YAZARLAR

Şiiler arasında bir Suud kılıcı! Sahi mi?

Suudiler Sünnilerle yapamadığını Şiilerle yapmak istiyor. Fakat Suudi stratejinin limitleri sınırlı. Kelamda değil fiilen mezhepçi tasallutun bitmesi lazım. Sadr’ı ağırlayarak “Bakın ben mezhep düşmanlığı yapmıyorum, derdim İran” demeye çalışsalar da ortada kesif bir mezhepçi düşmanlık var.

İnsanlarımızın Ortadoğu okumaları kara mizahı aratmayan türden: “Bunlar Sünni, bunlar da Şii; yüzyıllardır birbirini yer dururlar”, “İran, Körfez’in düşmanıdır”, “Irak, İran’ın eline geçti”, “Şii hilali kuruluyor”, “İran Suriye-Irak sınırlarını ele geçirmeye çalışıyor, hedefi Akdeniz’e kadar koridor” vesaire…

Her şey ya siyah ya beyaz olduğundan Şii lider Mukteda el Sadr’ın Suudi Arabistan’ı ziyaret edip Veliaht Prens Muhammed bin Selman tarafından ağırlanması tuhaflarına gitti. Çünkü Irak’ta tüm Şii liderleri hepten İran mollalarının maşası zannediyorlar.

Kuşkusuz 2003’te Saddam dönemini bitiren Amerikan işgalinden sonra Irak pek çok alanda İran’ın etki alanına girdi. Buna “Yok” demenin anlamı yok. Suudilerin ABD’ye “Irak’ı İran’a altın tepside sundunuz” diye zılgıt atmasının nedeni buydu. Türk medyası ve siyasetinin Irak’taki dinamiklere yaklaşımı da bir Suudi izdüşümü sanki. Irak hakikaten Fars sunağında bir kurban mı? İran etkisi nereye kadar geçerli? Bakalım.

***

Şiilik ortak paydasına rağmen tarih boyu Irak’ı İran’dan ayrı tutan faktörler olageldi. Kendini Arap ya da Iraklı olarak tanımlama hassasiyeti bu faktörlerin başında geliyor. Fars’a karşı Arabî ve Irakî olmak önemli bir kimlik refleksi! Sadr da ‘Irakî’ kimliğini ve ‘vatanî’ özelliğini öne çıkartan bir lider.

Mezhebin birleştiren yanına karşın dini eğitim havzaları arasındaki rekabet ve anlayış farklılığı da bir diğer faktör. Şiiliğin en büyük okulu Necef havzasıdır. Necef tarihte bir dönem liderliğini İsfahan’a kaptırmıştı. Irak içinde ise ağırlık dönem dönem Necef’ten Kerbelâ, Hille ve Samarra’ya kaydı. Son iki yüzyılda liderliğini koruyan Necef açısından Baas dönemi bir fetret devriydi. Necef 1963’te farklı ülkelerden 30 bin öğrenciyi barındırıyordu. 2003’te ise bu sayı 3 bini geçmiyordu. Şii ulema Şah döneminde Irak’a, Saddam döneminde ise İran’a yönelmişti. Saddam’ın geçirdiği demir maske kalktıktan sonra Necef yeniden yılda 30-40 milyon insanın aktığı bir çekim merkezi oldu. Havzalar arası farklı anlayıştan kastım ise şu: Necef’teki ulema, Ayetullah Humeyni’nin dini liderlik ile siyasi liderliği cem eden ‘velayet-i fakih’ konseptini kabul etmediği için İran siyasi liderliğiyle ters düştü. Necef’teki en büyük 'taklit mercii' (fetva makamı) Büyük Ayetullah Ali Sistani’nin İranlı olması bu durumu değiştirmiyor.

Bir diğer faktör; 8 yıl süren Irak-İran savaşı mezhebi aidiyete bakmaksızın iki ülkenin halkları üzerinde derin yaralar bıraktı. Üstelik savaşta İran’ın safında yer almış sürgündeki Iraklıların, özellikle de Davet Partisi’nin (Hizbu’d Da’va) dönüp iktidar olması Irak’ta birçok çevrede hâlâ hazmı zor bir durum. Sokaktaki insanlarda bu tepkiyi görmek mümkün.

2014’ten sonra IŞİD’e karşı savaş İran’ın etkinliğini daha da artırırken yabancı güçlere karşı refleks de İran’ı içine alacak şekilde nüksetti. Yani İran etkisindeki artışa paralel olarak Iraklılık kimliğine yapılan vurgu da öne çıkıyor. Sadr hareketinin Bağdat’ta düzenlediği gösterilerde İran’a kapıyı gösteren sloganların atılması yeni trendin ipuçlarını veriyor.

