YAZARLAR

İletişim hakkı politik mücadeledir

Bugün bir insan hakkı olarak iletişim üzerine yeniden düşünmek ve iletişim hakkını güncel gelişmeler ve gereksinimler çerçevesinde yeniden tanımlamak, insan haklarını iletişim hakkını da içine alacak bir biçimde genişletecek bir kavrayışa ulaşmak ve en önemlisi iletişim hakkının bir politik mücadele alanı olarak inşa etmek önem kazanıyor.

İçinde olduğumuz hafta, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin ilan edildiği ve bu nedenle de insan hakları günü olarak tanımlanan 10 Aralık haftası. 1948’de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, üzerindeki tartışmalar hiç bitmemiş bile olsa totaliterliğin yükseldiği durumlarda, neyin talep edileceğine, ne için mücadele edileceğini gösteren bir ufku oluşturur.

İLETİŞİM HAKKI

İletişim hakkı kavramının kökeni de Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi’nin 19'uncu maddesidir. 1969’da Birleşmiş Milletler’de görevli Jean d’Arcy “right to communicate” kavramını önererek “iletişim hakkı” kavramsallaştırmasının ilk adımını atar. D’Arcy insanın iletişim hakkına dair bir tanım getirmese de, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 19'uncu maddesinde tanımlananın “insanın enformasyon hakkı” olduğunu belirterek, iletişimdeki gelecek gelişmeleri de göz önünde bulundurarak ileride daha geniş bir “iletişim hakkı” kavrayışının bildirgede kapsanması gerekeceğini belirtir. Böylece başlayan tartışma ilerleyen süreçte “insanın iletişim hakkı” tartışmasına evrilerek günümüze dek sürer.

“İletişim” hakkını tanımlamaya dönük başlıca çabalardan ilki Uluslararası İletişim Enstitüsü’nden 1973 yılında gelir. Ertesi yıl ise UNESCO’da süren “Yeni Uluslararası Enformasyon ve İletişim Düzeni” (YUEİD) tartışmaları içerisinde yerini alır. 1950’li yıllardan başlayarak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki tek yönlü enformasyon akışına dair yapılan öncü çalışmaların sonuçlarının çerçevelediği, UNESCO bünyesinde süren Yeni Uluslararası Enformasyon ve İletişim Düzeni tartışmaları, görünüşte iletişim faaliyetlerinin sorgulanması üzerine yoğunlaşsa da, esasen iletişimin kapitalist üretim ve dolaşımdaki belirleyici rolü nedeniyle sisteme dair bir sorgulama niteliği taşır. Bu anlamıyla da, 1970’lerin gelişme ve modernleşme kuramlarına, piyasanın üstünlüğünü savunan liberal yaklaşıma ve teknolojinin yansızlığını savunan teknolojik determinizme karşı, Soğuk Savaş’ın cephelerini oluşturan kapitalist ve sosyalist bloğa dâhil olmak yerine bir araya gelmeye karar veren ülkelerce 1955’te oluşturulan ve üyelerinin çoğunluğu yeni bağımsızlığını kazanmış, yoksul Üçüncü Dünya ülkeleri olan Bağlantısızlar Hareketi’nin meydan okuyuşunu temsil etmektedir.

