YAZARLAR

Fransız çıkmazı!

Olası bir Frexit, Brexit’le kıyaslanamayacak kadar AB projesine yönelik yıkıcı etkiler taşıyor. Yeniden ‘ulus devlet’ rejimine döndüğü takdirde Avrupa’yı içine çeken yeni türbülanslar olacaktır. ‘Küresel cambaz’ Macron ile ‘inatçı yerel’ Le Pen arasında bir seçim. Nedense ‘zavallı Fransızlar’ diyesim geldi!

Önce ulus! Milliyetçi, ulusçu ve göçmen karşıtlığının katalizör olduğu yeni siyasal dalga. Zehirden damıtılmış bir parola!

ABD’de “Önce Amerikalılar” diyenler, Donald Trump’ı Beyaz Saray’a taşıdı. AB’yi, bir zamanların üzerine güneş batmayan imparatorluğu Britanya’nın önünde ayak bağı olarak görenler, Brexit oylamasıyla Kıta Avrupası’yla ortaklığı tabuta koydu. Şimdi “Önce Fransa” diyenler ‘Galya’yı sallıyor.

Fransa’da merkez sağ ve merkez sol, sosyal politikalarda birbirini aratmaz hale gelince, kitleleri büyük partilere bağlayan ipler çözüldü. Yeni bir olgu olarak yüzer-gezer seçmenin hangi limana gideceği kurulu düzeni tedirgin ediyor. Siyasi gözlemcilerin tespiti bu.

17 Nisan’daki ilk oylamada henüz bir yaşını doldurmuş olan ‘Yürüyüş’ hareketinin lideri Emmanuel Macron yüzde 24, adı ‘aşırı sağ’a çıkmış Ulusal Cephe’nin (FN) lideri Marine Le Pen yüzde 21.3 oyla ikinci tura kalmıştı.

Fransa’da rastladığım birçok kişi seçimlerde Le Pen’in önünü kesmek için günahları kadar sevmedikleri yatırım bankeri Macron’u tercih ettiğini söylüyor. Attıkları oylara lanet okuyarak!

7 Mayıs’ta düzenlenecek ikinci turda da Le Pen karşıtlarının umudu, 2002’deki gibi ‘yararlı oy’ senaryosunun tekrarlanması. O vakit Marine Le Pen’in babası Jean-Marie Le Pen’e karşı merkez sağ, merkez sol, sosyalist ve liberaller Jacques Chirac’e omuz vermişti. İlk turda Chirac yüzde 19.8, Le Pen yüzde 16.8 oy almıştı. İkinci turda bu oran yüzde 17.7’ye karşı yüzde 82.2 olarak değişmişti. Tabii bu kez iki aday arasındaki makas o kadar açılmayabilir. Anketler yüzde 36-38’e karşı yüzde 61-63 ile Macron’u Le Pen’in önünde gösteriyor.

Sadece merkez partiler değil Fransız solunun durumu da hayli trajik; birçok kişi sermayeye rehinlenmiş ve sistemin çözümü olarak pohpohlanan Macron’a oy atacak. Bu çelişkiyi hazmedemeyenler “Ne Macron ne Le Pen” sloganıyla sokaklarda. Solun adayı olarak yüzde 19.58 ile dördüncü gelen Jean-Luc Mélenchon, Macron’u desteklemese de seçmenlerini Le Pen’i iktidara taşıyacak yanlış bir tercihte bulunmamaları yönünde uyardı. Anketlere göre Mélenchon’a oy verenlerin yüzde 15’i ikinci turda Le Pen’i desteklerken yüzde 36’u her iki adaya da karşı.

***

Peki, sermaye ve medyanın 1 yıl içinde parlattığı ‘hırslı çocuk’ Macron’u ‘kurtarıcı’; Le Pen’i ‘aşırı sağcı-faşist’ yapan nedir?

