YAZARLAR

OHAL'de can güvenliğiniz de, pasaportunuz da tehlikede!

Elinizde iptal kararının kaldırıldığına dair kapı gibi mahkeme kararı da olsa, pasaport kontrol noktasında durdurulup götürüldüğünüz karakolda pasaportunuza el konabilir. Getirildiği her duruşmada can güvenliği tehlikeye giren tutuklu gazeteci Kızılkaya gibi çıkarıldığınız mahkemede 'adalet talebi'nden önce can güvenliğinizin sağlanmasını istemek zorunda kalabilirsiniz. 

Bilgisayarlarının ekranına gömülmüş gazeteciler, kimi haber yazıyor, kimi sayfasını yapıyor.

İşte o anda ağır silahlarla donatılmış özel harekat polisleri basıyor gazete binasını.

Masalarının başında çalışan, ortalıkta gezinen kimi gördülerse darp etmeye başlıyorlar "size devletin gücünü göstereceğiz" diye.

Küfür ve hakaretler içinde yerlerde sürükleniyordu gazeteciler. Ters kelepçeler takılarak gözaltına alınıyorlardı.

Tekmeler, yumruklar bindirildikleri çevik kuvvet otobüsünde de sürüyordu.

Genel Yayın Yönetmeni Bilir Kaya ile Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya başka bir araca bindirildi diğer arkadaşlarından. Minibüsün içinde yere yatırmışlardı Bilir'le İnan'ı. "Sizi Musa Anter gibi öldüreceğiz", "Asit kuyularına atacağız" tehditleri altında yedi sekiz saat boyunca bekletildiler.

Götürüldükleri Esenler Karakolu'nda altı gün boyunca hayvan barınağını andıran bir yerde tutuldular.

22 Ağustos'tada çıkarıldıkları mahkemece tutuklandılar.

"26 Ağustos'ta getirildiğimiz Silivri 9 Nolu F Tipi Cezaevi girişi mahkum kabul bölümünde gardiyanlarca zorla çıplak aramaya tabi tutuldum. Karşı çıktığım çıplak arama tacize vardırıldı ve işkenceye çevirilerek uygulandı. Ağır tecrit ortamında tutuluyoruz. Kaldığımız oda üç sefer değiştirildi. Her seferinde de avukat ve aile görüşümüzün günü ve saati değiştirildi. Dışardan gönderilen kitaplar kabul edilmiyor. Mektup gönderme talebimiz 'yasak' denilerek geri çevriliyor. 12 Eylül'deki gibi ayakta sayım dayatılıyor.  Bir gazeteci olarak dünyayla iletişimi bize verilen tek bir gazeteyle karşılamaya çalışıyoruz. Cumhuriyet, Evrensel, Birgün gazeteleri verilmiyor. Sohbet, spor ve ortak faaliyet haklarımız OHAL gösterilerek engelleniyor. Görüşme kabinine girerken yapılan aramalar tacize varıyor. 'Ayakkabını çıkar, eğil, yere vur ve giy' komutu veriliyor. Ayrıca gazete binasına, dava dosyalarına ve gazete arşivine el konuldu. Gazete binası mühürlendiği için dava dosyalarına erişim mümkün olmadı. Bulunduğum ağır tecrit koşullarından dolayı bırakın savunma yapabilmemi, bir tutuklunun ruhsal durumunu koruması bile çok zordur. Bu nedenlerle savunmamı hazırlamak için süre talep ediyorum."

'CAN GÜVENLİĞİM TEHLİKEDE'

Silivri'de tutuklu bulunan Özgür Gündem Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya. Silivri'de tutuklu bulunan Özgür Gündem Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya.

Özgür Gündem Gazetesi'nin basıldığı günden bu yana yaşadıklarını, gözaltı ve Silivri Cezaevi'ndeki koşulları anlatıyordu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya.

Çağlayan'daki 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin salonunda "Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği" davasında birlikte yargılanıyorduk geçtiğimiz 4 Ekim'de.

Her yargılanan "Özgür Gündem Nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni" davasındaki ortak isim Kızılkaya.

İki gün sonra, yani dün de duruşması vardı Kızılkaya'nın. Yine getirilmişti Silivri'den. Bu kez yargılanan Nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni Fehim Işık'tı.

Davanın sanıklarından Kızılkaya, bir önceki duruşmada söylediklerini bir adım daha ileri taşıyordu:

"Ağır tecrit koşullarındayım. Getirirlerken hakarete uğruyorum. Cezaevi çıkışlarında gardiyanlardan kötü muamele gördüğüm için gelmekte sıkıntı yaşıyorum. Gelmek benim için işkenceye dönüşüyor. Küfür, hakaret olmadan getirilmek istiyorum, çünkü bunlar sürekli oluyor. Bu nedenle tutuklu bulunduğum cezaevinde güvenliğimin sağlanarak güvenli şekilde duruşmaya getirilmem için müzekkere yazılmasını talep ediyorum."

İnan'ın avukatı Özcan Kılıç da duruşmalara getirilirken müvekkilinin can güvenliğinin sağlanmasında ısrarcıydı.

Sonuçta 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti Silivri Cezaevi'ne müzekkere yazılmasına, getirilirken güvenlik sıkıntısı yaşadığının cezaevi müdürlüğüne bildirmesine karar veriyordu.

