YAZARLAR

İslamcılığın tıkanışı ve tükenişi

Ben manifestoyu yazanları cehaletle suçlamaktansa, dinlemek yanlısıyım. Laik cumhuriyet, bizimki veya (pek çok yönünü alıntıladığımız) Fransa’nınki olsun, tehdit altında. Temel soru özgürlükten yana olup, olmamak. Kültürel melezleşme, kapıları, pencereleri olabildiğince açmak, cumhuriyetin okullarında tüm çocukların insan yerine konularak kendi hayallerini gerçekleştirme, eşit yurttaşlar olarak topluma katılma odaklı eğitim almaları asıl konu.

Fransa’da aralarında Hassen Chalghoumi ve Ali Gassama gibi Müslüman din adamlarının da bulunduğu üç yüz aydın ve siyasetçi “Yeni Antisemitizme Karşı Manifesto” başlıklı bir bildiri yayımladılar. Metnin hariciyeci ağzıyla “işlem paragrafı” diyebileceğimiz bölümünde “Kuran’da Yahudi, Hristiyan ve inançsızların katline yönelik ayetlerin” ulema tarafından yok hükmünde ilan edilmesi çağrısı bulunuyor.

Manifestonun ülkemizde iktidar tarafından “haçlılar dinimize el uzattı, bu ne cüret!” biçiminde özetlenebilecek bir tepki görmesi beklenmedik değildi. Öyle de oldu, “yanıtsız bırakmayalım”, “bir vurana iki vurmazsan, ‘altta kaldı, zayıfmış’ derler” veya “reis yedi düvele kafa tutuyor maşallah” kafası gereğince, gereği düşünüldü ve yapıldı. Oysa konunun, terörizm tanımı, din ve siyaset ayrımı, toplum sözleşmesi tasarımı boyutları daha önemli. Ve üzerinde düşünmeye, konuşmaya değer.

Fransa epeydir bir dizi terör saldırısıyla karşı karşıya. Üstelik, bu terör saldırılarından önce başlamış ve bunlara koşut yürüyen, bunlarla örtüşen bir yeni anti-semitik saldırı dizisi de yaşıyor. Esasen, söz konusu manifestonun çıkış noktası da bu ikinci durum. Manifestoda, Yahudilere yönelik saldırıların Fransa’nın toplumsal dokusunu tahrip ettiğine vurgu yapılıyor. Bu vurgunun İslam düşmanlığıyla karıştırılmamasına da dikkat çekiliyor.

Siyasi tepkiler bir yana manifestonun entelektüel eleştirisini Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu yaptı. Sayın Hanioğlu ile bilgi yarıştırmak haddime değil. Ancak siyasal yaklaşım konusunda ayrılıklarımız var. Esasen tartışma ilahiyat değil siyaset temelinde yürütülmeli. Nüfusunun ezici çoğunluğu Müslüman ülkelerde Yahudi, Hristiyan yahut inançsızların halen yaşıyor oluşlarının ve İslam dininde Kuran tefsirini küresel biçimde kabul ettirecek Vatikan benzeri bir “otorite” olmayışının altını çizmek, manifestoyu tetikleyen sıkıntının varlığını ve nedenlerini yok saymamıza cevaz vermemeli.

Bizimki, metropol merkezlerinde toplu katliam boyutunda terör saldırılarının yaşandığı günlerin akşamlarında halkımızın çoğunluğunun popüler dizi ve şovları izlemeyi, ana haber bültenlerine yeğlediği bir ülke. Bizim terörle mücadele dediğimizi ise “isyan bastırma faaliyeti”, terörizm dediğimizi “kalkışma” olarak tanımlıyor NATO müttefiklerimiz –bile. TMK’daki tanımın Batı’da genelgeçer tanımlara ne denli uyumsuz olduğunu ise konunun uzmanı eski AİHM yargıcı (e.) Büyükelçi Rıza Türmen defalarca yazdı. Dolayısıyla Fransız'ın yaşadığı travmayı kavramak bize zor.

Bir de Arap aleminin kültürel çölleşmesi konusu var ki belki hep “bataklığı kurutmakla” kafayı bozanların o çölü yeşertmek üzerine daha fazla kafa yormaları gerek. Kültür ve bireysel özgürlük el ele gidiyor. Özgürlüğün olmadığı ülkelerde, Kültür Bakanlığı adındaki kurumlara da başvurmak değil kafa atmak daha uygun düşüyor sanırım. Sayın Hanioğlu’nun yazısının başlığına aldığı gibi radikalizmin çözümü kutsal kitapta tashih olmasa da, başlangıçta orta şekerli ardından düpedüz acı İslamcılık da herhalde tedavi reçetesi hiç değil.

Charlie Hebdo katliamından sonra dönemin başbakanı Davutoğlu’nun o ikircikli, “sırıtan”, suret-i haktan görünerek “ama-ama” tutumunu anımsayın. Ki o Charlie Hebdo’nun yayın yönetmeni Philippe Val bu manifesto metnini de kaleme alanlardan. Sahi, Michel Houellebecq’in “Soumission” (Teslimiyet?) romanı 2015’te çıktı, kıyamet koptu, acaba Türkçe’de neden hâlâ yok, bir düşünün. Uyarmak, uyandırmak için sarsmak, düpedüz tahrik etmek (“provokasyon”), zevksizce de olsa ifade özgürlüğünün parçası değil mi?

Batı’daki, özellikle Fransa gibi hatırı sayılır ölçekte Magrep kökenli nüfusa sahip ülkelerdeki sancı, hem IŞİD vahşetinin ortaya çıkışı hem yukarıda değindiğim Arap ülkelerindeki kültürel çölleşmenin adeta arka yüzü. Buna karşılık, Almanya’da dört milyonu aşkın Türkiye kökenli nüfus varken ve bu nüfusun (şu veya bu nedenden ötürü) bir entegrasyon başarısı öyküsü bulunduğundan söz edemeyeceğimiz ortadayken, Fransa’yla benzer sorunlar yaşanmaması da üzerinde durulması gereken belki bir başka boyut.

Özetle, ben manifestoyu yazanları cehaletle suçlamaktansa, dinlemek yanlısıyım. Laik cumhuriyet, bizimki veya (pek çok yönünü alıntıladığımız) Fransa’nınki olsun, tehdit altında. Temel soru özgürlükten yana olup, olmamak. Kültürel melezleşme, kapıları, pencereleri olabildiğince açmak, cumhuriyetin okullarında tüm çocukların insan yerine konularak kendi hayallerini gerçekleştirme, eşit yurttaşlar olarak topluma katılma odaklı eğitim almaları asıl konu.

Bireyi, renksiz bir bütün içinde eritmeye, kendinden vazgeçmeye koşullayan, faşizm ve komünizm gibi totaliter düzenlerden nasıl çıkıldıysa İslamcılık kapanından da öyle çıkılacak. Zira İslam’a bir şey olduğu, olacağı yok, sorun İslamcılık. Sonu totaliterliğe çıkmayacak dinci devlet düzeni mümkün değil. Öyle altı kısık ateşte açılmış tencerede kurbağa nasıl kaynamış filan hikayelerine de fazlaca kulak asmayın. Bakın, insanın atası primatın ağaçta yaşadığı dönemde dahi yere indiğinde ayakta durduğu kanıtlandı. Ayakta durun ve dalganıza bakın.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.