Le Pen’in söylem ve vaatlerinde milliyetçilik, yerellik, ulusal egemenlik ve korumacılık vurgusu öne çıkıyor.

Küreselci Macron ise kendini ‘sosyal liberal’ diye tanımlıyor. Ona göre artık siyasette sağ ve sol ideolojiler değil, korumacılıkla küreselleşmecilik arasında bir savaş var.

Kimileri Macron’u, Britanya’da başbakanlığa veda etmeden önce kariyerine “Bush’un fino köpeği” unvanını eklettiren Tony Blair’e benzetiyor. ‘Fransız Blair’ özünde bankacı. Siyasete girmeden önce Rothschilds’da yatırım bankeriydi. Sicili “Sermayenin adamıyım” dedirtiyor.

Piyasacı. Kamu harcamalarının kısılmasından yana. Macron bu yönleriyle, Sosyalist Parti’den Elysee’ye yürüme hesapları tecavüz skandalları yüzünden tutmayan eski IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ı andırıyor.

Özelleştirmeci. Sosyalist Cumhurbaşkanı François Hollande’in kabinesinde Ekonomi Bakanı iken Fransızların en büyük enerji ve taşımacılık şirketi Alstom’u Amerikan General Electric’e satmıştı.

Le Pen ise ekonomide ‘vatansaver’. Çıkış noktasıyla Trump gibi. Fransız şirketlerinin işçi gücünün ucuz olduğu Doğu Avrupa’ya kayışlarını istihdam kaybı olarak görüyor. Şirketlerin vatana dönmesi gerektiğini savunuyor. Whirlpool fabrikasının Polonya'ya taşınmasından sonra ekonomik cazibesini yitiren Hénin-Beaumont kentinin Sosyalist Parti’den Ulusal Cephe’ye geçmesinin nedeni de işte bu ‘vatansever ekonomi’ söylemi. Le Pen ayrıca çiftçiyi ithal ürünlere karşı koruyacağını söylüyor.

Macron şirket-servet vergilerini düşürmeyi, haftalık 35 saatlik çalışma süresini artırmayı ve altyapı hizmetini güçlendirmeyi öneriyor.

Le Pen ise AB’nin dayattığı kemer sıkma politikalarına karşı çıkıyor. Mali sektör üzerindeki vergi yükünü artırmayı, emeklilik yaşını 60’a düşürmeyi ve 35 saatlik mesai süresini korumayı vaat ediyor.

AB, NATO ve diğer dış politika konularında da ulusalcı ve küreselci bakış açısının belirleyici etkisi var. Birkaç başlığa bakalım…

BİR NEVİ AB REFERANDUMU

Macron, Fransa’yı AB’de tutacak adam olarak görülüyor. Buna karşın Le Pen, Fransa adına kimsenin karar veremeyeceğini söylüyor. AB’nin idari başkenti Brüksel’deki bürokratik oligarşiye ‘Hayır’ diyor. AB ile üyelik koşullarının yeniden müzakereye edilmesini ve sonucun referanduma götürülmesini öneriyor. Euro bölgesinden çıkılması partinin en fazla tartışılan önerisi. Fakat Le Pen ikinci tura giderken AB yanlısı sağcıların korkularını azaltmak için ‘Frexit’e tam anlamıyla taraftar olmayan Nicolas Dupont-Aignan’ı başbakan yapacağını duyurdu. Sağcı lider Dupont-Aignan ilk turda 4.7 oy almıştı.

