YAZARLAR

'Kurt kadın' diye bir şey yoktur

“Kadın kadının kurdudur” özlü(!) sözü cinsiyetçi bir lakırdıdan ibaret aslında. Kadınlığa olumsuz bir özellik atfediyor, “Erkekler ağlamaz”ın aksine. Bu kadını kadının kurdu olarak gören bakış açısı kadını küçümseyen bakış açısıyla aynı. Lakırdının kendisinde bir müstehzilik var.

“Kadınlara yardım etmeyen kadınlar için

cehennemde özel bir yer var.”

Madeleine Albright

Geçenlerde bir kadın arkadaşımla telefonda konuşurken arkadaşım; “En sert görünümlü kadınlara bile şefkatle baktığım zaman aradaki perdenin ortadan kalktığını, bu iyilik halinin yayılarak büyüdüğünü ve kadınların etrafımda bir koruma kalkanı oluşturduğunu fark ettim” dedi. Ben de ona “Kulübe hoş geldin” dedim, “Kadın kadının kurdu değil, olsa olsa şifasıdır. Kurt kadın diye bir şey yoktur”.

Thomas Hobbes’un ünlü bir sözü var: “homo homini lupus”, yani “İnsan insanın kurdudur”, diyor. Çok çok özetle, hayatta kalmak zorunda olan insan menfaatini düşünmek zorundadır ve bu doğrultuda gerekirse diğer insanların canını yakabilir, diyor.

Bu sözü kadınlara uyarlamış bir bilenler ve “Kadın kadının kurdudur” demişler. Bu sözün halk arasındaki meali; bir kadının başka bir kadını rakip olarak gördüğü, en temelde pek de sevmeyeceği, kadının canını en çok kadınların yaktığı, kadının kadını mutlak surette didiklediği gibi sığ birtakım düşünceler.

Şimdi bir de yukarıdaki açıklamamı kadınlara uyarlayalım; hayatta kalmak zorunda olan kadın menfaatini düşünmek zorundadır ve bu doğrultuda gerekirse diğer kadınların canını yakabilir.

Bu bir miktar daha doğru. Niçin?

Gücün erkeğe atfedildiği bu sistemde kadınlar bir nevi hayatta kalabilmek için, yani “survivor” olduğu için, kendi aralarındaki çekişmeler de görünür hale geliyor/getiriliyor. Daha doğrusu bu çekişmenin kaynağı erkek egemen sistem. Kadın çekişmesi yok, erkek egemen sistem var.

Pratikte en çok ‘kadın kadının kurdudur’ denilen alan iş yaşamı. “Kraliçe Arı Sendromu” diye bir araştırma bile var Columbia İş İdaresi Okulu’nda yapılan. Yani, kadın yöneticilerin ‘tek’ olmak istediği, bu sebeple diğer işçi arıların bilhassa kadınların yükselmesinin önünü kestiği ve zorbalık ettiği şeklinde bir iddia. Fakat biz biliyoruz ki, bu tür iddialar ancak kapitalizmi ve ataerkiyi besleyen iddialardır. Zaten erkekler tarafından baskı altına alındığımız ve erkeklerin üçte biri kadar olduğumuz iş yaşamında, ancak birbirimizi desteklersek güçlenebiliriz. Eğer iş yaşamımızda bir kadınla sorun yaşamışsak da bunun yine gücü erkeğe atfetmekten ve ancak erkekleşerek var olabileceğimiz düşüncesiyle hareket etmekten kaynaklandığını düşünüyorum. Yani bu durumun “kadın olmak”la hiç ilgisi olmadığı gibi “erk” olarak görülenle dolayısıyla erkekle ilgisi var. Hoş, Kuzey Amerika’da bulunan İş Yerinde Zorbalık Enstitüsü (Workplace Bullying Institute) isimli bir şirket tarafından yapılan araştırma Kraliçe Arı Sendromu’nu yalanlamış; araştırmaya göre iş yerinde çalışanlarına zorbalık yapan yöneticilerin yüzde 69’u erkek yüzde 31’i kadınmış. İş yerindeki cinsiyetçi davranışların yüzde 50’si yalnızca erkeklerden, yüzde 33’ü kadın ve erkeklerden, sadece yüzde 2’si ise yalnızca kadınlardan kaynaklanıyormuş. Yine Kuzey Amerikalı ‘Catalyst’ adlı bir STK’nın araştırmasına göre ise; kadınların 4’te 3’ü diğer kadınların kariyerinde yükselişini aktif olarak destekliyormuş.

Düşünün, niçin kaynana-gelin, görümce-gelin, eltilik gibi “müesseseler” var da kayınbaba-damat, bacanaklık vs. yok? Niçin hep kadın çekişmesi? Çünkü mevcut sistemde güç erkeğe atfediliyor. Erkek üzerinden kendini tanımlayan kadınlar da geri planda çekişip duruyor. Hani erkek çocuk sahibi olmak soyun devamı yani iktidar olarak algılanıyor ya, gücü elinde tutmak isteyen kaynana gelini ezme hakkı görüyor kendinde. Oysa ataerki kurbanı, farkında değil. “Geline eziyet etme” özelliğine haiz şekilde doğmuyor yani hiçbir kadın.

