YAZARLAR

Merkez sağdan hiper sağa Süleyman Soylu

Merkez sağın tüm hırslarıyla donatılmış bir prens. Dedesi Demokrat Parti, babası Adalet Partisi, kendisi Doğru Yol Partisi gönüllüsü. DYP’nin hep yükselen ama bir yere çıkmayan yıldızı. Demokrat Parti’nin kır atının kısa bir etaptaki süvarisi. Siyasal lümpenliğin ilk ayyuka çıktığı 1987 referandumu yapılırken DYP’den siyasete atıldı. 2010 referandumunda makas değiştirdi; artık yeni evindeydi. Zaten eski ev de yeni ev de yıkılmış, herkes saraya taşınmıştı.

Dünyaya 1969’da geldi. Siyasi doğumu ise uzun sürdü. Bir referandumla 1987’de başladı, bir başka referandumla, 12 Eylül 2010’da tamamlandı. İlk referandum ona dilini, üslubunu verdi, ikincisi ikbal günlerini. Hırsı aile yadigarı. Nefes nefese 23 yıl süren siyasi koşusunda gittiği yolun 'bir arpa boyu' olduğunu kendisi mi gördü, şedit diliyle bir dönem rakip olduğu “ilelebet ebedi lideri” Recep Tayyip Erdoğan mı bilmek zor. O hırs dolu yılların boşluğu en iyi, tüm profesyonel politikacılar gibi her fırsatta söylediği, “Koltuk değil, beka meselesi” sözünde yankılanıyor. Sadece bir koltuğa kurulmuşken söylenir bu söz; koltuk ile bekanın eşitliğini daha iyi ifşa eden bir kalıp yok.

Sözleri vurgulu. Bir yanıyla bir vaiz konuşuyor sanki, bir yanıyla hamasi şiirler okuyan bir orta mektep talebesi diyaframa abanıyor. Cübbeli Ahmet ile Mehmet Ağar harmanı. Bir tutam da Sedat Peker retoriği. Ayna önünde temrin yaparcasına kendisini izliyor sanki konuşurken, karşısında ayna olmayınca gözleri birbirine yaklaşıyor, kendisini görmek için. Merkez sağ ailelerin efendi çocuğu pozuna bürünüyor hiyerarşide bir basamak üstte birinin huzurunda, sesi yumuşuyor, yüzü efendiliği pekiştirecek mimikleri ararken seğiriyor az. Sağ rekabet anlayışında hazır kıta bekleyen düşmanlık nevrozuna kolayca kapılıveriyor. Övgüde de yergide de sınır tanımayan bir nevroz.

Dili hem şedit hem veciz olmaya meyyal. Deyim merakı adaşı Demirel’i andırıyor, icraatta ise Çillervari tahrifatlar baskın. Her liderinden bir hisse var üstünde.

“Gününü göstereceğiz.”

“Orayı kafana yıkarız senin.”

“Bütün bedenim kan gölüne dönse de…”

“Dilin çok uzamış senin.”

“Sen bittin.”

'ALLAH REFERANDUMUNUZU VERSİN'

1987 yılında, 18 yaşında DYP İstanbul İl Gençlik Kolları’nda siyasete atıldı. Babası attı, Hasan Soylu, partinin Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı idi; Komünizmle Mücadele Dernekleri'nden gelme ortalama bir sağcı. Genç Soylu “anons ve takdim” işlerini yapacak, kendi kendisini yetenekli bulacaktı. Bu işte yeni icatlar yaptığını söyleyecekti söz açılınca, Erkal Zenger’i bilmeyenin kolayca inanacağı bir özgüvenle.

O yıl, 12 Eylül sisi dağılır gibiydi. Süleyman Demirel, “Bir bilen” sıfatıyla 1983 seçimlerinden itibaren “merkez sağ”ın Karagöz perdesinin rejisörlüğünü yürütüyordu. 7 Kasım’da siyasi yasakların kalkması için yapılan referandum Demirel ile birlikte, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş ve Necmettin Erbakan’ın yeniden aleni-legal siyaset yapabilmesinin önünü açtı. O gün, 1983’te güçlü bir iktidar kuran yerli ve milli donuna bürünmüş neo-liberalizmin mutemedi Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’nin gerileme sayacı da çalışmaya koyuldu. Genç Soylu daha doğru bir yerde olamazdı, aile partisi DYP 1990’ların başında iktidara gelecekti.

Yasakların kıl payı (75 binden az) farkla kalktığı o referandum sadece Türkiye’yi yönetmeye talip kadroların belirlenmesini sağlamamış, siyasal dilin niteliği ve düzeyini ifşaya da vesile olmuştu. Lümpen, cinsiyetçi, şoven, laubali ve sınır tanımayan bir saldırganlık ortamın hakimiydi. Merhum Arda Uskan, 6 Eylül 1987 tarihli Nokta dergisindeki editör yazısında, “Allah referandumunuzu versin” başlığını izah ederken, ortamı iyi özetliyordu.