NATO’DA TERS VAATLER

Macron koşulsuz NATO destekçisi. Le Pen ise yansıtıldığı gibi NATO’dan değil, ittifakın entegre komuta merkezinden çıkmayı öneriyor. "Fransa'nın kendisinin olmayan savaşların içine çekilmesine izin verilmemeli” diyor. Bunu “ABD’nin yedeğinde savaşlara gitmek istemiyoruz” diye tercüme etmek mümkün. Fransa’nın NATO ile ilişkileri hep inişli çıkışlı olageldi. O yüzden bu vaat çok da şok edici sayılmaz. General Charles De Gaulle 1966'da Fransa’yı NATO’nun entegre komuta kademesinden çıkarmıştı. Geri dönüş, ‘fino köpeği’ unvanını Blair’den devralan sağcı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye nasip olmuştu. Tabii, Le Pen NATO’yla ilişkinin düzeyini aşağı çekerken askeri harcamaların GSYH’deki payını yüzde 2’den yüzde 3’e çıkaracağını söylüyor.

RUSYA BİRİNİN DOSTU ÖTEKİNİN KORKUSU

İki rakip arasında, dış politikada AB dışında en büyük farklılık, Rusya ile ilişkilerde kendini gösteriyor. Macron, Rusya ile hesaplaşmaktan; Le Pen ise daha fazla işbirliğinden yana. Macron’un tepkileri insanda 'Russofobik' bir hissiyat uyandırıyor. Çevresinde, ABD’de Trump karşısında Hillary Clinton’ı vuran e-postaların sızdırılması operasyonunda olduğu gibi, Fransa’da da Rusya’nın seçimlere Le Pen lehine müdahale edeceği korkusu hâkim. Buna karşı Yürüyüş ekibi sıkı önlemler aldı.

ORTADOĞU’DA BİRİ MÜDAHALECİ, ÖTEKİ KORUMACI

Bir başka farklılık Ortadoğu siyasetinde belirginleşiyor. Le Pen’in aksine Macron müdahaleci. Macron kimyasal silah iddiaları nedeniyle Suriye’ye askeri müdahaleyi desteklerken Le Pen rejim değişikliği için müdahaleyi reddediyor. Le Pen İran ve Filistin yönetimiyle de ilişkiler kurulmasını istiyor.

GÖÇMEN KARŞITLIĞI

En çok tartışılan konulardan biri de göçmenler. Yaygın olarak ‘göçmen ve yabancı karşıtı’ olarak anılan Le Pen göçmen kabulünü yılda 10 binle sınırlandırmayı öneriyor. Macron ise yasadışı göçe karşı AB’nin dış sınırlarının güçlendirilmesini öneriyor ve Müslümanlara karşı ayrımcılığı reddediyor.

KİRLİ TARİHE BAKIŞ

İkilinin tarih yorumu da farklı. Macron Cezayir’de Fransız sömürgeciliğinin insanlığa karşı suçlar işlediğini söylüyor. Le Pen ise milliyetçi refleksle geçmişe toz kondurmuyor. Üstelik okul müfredatında sömürgeci tarihe güzelleme yapılmasından yana.

***

Bir siyasi lider ‘aşırı sağcı’ ve ‘göçmen karşıtı’ diye tanımlanınca, ister istemez insanın gözünde şeytanileşiyor. Fakat Fransa’nın siyasal ve sosyolojik bölünmüşlüğü kadar geçirdiği dönüşümler yapılan tahlillerde yeterince yer bulmuyor. Ana akım medyanın kara çaldığı Le Pen, gerilla adanmışlığına sahip dinamik bir tabana sahip. Mitinglerde liderle destekçileri arasındaki etkileşimin boyutunu görmek mümkün. Le Pen partinin başına geçtiği 2011’den bu yana ırk, din ve cinsiyet ayrımını reddeden bir söylemle hareketin imajını değiştirmeye çalıştı. Nazilerin gaz odaları için “Tarihteki teferruat” diyerek “Yahudi karşıtı” unvanını kazanan babasının kötü şöhretinden kurtulmaya çalıştı. Elbette bu dönüşümle bu birçok kesimi ikna edebilmiş değil.