Ya da kadınların erkekleri kıskanmasıyla erkeklerin kadınları kıskanması arasındaki farkı düşünün. Kadın kıskançlığı dışa dönük oluyor genelde. Yani diğer kadınlara “o benim” iması yayıp erkeği hoş tutarak. Neden? O erkek pek kıymetli ve o pek kıymetli benim sevgilim, öyleyse güçlüyüm, hayatta kalabilirim. Erkek kıskançlığına bakın, içe dönük daha ziyade; kadını kıskanan erkek yine gidip gidip kadına şiddet uyguluyor. Çünkü kendini “kadının sahibi” olarak görüyor. Erkek, liderin kendisi olduğunu bildirmek için diğer erkeğe meydan okuyor, sanki kavga edecek yer arıyormuş da sebebini bulmuş gibi. Kadın ise, erkek üzerinden gücün kendinde olduğu mesajını vererek sevdiceğini dolayısıyla da kendisini koruma altına alıyor. Üzücü bir durum aslında.

Kadının giyimini kuşamını endamını bilmem nesini süzmek imrenmek de kurtluk olarak değerlendiriliyor. Kurtluk böyle bir şey değil. Ayrıca keşke bütün kurtluklar böyle olsa. Asıl kurt erkek egemen zihniyet ve onu taşıyan herkes. Yiyip bitirdiniz kadınları yüzyıllar boyu bir mülkiyet sevdası uğruna, şimdi de gelmiş kadını kadına düşman gösteriyorsunuz. Olacak iş mi? Değil.

Düşünüyorum da, başım dara girdiğinde ilk koşanlar hep kadınlardı. Tüm cömertlikleriyle benimle birlikte çare aradılar. Her defasında, ne şanslıyım, diye düşünememe sebep oldular. Yalnızca acımı paylaşmadılar, mutluluğumu da kutladılar. Zaten her biri harikulade birer organizatördür. Çünkü kadınlar…

“Kadın kadının kurdudur” özlü(!) sözü cinsiyetçi bir lakırdıdan ibaret aslında. Kadınlığa olumsuz bir özellik atfediyor, “Erkekler ağlamaz”ın aksine. Bu kadını kadının kurdu olarak gören bakış açısı kadını küçümseyen bakış açısıyla aynı. Lakırdının kendisinde bir müstehzilik var. Örnekle açıklayayım; öğrenciyken kaldığımız yurtta bir tarafta erkekler diğer tarafta kadınlar vardı. Elbette birileri birilerine aşık olur, hoşlanır, çıkar ve elbette ayrılır, aşk acısı çeker, depresyona girerdi. Böyle durumlarda kadınlar derhal bir araya gelir, bolca analiz eder, birbirlerinin yarasını sarmaya çalışırdı. Hayat işte, öyle bir an geldi ki; akım gibi, herkes çifter çifter takılırken patır patır ayrılmaya başladı. Bir anda kadınlarla erkekler Tellioğluları ile Seferoğluları misali dolaşmaya başladılar ortalıkta. Gerilim filmi gibi. Kadınlar elbette birbirlerine şifa olmak üzere sıkça bir aradaydılar. Erkekler ise bu kenetlenme haline bir isim taktılar: “Mor Çatı”. Güler misin ağlar mısın? Onlar da sürekli bir aradaydılar, hatta çoğunlukla saçmalamaktaydılar ama Mor Çatı değildiler, “cool”dular, neticede erkektiler! O gençler şimdi evlendi ve çocuk yetiştiriyor…

İşte feministler olarak biz bu eşitsizlik halinden bahsettiğimiz zaman, bize erkek düşmanı diyorlar. Oysa, karşımızda kendi şiddetlerinden kaçan kadınların bir yere sığınıp bir araya gelmesini dahi komik bulan, küçümseyen bir kitle var. Kadınların birbirinin kurdu olması olsa olsa onların işine yarar. Çünkü aynı kişiler “Bu kız seni kıskanıyor”, “Şu kız sana çok kötü bakıyor”, “Hadi şimdi sen o kızı kıskanıyorsun!” cinsinden şeyleri de sıkça söylüyor. Vallahi de billahi de bizi birbirimize düşürmeye çalışıyorlar! Çünkü hükümranlıklarının devamı bizim güçsüzlüğümüze bağlı.

Vaziyetimiz bu kadar tehdit altındayken kadın kadının kurdu olmamalı. Bir araya geldiğimizde kadın örgütleri olarak neler yapabildiğimize bir bakın! Yasaları geri çektiriyor, kayıp tacizcileri yakalatıyor, en ağır suçları işleyen faillere en ağır cezaların verilmesini sağlıyoruz. Bu oyunlara gelmeyelim sayın kadınlar ve bir daha bu çirkin cümleyi kurmayalım. Çünkü galiba bu cümleyi en çok kadınlar kuruyor. Bizler oyunun altında yatan gerçeği görmek ve oyunun bir parçası olmamak zorundayız. Farkında olmak zorundayız. Bunu yapabildiğimiz zaman, kadınlar arasında kalpten kalbe bir yol oluşuyor ve hayat gerçekten de uzunca bir süreliğine güzelleşiyor.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.