarak diğer ikisi istenilen seviyelerde tutulmak isteniyordu. Bu mantık iyi işledi mi, işler miydi, iktisadi bakışınıza göre tartışılır. Ümit Akçay'ın geçen haftaki yazısı, faiz eksenli son 16 yılın ekonomi politikalarını anlamak bakımından son derece açıklayıcıydı.

Biz pratik işleyişi kısaca özetleyelim...

Dışarıdan bol ve ucuz kaynak bulurken her şey güzel ilerler. Ancak kaynağın sahibi musluğu kıstığı vakit, işte o zaman bütün denge alt üst olur. Türkiye'de 2013'te başlayan, yaygın sonuçları ise 2017 sonunda görülen hadise de buydu. Paranın sahipleri kaynağı kesmeye başlayınca kur yükselişe geçti. Üzerine siyasi ve spekülatif köpük de binince yazın euro 7.20'leri gördü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan saldırı dedi, dış güçler dedi, faiz lobisi dedi... Dedi ama, AB'de kapı kapı dolaşıp, rahibi bırakıp ancak köpüğünü temizleyebildi. Kamuoyuna yansıtılan bu 'kadife eldivenin' tuttuğu asıl silah ise faizdi. Rekor faiz artırımları ile kur baskılandı. 3.77'den 7'lere çıkıp sonra 5.60'lara inen dolar ne derece başarı sayılırsa artık. Meseleye sadece ama sadece finans gözünden bakanlar için hadi durum kötünün iyisi düzeyine geldi diyelim. Peki ekonominin bütünü için aynı şeyi söylemek mümkün mü? Bu faiz oranlarıyla reel sektörün ayakta kalabilmesi, vatandaşın geçinebilmesinin, iş bulabilmesinin imkanı var mı?

Bunu biz söylemiyoruz; bizatihi kelimesi kelimesine Erdoğan'ın seçim vaadidir. 20 Haziran'da, Adana'da iş adamları ile bir toplantıda bakın ne diyordu:

"24'ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle nasıl uğraşılır göreceksiniz. Açıkça söylüyorum yüksek faizle biz ülkemizi ayağa kaldıramayız. Bu faizle kim yatırım yapar? Japonya eksi faizle çalışıyor. Amerika'ya geliyorsun ikilerde, bilemedin üçte. Avrupa ikilerde. İsrail sıfır-bir buralarda. Arkadaşlar bunu değiştireceğiz, bu işin lamı cimi yok. Şimdi bazıları diyor ki 'Başkanım tam seçim arifesinde bunları kullanmayın, konuşmayın.' Neyi konuşmayacağım? Hakikat neyse, doğru neyse biz bunu konuşacağız. İşte Gezi olayları öyle başladı. Niye? Türkiye faizi buraya düşürdü, enflasyon buralara düştü. Çılgın Türkler bir şeyler yapıyor. Biz de onlara prim vermedik."

Şu 'fakirin' liderliğinde üç ayda öyle bir ekonomi politikası izlendi ki, dolardan daha tehlikeli bir dinamitin fitili ateşlendi. Saçmalığı konusunda insanların bıkıp usandığı Gezi-faiz ilişkisinin bir an için doğru olduğunu kabul edelim; o halde AKP en büyük Gezi olayını başlatmış demektir. Zira; beş yıl vadeli borca Japonya eksi yüzde 0.06, Almanya eksi yüzde 0.1, Güney Kore yüzde 2.5, Polonya yüzde 2.6, AB üyesi 28 ülke ortalama yüzde 1.5 faiz verirken, Türkiye yüzde 7.5 faiz veriyor.

Sokağın kuytu köşesinde tezgah açmış bir madrabazın 'bul karayı al parayı' oyunundaki gibi, kurun üzerindeki kutuyu kaldırıp diğerlerinin altındaki yüzde 25 enflasyonu, yüzde 26 gösterge faizini gizlemenin adına 'dengelenme' diyorlar. Denge çıtası o kadar yükseğe kuruldu ki, vatandaşın bir parende daha atması artık imkansız hale geldi.

Bakmayın siz bankacıların, para gurmelerinin mutluluğuna. Bir ekonomide reel olarak büyüme oranından fazla faiz ödeniyorsa, bunun tek bir anlamı vardır: TL faiziyle emeğiyle geçinenlerden zenginlere; dolar faiziyle de yurt içinden yurt dışına servet transferi yapılıyordur.

Türkiye'nin ödediği faiz oranından daha fazla büyüyeceğini düşünen varsa buyursunlar, İş Bankası ve Akbank müdürleriyle Albayrak'ın coşkusuna doyasıya katılabilirler...