YAZARLAR

Yerin dibine seyahat...

Sonra iyice utanın... O kadar utanın ki, bütün utanmalar birleşsin; kırılan protezlerin, ezilen parmakların, uçan saksıların, edilen küfürlerin, yapılan seviyesizliklerin, yaralanan kalplerin üstünü tamamen örtsün.

Ünlü bir yönetmen var. Konuşma yapacak. Aylardır bu konuşmayı bekleyen yüzlerce kişi gelmiş onu dinlemeye. Bütün karizmasıyla kürsüye çıkıyor. Koca salon sus pus. Herkes görebilsin diye, yönetmenin görüntüsü perdeye yansıtılıyor. Önde gerçek yönetmen, arkada metrelerce büyüklükte dev yönetmen. Mikrofonu ayarlıyor ve seyirciye bakarak gülümsüyor.

O da ne? Yönetmenin dişinde maydanoz var. Yemyeşil, pırıl pırıl. Önde gerçek maydanoz, arkada metrelerce büyüklükte dev maydanoz. Salonda bir kıpırdanma, gülüşmeler, uğultu. Sonra bir görevli geliyor, yönetmenin kulağına fıs fıs bir şeyler söylüyor.

Yönetmen, bir süre sahneye arkasını dönüyor. O bir sürede, önde gerçek yönetmen ensesi, arkada metrelerce büyüklükte dev ense görüyoruz. Geri döndüğünde, maydanoz gitmiş. Bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi oluyor. Yönetmen konuşmaya başlıyor.

Hayatımın ilk “başkası adına utanma” anısı budur sanırım. O yönetmen, o an ne hissetti bilmiyorum ama ben çok utanmıştım. O maydanoz benim dişime yapışmıştı. Gitmiyordu. Yüzlerce kişiye yeşil yeşil gülümseyen bendim. Utanmaktan, midem içeride bükülmüş ve delinmişti. Ben de o deliğe girmiş, oturuyordum.

Yıllar geçtikçe, başkaları adına utanmak için olay, kişi, kurum ya da kuruluş bulmada hiç sıkıntı çekmedim. Her gün, mutlaka utanacak bir şey buldum. Başkaları adına utana utana, normal yollarla utanmayı unuttum.

Bu, bir tür empati ama tam değil. Empati olunca, karşıdakinin hissettiğini hissediyoruz. Yani karşımızda bir şey(ler) hisseden biri olması zorunlu. Biz de empati sahibi bir insansak, onun kadar utanıyor, onun kadar üzülüyoruz.

Ama bazen, karşıdaki hiçbir şey hissetmiyor, hiç utanmıyor. Farkında olmuyor. Bazen de umursamıyor. İşte öyle durumlarda, onun yerine utanma ihtiyacı mı hissediyoruz, artık ne oluyorsa bilmiyorum, herkese yetecek kadar utanıyoruz.

Siz de hayatınızda bir kere Survivor, herhangi bir evlenme programı, herhangi bir yetenek sergileme yarışması, durup dururken halaya durmalı eğlence programı ya da herhangi bir haber programı izlediyseniz, başkası adına utanmışsınızdır mutlaka.

Hiç olmadı mı böyle bir şey?

O zaman sağdan, soldan ve yandan birkaç gazete alıp okuyun. Oralarda fırıl fırıl dönenler, öne doğru gerdan kıra kıra köşe yazanlar, başkası adına utanma konusunda size yardımcı olur.

799 liraya bir buket çiçek (ama kargo bedava), 1250 liraya “dekoratif kütük”, 580 liraya düz beyaz tişört satan mağazaları duyduysanız, onlar da olur.

Hayatınızda bir tane bile kendini çok aşırı çılgın, inanılmaz komik, böyle çok deli deli zanneden ama gerçekte dümdüz olan birileri de mi yok? Onların bizzat kendileri ya da sosyal medya hesapları da olabilir.

Akademinin öneminden, özgürlükten, haktan, hukuktan, adaletten bahseden, bu konularda (hem mecazi hem de gerçek anlamda) “ders” veren ama haksızlığa uğrayan meslektaşlarına destek vermeyenleri de düşünebilirsiniz. Bu aralar, onlar da çok moda.

Hiçbiri yeterli gelmediyse, meclis var. Oraya bakın. Başkasının yerine utanmak, utançtan ölmek istemek, üzülmek, inanamamak... Hangi hissi yaşamak isterseniz, rahatça bulabilirsiniz.

Utanmak için, kendinize “erkek gibi” bir kadın seçin mesela. Nasıl kavga ettiğini, içindeki şiddeti izleyin. Nasıl zıpladığını, nasıl vurduğunu, ittiğini, tekme attığını. Ellerini kollarını hareket ettirişine bakın. Saçının savruluşuna, gözünde dönen nefrete, tahammülsüzlüğe. Yüzünden akan hırsa bakın.

Sonra iyice utanın... O kadar utanın ki, bütün utanmalar birleşsin; kırılan protezlerin, ezilen parmakların, uçan saksıların, edilen küfürlerin, yapılan seviyesizliklerin, yaralanan kalplerin üstünü tamamen örtsün.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.