YAZARLAR

Trump’ın dış politikası ne olacak?

Suriye konusunda Trump’ın Rusya ve Şam’ın yönelimini olumladığını, Obama ve Clinton’ı “İslami terör” kavramını kullanmadıkları için eleştirdiğini biliyoruz. Bu açıdan hükümet yanlısı mahfillerin Trump zaferinden duydukları heyecanı anlamakta zorlanıyorum. Gerçi Syriza zaferini de kendi zaferleri ilan etmişlerdi.

Trump zaferi herkesi kontrpiyede bıraktı. Dolayısıyla ABD dış politikasının genel hattının ve özel uygulamalarının ne olacağını kestirmek şimdiden mümkün değil. Özellikle başkan adaylarının kampanya sırasında dile getirdikleri tavırlarının göreve başladıklarından sonraki uygulamalarıyla taban tabana zıt olabildiğini biliyoruz. Örneğin, Bill Clinton da George W. Bush da kampanyaları sırasında tamamen iç siyasete odaklanmış, dış politikada pasif bir görüntü vermişti. Ancak her iki aday da askeri müdahalelerden çekinmedi. Hatta Bush, ABD’yi tarihinin en uzun süren savaşına soktu. Barack Obama kampanyası sırasında Irak ve Afganistan’dan çekileceğini açıkladı. Ancak bu sözleri gerçekleştirmesi yıllar aldı.

İKİLİ İLİŞKİLERE DAYALI İTTİFAKLAR SİSTEMİ

Trump, NATO’ya ihtiyaç olmadığından ve Çin’e karşı Japonya’nın kendi savunmasını yapması gerektiğinden bahsetti. Bunlar büyük değişimler. Trump, bu konularda dediğini yaparsa İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin oluşturduğu dünya düzenini tamamen değiştirecek. Peki yerine ne getirecek? Temel söylemine baktığımızda Trump’ın önerdiğinin 18-19. yüzyıl Avrupa düzenine benzediğini görüyoruz. Yani kurumsallaşmamış, anlık manevralarla değişebilen ikili ilişkilere dayalı ittifaklar sistemi. Buna Trump’ın NAFTA ve benzer ticari düzenlemeleri ilga etmeyi vaad eden merkantilizmini de eklediniz mi tarihsel örneklerinde savaşların çok daha olası hale geldiği bir döneme giriyoruz demektir. Statüko yıkılıyor diye sevinen varsa statükonun başına yıkılmayacağından emin olsun derim. Kitlelerin barış türkülerinden çok savaş marşlarının büyüsüne kapıldığı dönemler insanlık tarihinin en kanlı dönemleri olmuştur nitekim. Statüko-karşıtlığı kendi başına demokratik bir tavır değildir, dünyada tırmanışta olan otoriter statüko-karşıtlığıdır.

TRUMP ZAFERİNDEN DUYULAN HEYECAN!

Suriye konusunda Trump’ın Rusya ve Şam’ın yönelimini olumladığını, Obama ve Clinton’ı “İslami terör” kavramını kullanmadıkları için eleştirdiğini biliyoruz. Bu açıdan hükümet yanlısı mahfillerin Trump zaferinden duydukları heyecanı anlamakta zorlanıyorum. Gerçi Syriza zaferini de kendi zaferleri ilan etmişlerdi. Anti-statükoculuğun markalaşması olsa gerek bu. Trump’ın NATO konusundaki çekinceleri Türkiye’yi Rusya karşısında giderek zayıf bir duruma düşürecektir ki bu da mevcut Milli Mutabakat ittifakında Rusya’ya yakın Avrasyacı kanadı güçlendirecektir. Bunun sonuçları bizim anti-statükocuları mutlu edecek midir kuşkuluyum. Nihayet Trump’ın anti-statükoculuğu Ortadoğu’daki Kürt sorununa da uygulanabilir. Bu da Milli Mutabakatı oluşturan hiçbir fraksiyonu mutlu etmez herhalde ancak sonuçta uluslararası siyasette ilkeler ve kırmızı çizgiler çekmekten kaçınan, kurumsal ilişkileri ayakbağı gören, dostla düşmanı bir günde değiştirebilen sinik bir pragmatizmden bahsediyoruz. Risklerin yükseldiği, risk sigortalarının ortadan kalktığı bir döneme girerken temkinli olmakta fayda var. Ancak temkin yeni dünya liderinin lügatında olmayan bir kavram.