YAZARLAR

Kitaplar, mevsimler, salonlar

Eylül gibi birkaç kişiyle tutulan bodrumlara, güneş görmeyen odalara, tenha ve uzak kooperatif evlerine taşındı. Ben eskiden eylülün bir mevsim olduğunu sanırdım.

Samanpazarı’ndan kırık dökük kanepeler, kirli halılar, yayları ok gibi fırlayan somyalar alırken gözüm üstünde iki raf olan çalışma masasına takılmıştı. Griydi. Bir biçim olarak kusursuzdu. Hepi topu 30-40 tane olan kitaplarımı o raflara yerleştirecek, elimin uzandığı yerde bütün dünyayı açıklamaya yeten sayfalara ulaşabilecektim. Bu yüzden kırmızı kamyonete en dikkatle yerleştirilen mobilyam o oldu. Karlı bir ocak ikindisinde Samsun yolundan, Varlık mahallesinin oradan Batıkent’e doğru giderken kasada oturmuş, ona sımsıkı sarılmıştım. Bir aynayı şehirde dolaştırmak gibi bir şeydi.

İki raf yavaş yavaş dolmaya başladı. Ders kitaplarına, devrimci klasiklere felsefe ve şiir kitapları katıldı. O raflarda yavaş konuşan kadınların parmak izleri Borgeslerin, Calvinoların, Leibnizlerin arasında dolaştı. Her yaz tatili başında başka evlerin kullanılmayan odalarına kondu. Eylül gibi birkaç kişiyle tutulan bodrumlara, güneş görmeyen odalara, tenha ve uzak kooperatif evlerine taşındı. Ben eskiden eylülün bir mevsim olduğunu sanırdım.

Bir yılda dört mevsim olduğunu kabullenmekle birlikte herkesle ortak fikirlerimden ilki gerçekleşecekti. Ama bu, yine bir evin bir odasına atılmış o çalışma masasının, pis halıların, oradan oraya taşınıp kırılmaktan yorulmuş kanepelerin her zaman bir evi olduğu anlamına gelmeyecekti. Bir mevsim, birkaç mevsim arkadaş evlerinin salonlarında yatacaktım.

O mevsimlerden biri işte. Çiğdem mahallesindeki bir evin sakinleri odalarına çekilirken salonda bırakılmış bir mizah dergisi olacak. Orada Metin Üstündağ’ın bir şiiri sarı zemin üstünden fısıldayacak: “Bavuluna koyacak kaç özel eşyan kaldı? / Salonlarında yattın hep arkadaş evlerinin / Odalar / Odalar yalnızca kadınlara açılırlar…”

Bu şiirle hıçkırmaya başlayan kavruk bir adam görüyorum şimdi, ta buradan. Şehla perdeleri olan salonun penceresinden aşağıya bakacak sonra. Silmediği gözleriyle bir ev köpeğinin çöp torbaları arasında dolaştığını görecek. Aşağıya inip onu çalacak ve ertesi gün bir pet-shop'a satacak. Hemen herkesin dışarıda bıraktığı bu delikanlı, o parayı alıp ona katlanan birini bularak Muşlu bir ziraat profesörünün kooperatif dubleksine taşınacak, ama yukarıdaki odalardan birine iki raflı çalışma masasını özenle yerleştirip dört mevsim boyunca iki odası boş evin salonunda yatacak.

Evler ve mevsimler değişirken yeniden Samanpazarı’na gidilir ve bu kez beş tane siyah kitaplık alınır. Çünkü kitaplar birbirine sokulan kedi yavruları gibi duvar diplerine doluşmuştur. Ama kitaplarım benimle uyumalıydılar. Küçük odalara değil, evin her tarafına bağlanan sobalı ev salonlarına dizilmeliydiler. Böyle geçen birkaç mevsimden sonra bir kasım gecesi bu kez daha büyük bir araçla yola çıkıp sabahları yağmur yağan bir şehre gittim onlarla. Kitaplıklar ıslandı, eski kazaklar gibi tel tel çözülmeye başladı. Kitap kolileri sığınılan evin arka odasına istiflendi. Bir mevsim sonra geri dönmenin mevsimi geldi.

Bir oğlun ilk bakışları genişçe bir salonu doldurunca, saçma ve işlevsiz eşyalar kenarlara itilip yedi yüksek raf alındı ve en küçük odaya tıkıştırıldı bu sefer. Bir afetten kalmış gibi azalıp artan kitaplar, aynı oğula terk edilmiş bir evden bir kamyona yüklenip uzak bir semte gitti, orada ucu bir balkona çıkan salona dizildi.

Birkaç mevsim sonra bir türlü rahat etmeyen bir misafir gibi yaşadığım şehirden başka bir şehre gidince ardımdan geldiler yine ve ilk kez zevksiz bir devlet binasındaki zevksiz bir odaya yerleştiler. Ama onlardan ayrı kalamayıp gece yarılarına kadar o odada kalınca devasa bir salona taşınmaları gerekti. Artık yeni evlerde odalara, mutfağa, banyoya değil, salonlara bakılıyordu.

Son salonumun bütün duvarlarını, pencerelerden birinin sol gözünü, salon kapısının arkasındaki duvarı kaplayıp mevsimler geçtikçe yayılan kitaplıklarla daralan bir dünyam var. Hem artık dışarısı da yok. Hatta geçen hafta arkalara itilmiş kitapların önünde üst üste konmuş kitapların bir gözünün antrede olduğunu fark ettim. Ama başka bir şehirdeki büyük salonlu bir eve gideceklerinden muz, sigara ve yumurta kolilerine dizilmeye başlayınca haberleri oldu.

Bir yazımda “bir kiracı evini sevmemeli” demiştim. Aslında ben sadece bir zamanlar mecbur kaldığım salonları sevdim. Birileriyle bir arada olmak için değil, kitaplarımla kalmak için. Bu yeni şehirde de yeni bir salon yeni bir dört mevsimi yaşayacak. Belki buraya gelen biri de eski salonlarıma gelen birileri gibi parmaklarını kitap sırtlarında dolaştırarak “bunların hepsini okudun mu?” diye soracak. Ben de ona aynı cevabı vereceğim: “Hayır, ama hepsini defalarca kolileyip oradan oraya taşıdım!”


Selim Temo Kimdir?

27 Nisan 1972’de Batman’ın Mêrîna köyünde doğdu.2000 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Etnoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1997’de Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü, 1998’de Halkevleri Roman Ödülü’ne değer görüldü. Yüksek lisansını (“Cemal Süreya Şiirinde Bedenin Yazınsallaşması”) ve doktorasını (“Türk Şiirinde Taşra: 1859-1959”) Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 2009’da Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. 2011’de, Exeter Üniversitesi’ndeki (İngiltere) Centre for Kurdish Studies’de konuk hocalık yaptı. Hrant Dink Vakfı tarafından “dünyada, geleceğe dair umudu çoğaltan kişiler”den biri sayılarak “2011’in Işıkları” arasında gösterildi. Radikal gazetesinde başladığı köşe yazarlığına (Kasım 2013-Kasım 2014), Ocak 2017’den beridir Gazete Duvar’da devam ediyor. Dört Türkçe iki Kürtçe şiir kitabı, bir romanı, iki antolojisi, 12 çocuk kitabı, yedi roman-öykü çevirisi, iki şiir kitabı çevirisi, bir çevrimyazısı, bir gazete yazıları ve iki edebiyat kuramı kitabı yayımlandı. 6 Ocak 2017’deki 679 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Amed’de yaşıyor.