YAZARLAR

İstanbul'da ölüm

Halit Bin Faysal ve Pompeo’nun Erdoğan’la görüşmelerinin ardından üç taraflı bir uzlaşı şekillendi. SA içinde de MbS’nin veliahtlığına meydan okuyacak alternatif güç odağı yok. Dolayısıyla Kaşıkçı cinayeti, SA’nın sorumluluğu üstlendiği ancak SA’yı temsilen MbS’nin şahsen suçlu tutulmadığı bir diplomatik çözümle kapanacak.

Cemal Kaşıkçı, Türk vatandaşı müstakbel eşiyle yapacağı evlilik için gereken “kayd-ı ferdi” belgesini almak üzere kendi vatandaşı olduğu Suudi Arabistan’ın (SA) İstanbul Başkonsolosluğu’na gider. Orada ona beş gün sonra gelmesi söylenir. Beş gün sonra başkonsolosluğun kapısından giren Kaşıkçı, bir daha çıkamaz.

Meğer SA’dan iki özel uçakla gelen kemikçi tayfayla, bizim gazeteci arasında arbede çıkmış içeride. Ve maalesef, evet tahmin ettiğiniz gibi. Pekiyi, gelen ekipte neden o ülkenin en önde gelen adli tıp uzmanı varmış? Neden, o uzman yanında elektrikli kemik testeresi getirmiş? Hepsini geçtim, arbedede hakka yürüyen gazetecinin bedeni neredeymiş? Her neyse.

İşin asap bozan bir diğer tarafı da sulu gözlü demokrat tepkisi: Efendim, bu defa Suudiler çetin cevize çatmışmış. Çünkü Nixon’u deviren koca Washington Post bu işin ucunu bırakmazmış. Bırakmasın, ne yapacak Post? Muhammet Bin Salman’ı (MbS) mı devirecek bu defa? Yoksa MbS’nin yerine kardeşini mi, başka bir aile mensubunu mu veliaht prens yapacak?

Olayların seyrine etki edebilecek iki oyuncudan biri, kahramanımızın babası Kral Salman. Salman, devreye girdikten sonra başdanışmanı Mekke Valisi Halit el Faysal’ı Türkiye’ye gönderiyor. Başdanışmanın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la zaten hukuku bulunduğu ve aralarının iyi olduğu anlaşılıyor. O temasların ardından, Salman’dan Erdoğan’a teşekkür telefonu geliyor.

Salman ayrıca aile meclisini topluyor. Herhalde meclisten o yönde bir mutabakat beliriyor yahut meclisi yatıştırmak adına kral o içerikte bir karar alıyor ki, MbS’nin yakın çevresinde budama faaliyeti başlıyor. Hem Qahtani gibi siyaset-iletişim, hem Assiri gibi istihbarat-güvenlik konularında en yakınındaki iki isme el çektiriliyor. Anlaşıldığı kadarıyla, tetikçi ekip de zindana atılıyor.

Fakat bu olan bitenin bir de karşı ağırlığı var. Zira, Kral Salman, aile meclisinin ve bir ölçüde ABD’nin “artık bu kadarı da fazla” baskısına olumlu yanıt verirken, Suudi güvenlik ve istihbarat aygıtına çekidüzen verilmesi işini de yine veliaht prens MbS’ye veriyor. Bir başka deyişle MbS, genç Don Corleone gibi sarayda, çevresinde kendi temizliğini kendi yapacak*.

Denilebilir ki, ABD Başkanı Trump ikna olsa da, Kongre’nin tepkisi baki. Üstelik Kaşıkçı cinayeti, MbS’nin SA ekonomisinin petrol üretimine dayalı yapısını çeşitlendirip, dönüştürme hamlesini yavaşlatacak, hatta tıkayacak belki. Zaten, o hamle adı üzerinde MbS’ye aitti. Zaman ondan yana. Henüz 33 yaşında. Yeri sağlam. Onu devirecek ne bir başka MbS, ne bir sert güç (ordu, istihbarat vb.) odağı var.

Nakit ABD Doları akışının daraldığı dünyada, SA’nın derin cepleri, dolu kasaları cazibesini korumayı sürdürecek. Damat-ı şehriyari Kushner biraz MbS ile arasında mesafe koysa da, İran’a karşı ABD, SA ile çalışmayı sürdürecek. SA, silah alımını nereden yapacak? Suriye’de yeniden imar masraflarını kim karşılayacak? Oyuna devam.

Ne tuhaf, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Ankara’ya gelmeden Riyad’da MbS ile görüşmesi yarım saat sürmüş. ABD Başkanı Trump da, MbS ile Pompeo yanındayken telefonda görüştüğünü açıkladı. Demek o kısa görüşmenin bir bölümü de doğrudan Trump ile konuşmaya gitmiş. Sonra, Pompeo da, soruya cevaben, “ben ses kaydı filan dinlemedim” beyanında bulundu.

Olayların seyrine, zamanı giderek daralan Kral Salman dışında, doğrudan etki edebilecek diğer oyuncu ise Erdoğan. Erdoğan, Kaşıkçı’ya olan özel bir muhabbeti olduğundan filan değil, MbS’nin cinayet için özellikle Türkiye’nin kalbini seçmiş olmasının kendi iktidarına bir meydan okuma olduğuna ikna olabilir. Öyle olursa, Ankara elindeki ses kaydı, kanıt, ne varsa kamuoyuna açıklayabilir. Böyle mi olur? Yanılmaya hazırım ama hiç sanmam.

Benim görebildiğim, Halit Bin Faysal ve Pompeo’nun Erdoğan’la görüşmelerinin ardından üç taraflı bir uzlaşı şekillendi. SA içinde de MbS’nin veliahtlığına meydan okuyacak alternatif güç odağı yok. Dolayısıyla Kaşıkçı cinayeti, SA’nın sorumluluğu üstlendiği ancak SA’yı temsilen MbS’nin şahsen suçlu tutulmadığı bir diplomatik çözümle kapanacak.

Üstad Visconti’nin klasik “Venedik’te Ölüm” filmi özünde, bir çağ yangınını, bir devrin, bir tarihin sonunu ve arkasından gelenin, henüz bilinmeyen ancak duyumsanan dehşetini anlatır. İşte, İstanbul’un göbeğinde Cemal Kaşıkçı gibi uluslararası tanınırlığı yüksek bir gazetecinin hunharca paramparça edilerek katledilmesi ve cinayetin üzerinin örtülüş biçimi de bana o filmin şu sahnesini anımsatıyor: https://www.youtube.com/watch?v=vH912i0zJcE.

Bilvesile, Tanrı’dan müteveffa Kaşıkçı’ya rahmet, sevenleri ve yakınlarına metanet dilerim.

*Çok sayıda film alıntısının konuyu sulandırdığının farkındayım ama “Baba” filminin şu sahnesi de halen Riyad’da neler olup bittiğini gözümüzde canlandırmak bakımından sanırım iyi bir özet:

https://www.youtube.com/watch?v=AO-VFDYy9Rk

 


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.