YAZARLAR

Cumartesi Anneleri: 700 haftalık ısrar

Cumartesi Anneleri bir duygu sorunu değildir, bir soyut vicdan meselesi değildir, bir üzüntü aracı değildir, bir etkinlik vesilesi değildir, bir siyasal ısrardır. Şiddetin, devletin tekelindeki şiddetin sınırlandırılması için gerekli hukuku üretmeye dönük bir siyasal ısrar.

Slogan yok. Bağırış çağırış yok. Sessizce oturuluyor. Kucakta fotoğraflar. Fotoğraflar eskiyor her hafta. Fotoğrafları tutanların fotoğrafları da eskiyor. 700 hafta oldu. Gençler yaşlandı. Yaşlılar daha da yaşlandı, göçüp gitti kimi. Çocuklar vardı, fotoğrafların yanında, kucakta. Büyüdüler. Yeni çocuklar geliyor. 700 hafta. 23 yıl, arada eksik yıllar da var.

Sessizlik, acının sessizliği. Vakar ve haysiyetin. Haklılığın, hak aramanın vakarı. Sevdiğine, oğluna kızına, kardeşine, kocasına, karısına bağlılığın haysiyeti. Haksızlığa itirazın. Sessizliği acılı bir konuşma, bir anlatı böler her hafta. Bir kayıp yakını, kaybını anlatır, taleplerini söyler, ithamlarını yapar, çağrıda bulunur.

Cumartesi Anneleri, bir hafıza eylemidir. Kaybedilmiş sevgilinin hatırasının ayakta tutulduğu bir eylem. Çok az kişiler, genellikle. İnat ve sebatla otururlar. Sevgi. Bağlılık. İnat. Sebat. Kişisel duygular, tutumlar ama mesele hiç de kişisel değil. Fazlasıyla toplumsal. Fazlasıyla siyasal.

MEZAR

Kayıplarını arıyorlar. “Gözaltında kayıp”ları. En özetle, mezar arıyorlar. Cumartesi Anneleri. Galatasaray Meydanı’nın en eskilerinden Elmas Eren, Hayri ağabeyin (Hayrettin Eren) annesi, "Çiçeklerle donatacağım bir mezarın peşindeyim" demişti çabası için.

Mezar. Çok kişisel görünüyor bu da ama aslında çok toplumsal, fazlasıyla toplumsal: “Mezarsız kültür, kültürsüz mezar olmaz” der Rene Girard, “(…) kültür her zaman bir mezar olarak gelişir. Mezar, ikame kurbanın çevresinde dikilen ilk insan anıtından, ilk anlam katmanından, en basit, en temel katmandan başka bir şey değildir. Mezarsız kültür, kültürsüz mezar olmaz; en uç noktada, mezar ilk ve tek kültürel simgedir.” (Dünyanın Kuruluşundan Beri Gizli Kalmış Sırlar, Çeviren Ali Berktay, Alfa Yayınları)

‘Buradan hiç kimseye seslenmiyoruz’‘Buradan hiç kimseye seslenmiyoruz’

YAS

İkbal abla (İkbal Eren), "Mezarımız olmadığı için yasımızı bitiremedik” demişti yine o meydanda. Tutulamayan yas, bitmeyen yas demek ki.

“Yas sayesinde toplum oluruz” demişti kısacık makalesinde Erdoğan Özmen, Judith Butler’a atıfta bulunurken:

“Yani siyasetin hedefi yas tutmaktır demiyorum, yas tutma yetimiz olmadığında şiddete karşı çıkabilmemiz için gereken, hayata dair o daha keskin anlayışı kaybederiz diyorum.”

Olan biten her şey, şiddetle bağlantılı demek ki.

TERCİH

Cumartesi Anneleri, 700 haftadır kayıplarını aramayı sürdürüyor, yalnız kalmış olmasalar oturumlar çoktan bitmiş olurdu. Demek yasa saygının olmadığı yerdeyiz. Kimilerine mezarın çok görüldüğü yerde. Demek şiddetin öne çıktığı yerdeyiz. Cumartesi Annelerinin yalnızlığı, tercih edilmiş bir yalnızlıktır, iki anlamda:

Onlar yalnızlığa bırakılmıştır, bu kayıplara yol açan, kayıpları kendi bekası için olağan gören sistemin ve sistemin sağladığı çıkarları yeğleyenlerin tercihidir. Her cumartesi, Galatasaray Meydanı’nda buluşan küçük topluluğun yanından, onlar hiç yokmuşçasına geçip giden milyonların tercihi. Bu çıkar karşılığı elde edilmiş rızadır.

Onlar yalnızlığı tercih etmiştir, kayıplarının peşine düşmenin, onları ya da onlara dair bir izi bulmanın, bunun için ısrarla talepte bulunmanın, kısaca adalet aramanın, kayıplara yol açan sistemin ve sistemden yararlananların dışına çıkmak demek olduğunu bilirler. Mezarsız ölülerin dehşetini tek başlarına üstlenmişlerdir. Karşılarındaki gücün şiddet potansiyelini en iyi onlar bilirler, orada olma sebepleri, kayıpları, bu potansiyelin en açık, en şedit tezahürüdür. Karşılarındaki şiddetin koyduğu kuralın sözüne (işkence ederim, öldürürüm, kaybederim) itirazları, muhtemel bir hukuk lehine mevcut hukuka itirazlarıdır.

'Ellerinde pankartlar var, epey eskiler...''Ellerinde pankartlar var, epey eskiler...'

SİYASET

İki tercih arasındaki fark, onların oturuşuyla belirginleşir:

Taleplerinin duyulmazdan gelinmesi, siyasal gücü elde tutanın işkence etme, öldürme ve kaybetme imkanını kabul ettirmesi anlamına gelir. Ancak bu rıza, hukuki meşruiyet ve adalet iddialarında bir gedik oluşmasını engellemez, aksine açığa vurur; cumartesi oturumlarının hiç kitleselleşmemesine rağmen siyasal otoritenin dikkatini meydandan hiç çekmemesi bu gediğin görülmesinden duyulan rahatsızlık nedeniyledir. İktidarın iç sesi, “güçlüyüm ama adil olma iddiamı delecek bir tehdit var oradaki sessiz oturmalarda” der gibidir.

Gücünün meşruiyet kriziyle sarsılmaması, demokrasi ve hukukilik iddialarının daha fazla kabul görmesi arayışında olduğu dönemde Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumartesi İnsanlarıyla görüşmeyi kabul etmesinin nedeni de budur. Birlikte otururken görüldüğü fotoğraflarla, oturumlara yol açan kötülüğün yanında değil karşısında olduğunu göstermek istiyordu elbette. Umut verdi, çünkü kudretliydi. Fakat hâlâ oturmaya devam ediyor insanlar ve o küçük meydanın en sevilmeyen kişisi Mehmet Ağar, artık Erdoğan’ın yanında. Yani sözler söz olarak kaldı. Kudret, kendini sınırlamayı tercih etmedi.

Cumartesi Anneleri bir duygu sorunu değildir, bir soyut vicdan meselesi değildir, bir üzüntü aracı değildir, bir etkinlik vesilesi değildir, bir siyasal ısrardır. Şiddetin, devletin tekelindeki şiddetin sınırlandırılması için gerekli hukuku üretmeye dönük bir siyasal ısrar.