YAZARLAR

Gerçekliğimiz barışı çağırır, savaşı değil

Barış büyük insanlığın gerçekliğidir, gerçekçi bir biçimde en büyük güçle savunulmalıdır. İnsan doğasından değil insanın varlığını sürdürme, güçlü biçimde sürdürme isteğinden kaynağını alır.

Dünyanın yörüngesine dinamit koyabilecek silahlara sahip olan iktidar sahipleri, anlaşamadıkları bir emperyalist paylaşım mücadelesinde karşı karşıya geldiklerinde, insan savaştan başka bir şey düşünemiyor. Ya da barıştan başka mı demeliyim? Bütün insanlar gibi kurumlar da varlıklarını sürdürmek ister. Örgütlenmiş siyasal iktidarlar güçlerini artırmak, daha geniş bir kitleye, daha yoğun biçimde hükmetmek ister. İçinde yer aldıkları sistem çerçevesinde bunun yollarını ararlar. Ordular varlıklarını sürdürmek ve güçlendirmek için savaşmak isterler, silah kullanmayı bilen silahını kullanmayı düşünür. Para gücün aracıdır, birikmiş para refahtan önce kudret sağlar. Bu üçünün mesafesiz bir biçimde bir araya gelmesi “toprağında gölge, sokağında fener, penceresinde cam” olmayan büyük insanlık için felakettir. Çünkü büyük insanlık ölür ve öldürülür o felaketlerde.

Sıvasız evlerden yıkılmış şehirlere giden mesafeyi kısaltan dizginlerinden boşanmış bir tekelleşmedir; para, silah ve iktidarın “realist” tekelleşmesi. Tekel hep daha fazlasını elde etme arzusundadır. Bunun varacağı yer elbette bellidir. İnşaata bakarak zaman geçiren bir toplumun inşaat yaparak güç biriktiren sermayesi ve siyasal iktidarının büyük insanlığı felakete sürükleyebilecek hırsı da inşaatta cisimleşir örneğin. Büyük insanlık inşaatlarda işlenen iş cinayetlerinde ölürken, inşaat için girişilen savaşlarda ölür öldürülür bir de.

BÜYÜK REALİSTLER

Siyasetin büyük realistlerinin pek hoşuna gitmez bu gerçeklik. Çünkü onun konusu birikmiş gücün toplu çıkarlarıdır. Clausewitz’den Morgenthau ve Schmitt’e kadar realizmin tüm tutarlı düşünürleri için savaş ve barış gücün çeşitli biçimlerinin dolaşımından başka bir şey değildir. Savaşın doğasına ilişkin derinlikli bir araştırma sunan klasik eserinde Clausewitz örneğin bu güç dolaşımının özündeki üç eğilimi tanımlar: Birincisi halkla ilgilidir: Şiddet ve doğal bir içgüdü sayılması gereken kin ve nefret. İkincisi komutanla ya da orduyla ilgilidir: Hesaplar, tesadüfler. Üçüncüsü ise hükümetle ilgili eğilimdir: Politik amaç. “Savaş yalnızca politikanın başka araçlarla devamıdır” tezinin özü bu realizmdir. Halkta doğal olduğu varsayılan şiddet, kin ve nefret eğilimi ile politik amacı birleştirdiğiniz zaman kullanacağınız araçtır savaş. Fakat daha eserinin başında bu aracın nasıl da mutlaklaştığını ve aşırılaştığını kendi realizmince anlatır Clausewitz. Onu takip eden Morgenthau uluslararası ilişkilerin, daha doğrusu realizmine daha çekici gelen savaşın özünün ulusların çıkarı olduğunu söyler. Onun deyimiyle “güç olarak tanımlanmış çıkar.” Realizmin ilkelerini sayarken Morgenthau güçlü biçimde bütün muhafazakar-realist yaklaşımların ortaklaştığı bir “kötü” insan doğasına dayanır. O zaman savunulacak bir hakikat yoktur, elde edilmesi ya da dengede tutulması gereken bir güç vardır. Schmitt bu realizmi en üst seviyeye taşımıştır. Onun için siyaset ancak savaş ihtimali söz konusu olduğunda vardır. Schmitt’e göre zaten egemenlik ilişkisinin tesis edilmiş olduğu devlet içinde siyaset söz konusu olmaz, savaş ihtimalini hep saklı tutan devletlerarası ilişkilerin alanıdır siyaset: Kamusal olarak düşman olma potansiyeli taşıyanlara karşı yoğunlaşacak bir ayrıma dayanır. Devlet içinde siyaset ancak devlete karşı bir egemenlik iddiası devreye girdiğinde ortaya çıkar.

Barışın ideallerle ve büyük insanlığa dair hakikatlerle korunamayacağını temel alan bu düşünürler, kaçınılmaz olan savaşları sınırlandırmaya odaklanır. Morgenthau ve Schmitt’in yaşadıkları dönem bakımından daha da semptomatiktir bu. Sınırlı savaşın bu savunusunu, aslında Avrupa dışında hiç yaşanmamış bir döneme duydukları hayranlıkla girişirler. Schmitt, Avrupa dışında Avrupalıların yürüttükleri mutlak savaşları, katliam ve soykırımları kamusal savaşlar olarak görmez bile. Ayrıca bu tür savaşların bittiğini ilan eden mutlak savaş Avrupa’da gerçekleştikten, büyük insanlık tarihindeki en büyük yıkıma uğradıktan sonra hayranlığından kaynaklı realizmini sürdürür.

EZİLENLERİN REALİZMİ

Egemenlerin bu kudretli realizminin karşısına çıkabilecek olan büyük insanlığın realizmidir elbette. İnsan doğasının kötülüğü muhafazakar saçmalığı kadar iyiliği saçmalığını da bertaraf edebilecek bir gerçekçiliktir. Umududur büyük insanlığın, gündelik gerçekliğidir, sıvasız evin sıvasının neden bir türlü bitmediğini açıklayabilecek bir gerçekçilikten bahsediyorum. Kin ve nefret eğilimi saçmalığından değil, yapıcı ve yaratıcı, nedeni, sonucu ve zorunluluğu açıklayabilecek bir gerçekçilikten.

Marx 1857’de Engels’i ordu konusunda çalışmaya teşvik etmek için yazdığı mektupta ifade etmişti bu gerçekçiliği: “Burjuva toplum biçimlerinin bütün tarihi, orduda, bir hayli çarpıcı biçimde özetleniyor.” Lenin savaşın hemen öncesinde politik gerçekçiliği ile emperyalist hükümetleri şöyle uyarmıştı: “Emekçiler kapitalistlerin çıkarı, hanedanların gururu ya da gizli anlaşmalar kombinezonları için birbirlerine kurşun sıkmayı bir cinayet olarak kabul ederler.”

Barış büyük insanlığın gerçekliğidir, gerçekçi bir biçimde en büyük güçle savunulmalıdır. İnsan doğasından değil insanın varlığını sürdürme, güçlü biçimde sürdürme isteğinden kaynağını alır.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.