Le Pen, dini simgelerin yasaklanması ve çifte vatandaşlığa son verilmesi önerileriyle hem Müslüman hem de Yahudileri endişelendirse de esasen her iki kesimden de destek gördü. Bir araştırmaya göre 2012’deki seçimde Müslümanların yüzde 4’ünün oyunu aldı. Sosyolojik olarak bunu izah etmek zor değil. Emekçi ve dar gelirlilere hitap eden vaatler, varoşlara tıkılmış Müslümanların da tercihlerini etkiliyor. Sıradan bir Fransız’ın tepkisi neyse sıradan bir Müslüman’ın tepkisi de o. 2012’deki seçimlerde işçi sınıfının yüzde 33'ü Le Pen'i destekledi.

Yahudilerin yaklaşımı da ezber bozucu. Partinin hâlâ Vichy hükümetinin kalıntılarını barındırması, Le Pen’in babasından farklı bir çizgiyi benimsediği izlenimine rağmen "Fransa'nın Paris Yahudilerinin Almanya'ya gönderilmesinden (Vel d'Hiv baskını) sorumlu olduğunu düşünmüyorum” demesi ve İsrail’i eleştirip Filistin’e destek vermesi Ulusal Cephe’ye yönelik kuşkuların tamamen yok olmasını önlüyor. Buna rağmen Yahudilerin bir kısmı Le Pen’e meyilli. Bunun nedenini de şöyle izah ediyorlar: “Anti-Semitizmin yeni kaynağı İslamcı radikaller ve buna karşı sadece Le Pen çare olabilir.”

***

Özetle, Fransız toplumunda Ulusal Cephe’ye karşı korkular 2002’deki seviyesinde değil. Bu partiden korkan kesimler yıllardır merkez sağ ve soldan dayak yiyor. İçişleri bakanı olduğu 2005’de, banliyöler isyan ettiğinde Sarkozy gençlere ‘pislik’ demişti. Bu iktidarın banliyölerdeki müzmin sorunlara yaklaşımındaki sinikliği ele veren bir tutumdu. Sosyalistlerle de durum pek değişmedi. Suriye’de El Kaide çizgisindeki örgütlerle iş çevirmekten geri durmayan Sosyalist iktidar ‘terörle mücadele’ adı altında Arap ve Afrikalı Müslümanlara karşı şiddetin alasını yaşattı.

Polis ‘olağanüstü hal’ kisvesi altında ev baskınları ve güç gösterisiyle kantarın topuzunu hayli kaçırmış durumda. Macron da, Hollande gibi parlamentoyu devre dışı bırakacak şekilde başkanlık kararnamelerini ilan etmekten çekinmeyeceğini söylüyor. Haliyle “Le Pen bundan daha fazla ne yapabilir ki” diye soranlar, 2002’deki gibi ‘şeytanı önleme’ adına ikinci turda sandığa üşüşmeyebilir. Böyle düşünenlerin pusulasının rengi ‘beyaz’ yani protesto oyu olacaktır.

***

Le Pen kaybetse bile AB’yi kurtarmaya çalışan aktörlerin onca çabasına rağmen Ulusal Cephe çizgisinin 15 yılda çıtayı yüzde 36-38’e sabitlemesi, birleşik Avrupa projesi açısından sarsıcı bir sinyal sayılır.

Olası bir Frexit, Brexit’le kıyaslanamayacak kadar AB projesine yönelik yıkıcı etkiler taşıyor. Yeniden ‘ulus devlet’ rejimine döndüğü takdirde Avrupa’yı içine çeken yeni türbülanslar olacaktır.

Macron’ın küreselleşmeci azgın politikaları işçiler, memurlar, çiftçilere gelecek sunmuyor. Peki, Le Pen’in popülizmi sunuyor mu? Fransa, Brüksel’de çöreklenen oligarşiden kurtulunca yerli oligarklardan da kurtulmuş sayılacak mı?

‘Küresel cambaz’ ile ‘inatçı yerel’ arasında bir seçim. Nedense ‘zavallı Fransızlar’ diyesim geldi!


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.