YAZARLAR

Bugünün büyüğü, yarının küçüğü...

Bu kadar büyüklenenlerin, güvendiği başka büyükleri vardır belki. Belki açılan soruşturmalar, “fakirden yana” sonuçlanmayacaktır. Belki görevden alınanlar, başka bir yerin büyüğü olacaklardır yine. Bilemiyorum. Bildiğim şey, bu tarz olaylar paylaşıldıkça, tepkiler büyüdükçe, sesler çıktıkça, böyle güç zehirlenmesi yaşayanların durdurulma ve cezalandırılma ihtimalinin yükseldiği.

Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben bakanım, dekanım, başkanım, direktörüm, rektörüm, müdürüm, savcıyım, avukatım, polisim, askerim, hemşireyim, doktorum, patronum, hâkimim, öğretmenim...

Karşıma, benden daha güçlü biri gelene kadar, en güçlü benim. O zamana kadar, istersem asarım, istersem keserim, döverim, bağırırım, ezerim, aşağılarım. Bütün komplekslerimin acısını, senden çıkarırım. Kendimden başka kimseyi sevemem. Sadece yalakaları severim. Yalakalık yaptıklarını bilirim ama yine de severim. Hep kenarda dursunlar isterim.

Benden daha güçlü biri geldiği an, sesimi keserim. Ellerimi önümde kavuşturur, başımı öne eğerim. Komik bir şey söylüyorsa, en çok ben gülerim (komik olmasa da gülerim). Kızgınsa, hak veririm. Bağırmasını sessizce dinlerim (belki içimden küfrederim). Bir böcek boyutuna gelene kadar küçülürüm, küçülürüm. Gidiyorsa, gözden kaybolana kadar, yüzümde asılı gülümsemeyle el sallarım. Ardından, önce gülümsememi, sonra ekibimi toplarım. Herkese gücümü gösteririm.

Her meslekte var böyle insanlar. Oluyor. Kişiliklerindeki tüm eksik parçaları, sahip oldukları güçle tamamladığını sanan, bir sürü zavallı insan. Kendine değil, koltuğuna güvenenler. Koltuk elden gidince, bitenler.

Yıllar önce, boya sandığı “zabıtacı amca” tarafından parçalanan, 12 yaşlarında bir çocuğun haberi vardı. Çocuk ağladıkça, zabıta memuru tekme atıyordu boya sandığına. Onu durdurmaya çalışan çocuğu sertçe itiyor, çocuk yere düşüyor ve zabıta memuru (hayatta nefret ettiği her şey, o sandığın içindeymiş gibi bir hınçla) tekmeliyordu.

Geçen hafta da başka bir “zabıtacı amca”nın haberi vardı. Zabıta çekicisinin şoförü, emniyet şeridini kullanmış gereksiz yere. Kural ihlali yapmış yani. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Zabıta Daire Başkanı da bunu görmüş (ya da duymuş).

Sonra ne yapmış?

Soruşturma mı açmış? Yazılı uyarı mı göndermiş? Kınama cezası mı vermiş? Aylığını mı kesmiş? Görevden mi uzaklaştırmış? Hayır.

Tokatlamış.

Güvenlik kamerası görüntüleri “bir şekilde” sızınca, neler yaptığını dakika dakika izleme fırsatımız oldu. Daire Başkanı, makam aracından iniyor. Emin adımlarla zabıta binasının önünde ilerliyor. Başıyla memuru yanına çağırıyor. Memur, koşarak (ve montunun önünü ilikleyerek) geliyor. Esas duruşta bekliyor. Daire Başkanı parmak sallıyor, yumruk gösteriyor ve bağırıyor da bağırıyor.

Memur, esas duruşta beklemeye devam ederken, Daire Başkanı iki kez tokat atıyor ona. Birlikte çalıştığı insanların, arkadaşlarının, herkesin ortasında. Sonra bağıra bağıra gidiyor. O gittikten sonra, memur birkaç adım atıyor ve yere düşüp bayılıyor.

Ne inanılmaz bir güç gösterisi değil mi? Altında çalışan, işe ihtiyacı olduğundan, sana karşılık vermeyeceğinden emin olduğun memuru, herkesin içinde dövmek. Kocaman bir insanın gururunu incitmek. Bayılmasına (ya da utancından, bayılma numarası yapmasına) sebep olmak.

Memur, olaydan sonra demiş ki, “Şerit ihlali olduğu doğru. Üstlerimden aldığım talimat doğrultusunda, kamu çalışanı olduğumuz için fazla konuşamayacağım. Büyüklerimiz zaten gereğini yaptı. Hukuki yollara başvurup başvurmayacağımı henüz bilmiyorum. Büyüklerimiz ne emrederse, onu yapacağım.”

Büyüklerimiz... Büyüklerimiz gerçekte ne kadar büyük? Biz ne kadar büyüğüz? Mesela, bu memuru tokatlayan büyüğümüz, görevden uzaklaştırıldı ve hakkında soruşturma başlatıldı. Bu aralar çok da büyük görünmüyor olabilir yani.

Antalya Kaş’taki bir büyüğümüze bakalım... Bir öğretmen. Çocuk emanet edilen, “en kutsal meslek” sahibi. Öğrencilere şiddet uyguladığı için şikayet edilen, şikayet eden velileri de (çocuklarının önünde) tehdit eden bir büyüğümüz.

“Bundan sonra var ya, bu köyde beni şikayet eden herkesin ağzını burnunu kıracağım.” diyor öğretmen. Çocuğunun yanında, engelli bir babaya “İkimiz de mahkemeye gidelim ama sen fakirsin, para bulamazsın.” diyerek gülümsüyor. Elleri arkada. Sanki öğretmen değil, ağa. Tehditler, gözdağı vermeler, saldırmalar filan.

Gelin görün ki, bu büyüğümüz de açığa alındı ve soruşturma başlatıldı. Soruşturma sonuçlanana kadar, uzaklaştırıldı. Yaptıkları sosyal medyada bu kadar yayılmasa ve tepkiler büyümeseydi, hayatına büyük büyük devam edecekti belki.

Bu kadar büyüklenenlerin, güvendiği başka büyükleri vardır belki. Belki açılan soruşturmalar, “fakirden yana” sonuçlanmayacaktır. Belki görevden alınanlar, (insanların sesi kesildikten, olay unutulduktan sonra) başka bir yerin büyüğü olacaklardır yine. Bilemiyorum.

Bildiğim şey, bu tarz olaylar paylaşıldıkça, tepkiler büyüdükçe, sesler çıktıkça, böyle güç zehirlenmesi yaşayanların durdurulma ve cezalandırılma ihtimalinin yükseldiği. O zaman, onların “büyükler”i, bir şeyler yapmak zorunda kalıyor çünkü.

Büyük konuşmamak lazım yani. Bir gün bir bakarsınız ki, bugünün büyüğü, yarının küçüğü olmuş.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.