YENİ ULUSLARARASI ENFORMASYON VE İLETİŞİM DÜZENİ

Demokratik bir uluslararası iletişim düzenine dair taleplerin pek çoğu ilk olarak Bağlantısızlar Hareketi'nin toplantılarında dile getirilir. Örneğin, Bağlantısızlar Hareketi ülkelerinin uluslararası haber akışında Batılı ülkelerin hegemonyasına karşı kendi haber ajanslarını kurma talepleri ilk kez 1973 Cezayir toplantısında dile getirildikten sonra 1976’da Hindistan’daki toplantısında gerçeğe dönüşür. Bunun yanında 1976’da Kenya’da düzenlenen 19’uncu UNESCO Genel Kurulu’nda örgütün Genel Sekreteri Amadou-Mahtar M’Bow, Bağlantısız Hareketi'ndeki ülkelerin iletişim alanındaki bölgesel işbirliği arayışlarından ve iletişimdeki dengesizlikten bahsederek, Yeni Uluslararası Enformasyon ve İletişim Düzenini gündemde ön plana çıkartır. Bu gündem çerçevesinde gelişmekte olan ülkelere bağımlılık durumundan çıkmalarında yardımcı olmanın yollarını saptaması için İletişim Sorunlarının Araştırılması İçin Uluslararası Komisyon kurulur ki, bu komisyon başkanlığını İrlandalı diplomat Sean MacBride’ın başkanlığını yapması nedeniyle MacBride Komisyonu olarak bilinir.

MacBride Komisyonu, 1980 Genel Kurulu’na sunduğu “Birçok Ses, Tek Bir Dünya” başlıklı rapor, ABD’nin UNESCO’dan çekilme tehditleri, Batılı medya şirketlerinin iletişim hakkı tartışmalarını kendi etki alanlarının genişlemesine karşı bir tehdit olarak algılaması ve bu algının basına yansımasına bağlı olarak Batı medyasının UNESCO karşıtı kampanyası eşliğinde hazırlanır. Bunun sonucu olarak da pek çok konuda kesin tavır almaktan alıkonulur ve Bağlantısızlar Hareketi ülkelerinin talepleri ile gelişmiş Batı ülkelerinin zorlamaları arasında bir orta yol bulmaya çalıştığı eleştirilerine maruz kalır. Fakat söz konusu rapor nihayetinde kapsamlı ve bazı önemli önermeler içeren, insan hakları ile iletişimi ilişkilendiren niteliği ile tarihsel bir değere sahiptir.

BİRÇOK SES, TEK BİR DÜNYA

MacBride raporu olarak bilinen “Birçok Ses, Tek Bir Dünya” (Many Voices, One World) başlıklı raporda iletişimin demokratikleştirilmesi başlığı altında, günümüzde de iletişim hakkı kavrayışına esas teşkil etmesi gereken üç öneri yer alır. Bunlardan ilki, iletişim çalışanları ile ilgilidir. Öneri tüm kitle iletişim çalışanlarının “gerek bireysel gerekse kolektif insan haklarının yürütülmesine” katkıda bulunması, yalnızca insan hakları konusundaki uluslararası kabul görmüş ilkeleri destekleyerek değil, “aynı zamanda nerede olursa olsun tüm saldırıları gözler önüne sermek ve hakları ihlal edilen veya tecavüze uğrayanları” destekleyerek bu katkıyı gerçekleştirmesi gereğine işaret eder. İkinci öneri, “İletişim araçları, özgürlük ve bağımsızlık savaşı veren halkların haklı davalarını desteklemeli, yabancı müdahale olmaksızın barış ve eşitlik içinde yaşam haklarına katkıda bulunmalıdır” derken, aynı zamanda da sömürgecilik, din ve ırk ayrımı ile mücadele ederken kendi ülkelerine seslerini duyurma olanağından yoksun olan tüm baskı altındaki halklar için bu önerinin gerçekleştirilmesinin önemini vurgular. Üçüncü öneri ise bir insan hakkı olarak iletişimin, farklı boyutlarını ortaya koyması açısından çarpıcıdır: “Demokratik bir toplumda iletişim gereksinimleri; haber alma hakkı, haber verme hakkı, özel yaşamın gizliliği hakkı, kamu iletişimine katılım hakkı gibi özgül hakların genişletilmesiyle karşılanmalıdır”. Bu üç öneri, raporun “Yarının İletişimi” başlığı altında sıralanan diğer önerileri ile bütünlüklü bir biçimde, günümüzün iletişim hakkı kavrayışının da taşıması gereken temel bir niteliği ortaya koymaktadır: İletişim hakkı bireysel bir hak olmaktan öte toplumsal bir haktır. İletişim hakkının böylesi toplumsal bir özellik göstermesi, aynı zamanda iletişimin de basit bir kaynak ve alıcı arasındaki enformasyon değişimini temel alan ana akım kavrayışlar dışında ele alınması gerektiği anlamını taşımaktadır.