Sadr bir süredir Irak’ı Iraklılara teslim etmeye matuf çıkışlarına uygun olarak Sünni ve laik gruplarla ortaklık kurmaya çalışıyor. Bu çerçevede 22 Haziran’da ‘laik Şii’ olarak tanımlanan İyad Allavi liderliğindeki Sünni ağırlıklı blok Vataniye ile bir mutabakat sağlandı. Bu ittifak 2018 meclis seçimlerine bir hazırlık sayılabilir. 2010’da seçimi kıl payı kazanmış olan Allavi liderliğindeki Irakiye Bloku, iktidarı, Nuri Maliki’nin Kanun Devleti’ne kaptırmıştı. Bunun müsebbibi aralarındaki çatışmaya rağmen Sadr’ın tercihini Maliki’den yana yapmasıydı. Bu bir ‘Şii cepheyi böldürmeme’ refleksiydi. Mesaj Necef havzasından gelmişti. Yeni gidişat eski senaryonun tekrarlanmayacağına işaret ediyor. Mevcut iktidar yapısından mustarip olanlar, Sadr-Allavi yakınlaşmasına ‘ulusal proje’ olarak bakıyor. Ki iki lider eskiden bir hayli hasımdı. Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu 2004’te işgal güçleriyle savaşa tutuştuğunda Bağdat’ta başbakanlık koltuğunda oturan Allavi’ydi.

Bana kalırsa Sadr’ın Cidde’yi ziyareti Irak içindeki çabalarından çok bağımsız değil. Giderken İran-Suud gerilimini düşürmeyi amaçladığını söyledi. Bu gerilim bir yan etki olarak Irak siyasetini de esir alıyor. IŞİD’in yenilgiye uğradığı yeni süreçte Irak’ın şiddetle siyasal normalleşmeye ihtiyacı var. Mezhepler üstü ve programlara dayalı siyasal rekabetle yürüyen bir düzen olmadığı takdirde ülkenin düze çıkması imkânsız.

***

Sadr’ın mezhep hatlarını aşarak Sünnilerle ortaklık paydasını büyütme arayışı elbette anlamlı. Suudilerle diyalog Riyad’ın nazının geçtiği Iraklı Sünni aşiret ya da gruplarla işbirliğinin yolunu açabilir. Fakat bu çabalar fiili olarak siyasette çok büyük kırılmalar doğurmayabilir. Sünni kesim Vataniye’den ibaret değil ve aktörler bölünmüş durumda. Seçimlere sıra gelince kartlar da yeniden karılabilir.

Bu ziyaretin Şiiler arasında nasıl algılandığı da önemli. İran huylansa da Iraklı Şiiler ziyareti Sadr’ın Şii hasımlarına karşı Sünni payanda arama çabası gibi algılamıyor.

Irak başından beri Suudi Arabistan ve Arap Birliği’nin dostluğuna özel önem verdi. İbadi’den önce Maliki de Suudilerin elçiliklerini açmaları için az yol yapmadı. Nihayetinde Bağdat’taki elçilik 2015’te açıldı. Sadr’dan önce de Bağdat-Riyad arasında beklentileri yükselten diplomatik temaslar oldu. Son olarak Katar krizinde tarafsız kalan İbadi 19 Haziran’da Riyad’ı ziyaret etti. Yani Sadr’ın bu teması Bağdat’ın genel yaklaşımına ters değil. İran’ın güdümünde olmakla eleştirilen Haşd el Şa’bi bile ziyarete destek çıktı. Örgütün liderlerinden Kerim Nuri "Irak bir Arap ülkesidir ve Arap köklerini terk edemez. Sadr’ın ziyareti Irak’ın bölgedeki mezhepçilikten kendini uzak tuttuğunu teyit ediyor” ifadelerini kullandı. İran’ın gölgesinden kurtulmaya çalışan ve baba yadigârı Irak İslam Yüksek Konseyi’nden ayrılarak Milli Hikmet Akımı’nı kuran Ammar el Hekim de Suudi Arabistan’a gidecek. Allavi’nin de ziyaretçi kervanına katılması bekleniyor. Yani Şii’siyle Sünni’siyle Irak liderleri Araplarla köprüleri yeniden kurmak istiyor.

***

Ne var ki Iraklıların Riyad-Bağdat ilişkilerine yüklediği anlamla Suudilerinki farklı. Suudilerin tek ilgilendiği İran.

