YAZARLAR

Devletten ‘altın vuruş’ bekleyenler!

Kendi çıkardıkları krizin faturasının adresini şimdiden açık açık ilan ettiler bile. Kanal İstanbul'un milyarlarca dolarlık kaynağını inşaata gömecek olanlar, hesabı da kabul etsinler veya etmesinler 'millet bahçesi'ne gönderecekler. Elde on binlerce satılmamış konutuyla bekleyen GYODER Başkanı boşuna söylemiyor, "Devletten bir altın vuruş bekliyorum" diye.

Eski nüfuzlarının hasretiyle tutuşan İttihat ve Terakki bakiyesi bir güruhun çetecilik günlerinden kalma yağma zevkinin, Cumhuriyet'in ilk yıllarında organize bir 'iş takipçiliğine' evrilmesinin adıydı; 'aferizm.' Reçel kavanozuna üşüşen sinekler misali, çevresinde dönüp durdukları devlet eliyle kurulan İş Bankası'nın Fransızca adından devşirilmişti. Ne var ki; Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya kitabında kederle anlattığı aferistler, genç Cumhuriyet'in 'üretim hatası' değillerdi. Kamu kaynaklarının etrafına kümelenmiş bu siyasetçi/tüccar halkaları genişleyip 'müptela' bir milli burjuvazi doğurdu. Sürekli devletin yaratacağı kaynağa muhtaç, oradan beslenmeyi hak bilen bu burjuvazinin genetik kodlarına aferizm salgını yazıldı bir kere.

Cumhuriyet tarihi boyunca devlet hazinesi ile sermaye sahipleri arasındaki bu göbek bağı halkın biraz uyanık olduğu zamanlarda utangaçça yasaların ince şalıyla gizlendi; fırsat bulunduğunda ise bir despotun eliyle utanç peçesi yırtılıp atıldı. Tıpkı 12 Eylül'de TİSK Başkanı Halit Narin'in "Şimdiye kadar biz ağladık, bundan sonra sıra işçilerde" demesi gibi...

Bugün işte o peçenin arsızca yırtıldığı günleri yaşıyoruz. Sadece son bir haftadaki gelişmeler bile, devrin aferistlerinin sandıktan çıkan oy oranını nasıl kamu kaynaklarından beslenmenin ehliyeti saydıklarını gösteriyor. Yeni fırsatçı güruh, başkanın sofrasındaki oturma düzenine göre paylarını açıkça talep ediyorlar. Üstelik bunu da hiç çekinmeden dile getiriyorlar.

Mesela; Hürriyet gazetesine konuşan Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği (GYODER) Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Avni Çelik, satamadıkları konutların parasını devletin ödemesi gerektiğine dair parlak bir çözüm getiriyor. "Konut kredisi kullanacak vatandaşların yıllık faiz yükünün 8 puanlık bölümünü devlet karşılasın" diyor. Tabii ya, neden olmasın ki!

Peki devlet o 8 puanlık faizin parasını kimden alacak?

Veya; birkaç ay önce medya grubunu Ziraat Bankası'ndan alınmış krediye satan Aydın Doğan, 700 milyon dolarlık borcunu yapılandırmak için başvuran Ünal Aysal ile 5.8 milyar dolarlık borcu için pazarlık yapan Ferit Şahenk'in sahibi olduğu Boyabat Enerji borç taksidini ödemedi. Normalde bunun için yaygara koparması gereken bankalar son derece rahat. Akbank'ın Genel Müdürü Hakan Binbaşgil, "Kaygımız yok. Kredilerin üçte ikisi devlet garantisi altında" açıklamasını yapıyor.

Peki devlet o garantiyi hangi kaynağa dayanarak verdi?

Ya da; aldıkları ihalelerin listesi uzayıp giden Limak-Cengiz İnşaat Ortak Girişimi'nin Kuzey Marmara Otoyol projesi için çektikleri kredinin 2.7 milyar dolarına daha Hazine yeni garanti sağladı. Böylece 14.5 milyar dolar maliyetli projenin kamunun sırtına yüklenen kısmı 11.3 milyar dolara ulaştı. Bu parayı da eninde sonunda devletin ödeyeceğini biliyoruz. Örnekleri önümüzde duruyor: Orhangazi için verilen taahhüt 14.6 milyon araçtı, 5 milyon araç geçti. Yavuz Sultan Selim için 49.2 milyondu, 15 milyonda kaldı. Avrasya Tüneli için 25.6 milyondu, 10 milyon araç geçti. Aradaki fark bütçeden ödendi.

Peki devlet bu parayı nereden buldu da ödedi?

En son AKP MKYK üyesi Ethem Sancak'a muhtemelen Almanya'nın üretimini durduracağı eski teknoloji dizel motorları getirip üretmesi için açacağı tesise 500 milyon liralık devlet teşviği tanındı. Teşvik; KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, KDV iadesi, yüzde yüz oranında kurumlar vergisi indirimi, on yıllık sigorta primi işveren hissesi desteği, on yıllık gelir vergisi stopajı desteği, azami 69 milyon liralık nitelikli personel desteği, 10 yıllığına 141 milyon lirayı aşmamak üzere faiz ve kâr payı desteği ve on yıllığına 12 milyon lirayı aşmamak üzere tüketim harcamalarının yüzde ellisini karşılayan enerji desteğini kapsıyor. Yani yapacağı yatırımın her kuruşunu devlet karşılayacak. Ve üreteceği ürünlerin tamamını da büyük ihtimalle yine devlete satacak.

Peki alınmayan bu vergilerin kaybı nereden karşılanacak?

Ekonomik krizi aşmak için ne yapılacağını merak edenler, yukarıdaki basit sorular eşliğinde can çekişen tarım ve ormancılık için sadece odun üretimini yüzde 40 artırmayı vaat eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 100 günlük icraat metnini okusunlar. Başkanın menüsünde kimin ne kadar pay alacağı madde madde yazılı çünkü.

Kendi çıkardıkları krizin faturasının adresini şimdiden ilan ettiler zaten. Kanal İstanbul'un milyarlarca dolarlık kaynağını inşaata gömecek olanlar, hesabı da kabul etsinler veya etmesinler 'millet bahçesi'ne gönderecekler. Elde on binlerce satılmamış konutuyla bekleyen GYODER Başkanı boşuna söylemiyor, "Devletten bir altın vuruş bekliyorum" diye. Zira genetik kodu bunu gerektiriyor...

PERVASIZLIK VE SESSİZLİK DUVARI

Fransız Sosyolog Alain Touraine, ABD'de patlak veren 2008 ekonomik krizini analiz ederken, daha öncekilerden en büyük farkın 'sessizlik' olduğunu söyler. Şaşırtıcı olan şey; göstere göstere şirketler, bankalar kurtarılırken krizden acı çekenlerin el vereceği bir şiddet sarmalının doğuşunu duyuran toplumsal bir sessizliğin hızla yayılmasıdır.

Türkiye'nin yaşadığı krizin de herhalde en belirleyici özelliklerinden birisi, 'altın vuruş' isteyenlerle bunu tereddütsüz yerine getirenlerin pervasızlığı olacaktır. Dolayısıyla krizin gidişatını da sonucunu da dolar 5 liraya çıkınca yeni imtiyazlar kazanan başkanın sofrasındaki yeni aferistlerle, yıllık geliri kağıt üzerinde 3 bin dolar eriyen millet bahçesindekiler arasındaki 'dehşet dengesi' belirleyecek. Ya pervasızlık sessizlik duvarıyla yanıt bulacak ya da...