Yasaklı Demirel’in legaldeki sesi Hüsamettin Cindoruk, “No… No…” yazılı tişörtle gezen Güneş Taner’e, “Bu giysiyle TIR şoförlerinin karşısına çıkmasın” diyecekti. Taner’in cevabı: “Bana nonoş diyenlerin 6 Eylül’de hayır çıkarsa bir tarafları acımayacak mı?”

KIŞLADAKİ LÜMPEN TABUR

DYP, Turgut Özal’ın eşi Semra Özal’ı anıştırarak, “Oy vermeyin arıya, teslim olmuş karıya...” sloganını kullanıyordu, ne yaratıcılık ama! Özal ise ırkçı-şoven ve ayrımcı-dinci toptancılığın söz dağarına inciler katıyordu: “Yunan gibi kaçıyorlar. Şeytanın kaçtığı gibi.”

Mavi, yani “Evet” oyu “Yunan” yani ulusal düşman demek, turuncu, yani “Hayır” oyu “nonoş” yani cinsel düşman demekti. Mekan, esafili şarkın, şiş taifesinin, nizamı alemcilerin toplaştığı bir kıraathane değil, yüksek siyasetin göbeğiydi. 12 Eylül faşizminin toplumu hizaya getirme hamleleri, dil, üslup, anlayış ve bakış tarzlarında sert bir gerilemeye yol açmış, beyefendi sıfatlı koca adamlar, doluştukları kışlada birbirilerine enseye tokat sataşan lümpenler taburunu aratmaz hale gelmişlerdi. Kışla-ülkenin başkomutanı Kenan Evren tedrisatı, herkesi küfürbaz çocuklara dönüştürmüştü. Nitekim, bir futbol maçında küfürlere dayanamayarak stadı terk ederken, kibirle inşa ettiği eserinden tiksinmiş numarası yapmıştı.

O referandumun dili, 1990’larda tekrarlanıp duracaktı: Psikopat, deyyus, pezevenk, iktidarsız, yavşak…

HEP YÜKSELEN YILDIZ

Süleyman Soylu 1990’lar boyunca DYP atının üstünde siyasi kısmetinin peşindeydi. Daha 26 yaşındayken, 1995’te ilçe başkanlığına oturacaktı. Babasının koltuğuna. “Türkiye’nin en genç ilçe başkanı” sıfatı hâlâ otobiyografisinin gururlu cümlelerinden biri. DYP iktidardı, başında Çiller vardı ve Soylu, Çiller’in genç yıldızlarındandı. 1999’da Gaziosmanpaşa Belediye Başkan adayı oldu, seçmen 'olmaz' dedi. İpi Fazilet Partisi adayı göğüslemiş, Soylu altıncı sırada kalmıştı. Aynı yıl İstanbul il başkanlığı görevine geldi, 2002’de milletvekili adayı oldu, yine olmadı. Çiller’in DYP’si barajın altındaydı. Bir devir kapanmıştı.

Hasılı, 1987’de büyük öngörüyle yerleştirildiği “iktidara yelken açan gemi” 2002’de karaya oturmuştu. Dümene “bin operasyon yaparken çocuklar gibi şendik” gibilerinden nutuklarla öne çıkan Mehmet Ağar geçti. 1990’ların modasının, polis şeflerinden siyasal yıldız çıkarma modasının bu demode ismi, 22 Temmuz 2007 seçimlerine giderken bir dizi siyasi operasyona yöneldi. Partinin adını Demokrat Parti yaptı. ANAP ile birleşme arayışlarına girdi, fakat eşbaşkanlık fikri bu tek adamlar kulübüne ters gelince o iş yattı. Neticede parti yüzde 5,4 ile particik olmuştu. Ağar istifa etti. Soylu dizginleri ele almaya koşturdu. Genç ilçe başkanı, genç il başkanı, artık siyasi enkaz olan DP’nin genç genel başkanı olmaya hazırlanıyordu. Başardı. Üçüncü turda geçerli 800 oyun 529’unu aldı. Kaptanların terk ettiği gemiye çıkma cesareti gösteren miçoydu.

2009 yerel seçimlerinden önce, eski oyun altında kalırsa istifa edeceğini açıkladı. Gemiciğin enkazı doğası gereği sürükleniyordu, geriye doğru. “Erdoğan’a gününü göstereceğiz” dediği yerel seçimlerde yüzde 4’te kaldı. “Bildiğiniz siyasetçilerden değilim” dedi. Aday olmayacaktı. Fakat bir ısrar bir ısrar, eriyen tabanı kıramadı. İlk iki turda seçilemedi, üçüncü turdan önce ceketini alıp gitti. Koltuğa yapışmamıştı. Aslında koltuk da ona yapışmamıştı…

MAKAS DEĞİŞİKLİĞİ: 2010 REFERANDUMU

Süleyman Soylu, siyasi hayatının en önemli makas değişikliğini ikinci bir referandum döneminde başardı: Hâlâ DP üyesiydi fakat ünlü 12 Eylül 2010 referandumda, hani şu sözde 12 Eylül ile hesaplaşma oylamasında “evet” için çalıştı. Diyar diyar gezerek evetin faydalarını ateşli nutuklarla anlattı. Aile geleneği, evi, her şeyi olan DP’den istifa etmeyi unutmuştu, yoksa siyasal ilkesizlik sergileyecek değildi ya? Hüsamettin Cindoruk kaptanlığındaki DP, bu dalgınlığı düzeltti, eski yıldızını, kıratın sabık binicisini ihraç etti.