Suudi Arabistan 2003 sonrası Irak’ta Sünni aşiret ve din adamlarıyla bloklar oluşturmak, silahlı Sünni örgütleri finanse etmek ve nihayetinde IŞİD’i el altından desteklemek dahil farklı yollarla iktidarı Şiilerden alıp Sünnilere vermek için epey uğraştı. Sünni isyan projesinin, 2014’te herkesi tehdit eden bir IŞİD hilafetine dönüşmesi Suud açısından da bir hezimetti. Sonuçta Bağdat’a kadar Dicle ve Fırat hattındaki kentler IŞİD’in eline geçse de Davet Partisi, Nuri el Maliki’yi yedeğe kaydırıp Haydar el İbadi’yle iktidarını sürdürdü. Buradan bakınca Riyad açısından tüm seçenekler tükenmişti.

Suudiler 2015’te Irak’a yönelik tecrit politikasına son vererek Bağdat’ı İran’dan uzaklaştıracak yeni kanallar bulma arayışına girdi. Buna kabaca Şii alemde ‘fitne çıkarma stratejisi’ de denebilir.

Sadr’a tekrar dönmeden önce genel çerçeveye dair de iki kelam edelim: 2003 sonrası Irak’taki hayal kırıklığına ilaveten 6 yıldır Tahran’ın müttefiki Suriye’yi çözemeyip iyice asabı bozulan Suudiler son olarak İran’ın bölgesel nüfuzunu yok etme adına Yemen’e savaş başlattı ama orada da bataklığa saplandı. Lübnan’da ise Suriye ve Hizbullah’ın müttefiki Mişel Aun’un cumhurbaşkanı olmasını önleyemedi. Donald Trump’la değişen Amerikan politikasına paralel olarak İran’a yeni bir cephe açma derdine düşen Suudiler, bu çerçevede hafiften Tahran’a yanaşan Katar’a ambargo dayatıp kendi Şiilerine de savaş açtı.

Böylesi zehirli bir ortamda Suudilerin, Şii dünyanın dikkat çeken bir ismini ağırlaması ikili ilişkilerin çapını aşan bir durum.

***

Peki, Suudiler ne umuyor? Basitçe İran’ın Irak’taki nüfuzunu kırmak. Aktarılanlara bakılırsa Veliaht Prens “Önceki Suudi yönetiminin hataları oldu. Bu hatalar Irak’ın İran’a teslim edilmesine yaradı” derken İran’la diyaloga kesinlikle kapıyı kapattı. Muhammed bin Selman, Şiiliğin kalbi Necef’te konsolosluk açmak istediklerini ve Irak’ın yeniden inşası için ilave 10 milyar dolar yardımda bulunacaklarını söyledi.

Özetle Suudiler Sünnilerle yapamadığını Şiilerle yapmak istiyor.

Fakat Suudi stratejinin limitleri sınırlı. Kelamda değil fiilen mezhepçi tasallutun bitmesi lazım. Sadr’ı ağırlayarak “Bakın ben mezhep düşmanlığı yapmıyorum, derdim İran” demeye çalışsalar da ortada kesif bir mezhepçi düşmanlık var. İnsanların gözü yakılıp yıkılan Yemen’de, Suudi güvenlik güçlerinin Suudi vatandaşı Şiileri ezdiği Kâtif ve Avamiye’de.

Bu çerçevede küçük bir hatırlatmada bulunacağım: Adil el Cübeyr 25 Şubat 2017’de Irak’ı uzun bir süre sonra ziyaret eden ilk Suudi Dışişleri Bakanı olmuştu. Cübeyr’in ziyaretiyle oluşan iyimserliğin ömrü iki gün sürdü. Bağdat’taki Suudi Büyükelçi Samir el Sabban’ın attığı şu tweet başa dönülmesine yetti: “Felluce yakınlarında İran teröristleri var; bu mezhep ateşiyle Iraklı Arapları yakmak istediğinin bir delili.” Terörist dediği başbakanlığa bağlı Haşd el Şa’bi güçleri. Nihayetinde pot kırmaya devam eden Sabban, Bağdat’ın isteğiyle çekildi.

Geçen yıl da sevilen Şii din adamı Nimr el Nimr’in idam edilmesi diplomatik sataşmalara yol açmıştı. 2011-2012’de Arap Baharı sırasında gösteri çağrısı yapan 14 Şii aktivist hapiste celladını beklerken Suudilerin Şiilerin bir kanadına şirinliği siyasal buzlanmayı çözmez.

“Benim derdim İran, Şiiler değil” sözü her köşede sırıtan bir yalan.

Sonuçta 2 Mayıs’ta “Mehdi’yi bekleyen bir İran’la diyalog olamaz” diyen Selman, iki ay sonra, kurduğu orduya Mehdi adını vermiş bir Şii lideri ağırlamış oldu. Şiilerle dostluk mu, Şii’ye karşı Şii kartı mı? Karar sizin.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.