YENİ DÜNYA DÜZENİ

ABD’nin UNESCO’dan beklenen çekilmesi 1984’te gerçekleşir. Çekilmeyle birlikte UNESCO bütçesinden 43 milyon dolar kaybeder. Sonrasında Britanya ve Singapur 1985’te UNESCO’dan ayrılır. Böylece örgüt bütçesinin yaklaşık üçte birini kaybettiği gibi uluslararası iletişim alanındaki başlıca aktörlerle bağlarını koparmış olur.

UNESCO, iletişim politikaları alanında etkisizleşir. “İletişim hakkı” tartışmaları sona erer. Bu son, aynı zamanda neo-liberal politikaların tüm diğer toplumsal alanlar gibi iletişim alanında da uygulamaya sokulduğu ve hem ulusal hem de uluslararası düzeyde iletişim alanında hem nicel hem de nitel önemli değişimlerin yaşandığı bir dönemin başıdır. Neo-liberalizmin iletişim alanını etkisi altına almasıyla birlikte Yeni Uluslararası Enformasyon ve İletişim Düzeninin temsil ettiği Kuzey ve Güney arasındaki enformasyon akışı eşitsizliklerinin giderilmesi talebi ve elbette ki iletişim hakkı tartışmaları “Yeni Dünya Düzeni” tartışmaları arasında kaybolur, tüm iletişim olanakları neo-liberalizmin işine koşulur.

İLETİŞİM HAKKI YENİDEN

Bugün iletişim alanındaki şirket egemenliği ve şirketlerin piyasa çıkarları için hızla bütünleştiği totaliter iktidarlar, ticari ve siyasi çıkarlar doğrultusunda manipüle edilmiş bir bilgi ve iletişim alanına neden oluyor. Elbette ki siyasi temsil ile arasında doğrudan ilişki bulunan iletişim süreçlerindeki kültürel temsil süreçleri toplumun geniş kesimlerinin iletişim süreçlerinde görünmez kılınması ya da ayrımcı biçimlerle temsil edilmesi biçiminde işliyor. Böylece iletişim ortamı sermaye birikimi açısından dolaysız bir alan haline gelirken, medya da ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin her türlü biçimini meşrulaştıran ve yaygınlaştıran işleyişi ile eşitsiz toplumsal pratikleri derinleştiriyor. Güvenlik, hem küresel hem de ulusal düzeyde iletişim hakkının ihlal edilmesinin temel gerekçesini oluşturuyor.

Hal böyleyken, bir insan hakkı olarak iletişim üzerine yeniden düşünmek ve iletişim hakkını güncel gelişmeler ve gereksinimler çerçevesinde yeniden tanımlamak, insan haklarını iletişim hakkını da içine alacak bir biçimde genişletecek bir kavrayışa ulaşmak ve en önemlisi iletişim hakkının bir politik mücadele alanı olarak inşa etmek önem kazanıyor.


Funda Başaran Kimdir?

1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. 1995 yılının Eylül ayında Yüksek Lisans öğrencisi olarak başladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1996 yılının Ocak ayında araştırma görevlisi oldu. 7 Şubat 2017 tarihinde 686 nolu KHK ile ihraç edilene dek, 21 yıl boyunca aynı fakültede sırasıyla araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesör ünvanlarıyla çalıştı. Akademik çalışmaları yanında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde Yönetim Kurulu üyeliği, yine TMMOB’ye bağlı Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucu yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Hala TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın Onur Kurulu üyesidir. Ayrıca Alternatif Medya Derneği ve Halkevleri Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. İşçi Filmleri Festivali’nin başlangıcından bu yana değişik süreçlerinde gönüllü olarak yer almıştır.