Ateşli sözlerinin dumanını Recep Tayyip Erdoğan gördü. Soylu’yu 2012’de partisine davet etti. Erdoğan o dönem eski yıldızlardan yeni aylar yapma ustalığını konuşturuyordu. Hep bir yükselen yıldız olarak kalmış Numan Kurtulmuş gibi Süleyman Soylu da AK Parti’de basamakları beşer onar atlayacaktı. Başbakan Erdoğan’a sert bir muhalifti ama başkan Erdoğan’a daha sert bir yandaş olmasında sakınca yoktu. Zaten Erdoğan’a doğru direksiyon kıran o değil, ona doğru direksiyon kıran Erdoğan’dı. Milli Görüş geleneğinden gelen AK Partililer ne kadar feryat ederse etsin, Erdoğan artık kamu ya da özel sektör bürokrasisinde yükselen yıldız selfisi veren isimleri etrafında toplamayı sürdürüyordu. Parti bir lider kamarasına, parti lideri bir reise dönüşüyordu. Reisi vaktiyle genel başkan yapmış herkesin yıldızı sönüyor, reisi reis yapacak tabansız, toplumsuz ve reisten hiçbir alacağı olmayan bir yeni heyet teşkil ediyordu. Göze girmek için canla başla çırpınacak bir heyet.

ESKİ YILDIZ, YENİ AY

Anons ve takdim işinde mahir olduğunu 3 Şubat 2013’te Malatya’da bir daha kanıtlandı: “Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin ilelebet ve ebedi başkanıdır.” Yükselen eski yıldız, ışığını aldığı güneşi iyi tanıyan bir yeni aydı artık.

Aynı heyete kamu bürokrasisinden girmeyi başaran İçişleri Bakanı Efkan Ala, 15 Temmuz 2016 gecesi ortalarda görünmezken Çalışma Bakanı Süleyman Soylu TRT’yi basan darbecilere karşı TRT’ye giren ahali ile beraberdi. Haliyle, ortadan 'toz olmuş' görünen Ala gitti yerine tozu dumana katmayı bilen Soylu geldi. Tek şansı okumak ve bürokraside canını dişine takarak çalışmak olan parasız yatılı bakanın yerine, merkez sağ donanımlı dromoman bir siyasetçinin getirilmesi, yüksek çatışma ortamının ruhuna çok daha uygun olacaktı. Zaten eski ev de yeni ev de yıkılıyor, iki hane halkından Erdoğan’ın gözüne girebilenler, hiper sağın riyaset sarayına taşınıyordu.

BİR GECE YARISI SELFİSİ

Yine bir gece yarısı, Hatun Tuğluk cenazesine yönelik saldırıda hızla olay yerine intikal eden de yine o olacaktı; mezardan ihraç edilen cenazenin gömülmesi için devlet forsunu ortaya koydu, sonuç alamadı. Albümüne o geceden bir kare fotoğraf girdi; cenazelerini defnetmeye gelmiş Kürt siyasetçilere ve dostlarına saldıran gruptan biriyle. İstifasını isteyen Kılıçdaroğlu’na cevap verirken, 'yanlış bir işe vaziyet etmek ve durumu aydınlatmak için' gittiğini söyledi. Bakan, polis ve vatandaş karakolda buluşmuş, o da fotoğraf ricasını kırmamıştı. Demokrat Parti’deki “tabanla tavanı bir araya getirme” iddiasını AK Parti’de başarıyordu işte, onun fotoğrafıydı. Zaten Türkiye demokrasisinde istifalar, sadece büyük reisin talimatıyla mümkün olabilirdi. Üstelik Kenan Evren’in kışla-ülkesine nazire olarak inşa edilen mahpushane-ülkede kimin dört duvar arasına konulacağı, kiminle fotoğraf çekileceği muhalefete mi kalmıştı?

DP’de Ağar’ın rakibiydi; Çiller’in adamı olmakla eleştiriliyordu. Şimdi Ağar’ın adamı, dahası dublörü olduğu iddiaları yayılıyor. Oysa Ağar dahil bürokrasinin bütün eski ve yeni yıldızları, artık Erdoğan’ın etrafında dönen birer aydan ibaret. Sağın tüm adamlarını kendi hiper sağ solüsyonunda eritmeyi başaran Erdoğan, kimsenin kimsenin adamı olmasına izin verecek gibi durmuyor; Soylu da bunu herkesten iyi biliyor...