MAHKEME KARARI UYGULANMAMIŞ

14. Ağır Ceza'daki dünkü duruşmada Nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni olarak yargılanma sırası Fehim Işık'taydı. 14. Ağır Ceza'daki dünkü duruşmada Nöbetçi Genel Yayın Yönetmeni olarak yargılanma sırası Fehim Işık'taydı.

Dünkü duruşmanın diğer sanığı Fehim Işık önemli bir sorunun altını çiziyordu:

"15.07.2016 tarihinden sonra 667 sayılı KHK ile haberimiz olmaksızın pasaportlar ile ilgili iptal kararı oldu. Akabinde bu iptal kararı kaldırıldı. Ancak mahkemenizde yazı yazılmasına rağmen benim hakkımdaki pasaportun iptal kararı kaldırılmamıştır. Bu hususun düzeltilmesini talep ediyorum."

Aslında Fehim Işık'ın sözünü ettiği konu, özellikle Olağanüstü Hal'in başlamasından sonra yurttaşların lehine olan kararları uygulamakta idarenin gösterdiği ayak sürümeydi.

"Nereden biliyorsun" derseniz, başıma gelmişti de oradan biliyorum.

İnan'la birlikte yargılandığımız 4 Ekim'deki duruşmanın ertesi günü eşim Ayşe Yıldırım'la birlikte yurtdışına gidiyorduk. Üç gün kalıp dönecektik.

Her ihtimale karşı 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Pasaport Şube Müdürlüğü'ne gönderdiği 11 Ağustos 2016 tarihli yazıda pasaport iptali kararının geri alınmasını talep ediyordu:

"... her ne kadar pasaport iptali ile ilgili müzekkere yazılmış ise de; 667 sayılı KHK'nın 5. Maddesinin yanlış yorumlanması ile yazıldığı, sanıklara atılı terör örgütü propagandası yapmak, terör örgütü üyeliği veya iltisaklı ya da irtibatı şeklinde değerlendirilemeyeceği anlaşıldığından (...) pasaport iptali işlemlerinin geri alınması hususu önemle rica olunur."

Ancak Atatürk'teki yurtdışı çıkış noktasındaki polis pasaportumu bir cihaza tutup, telefona sarıldı; "iptal olmuş bir pasaport var" diye. Sonra eşim Ayşe'nin pasaportuna bakıp bir daha telefon açtı:

"Aynısından bir tane daha var."

Sonuçta kapıdan geçemedik. Bizi karakola götürdüler. Bir tutanak tuttular. Tutanakta "zayi eden" gibisinden bir ifade vardı. İtiraz ettik. Çünkü herhangi bir zayi yoktu. Zaten Ayşe daha birkaç gün önce yazmıştı Cumhuriyet'teki köşesine; "Elinizde tuttuğunuz pasaportu kaybetmiş olabilirsiniz" diye. Neredeyse aynısı o anda başımıza geliyordu.

Kibarca düzelttiler ve pasaportlarımıza el koyup hep birlikte imzaladığımız bir "Tebli Tebellüğü Tutanağı" verdiler elimize:

"... şahısların tarafımıza irat ettiği pasaportlar hudut bilgisayar sistemi kayıtlarına girildiğinde, yukarıda adı geçen şahısların T.C. Umumi pasaportları 06.08.2016 tarihinde İstanbul Pasaport Şube tarafından iptal edildiği tesbit edilmiştir."

Görevli polislere mahkeme kaydını gösterdik. "Haklısınız" dediler, "Bununla aslında yurtdışına çıkmanız lazım ama bunu ancak Vatan'daki Pasaport Şube'den düzelttirebilirsiniz."

Ancak elimizdeki mahkeme kararıyla bize imzalatılan tutanak arasında ciddi bir sorun vardı. Tutanağa göre pasaportlar 6 Ağustos'ta iptal edilmişti. Ancak 11 Ağustos tarihli yazıyla mahkeme iptal kararını kaldırmıştı. Anlaşılan lehimize olan karar uygulanmamıştı.

Uçak biletleri yanmıştı, uçağa bindirilen valizlerin geri gelmesini birkaç saat bekledikten sonra geri döndük. Bütün bir gün gitmişti, ama biz yurtdışına gidememiştik.

OHAL'DE DEĞİL, FENA HALDE!

Pasaportlarımıza el konulduktan sonra uzun süre uçağa yüklenen valizlerimizin geri gelmesini bekledik. Pasaportlarımıza el konulduktan sonra uzun süre uçağa yüklenen valizlerimizin geri gelmesini bekledik.

Dün sabah Avukat Özcan Kılıç'la birlikte 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kalemindeydik.

Görevliler yazdıkları yazının Vatan'daki Pasaport Şube'ye ulaştığından emindi.

Birincisi UYAP'a girmişlerdi kararı, ikincisi faks çekmişlerdi, üçüncüsü de orjinalini APS ile göndermişlerdi.

Yine de her ihtimale karşı elimize bir kırmızı damgalı karar örneği verdiler.

Böyle bakınca her şey normal görünüyordu. Ancak Pasaport Şube'ye gidince her şeyin o kadar normal olmadığını anladık.

Çünkü, birincisi "Biz buradan UYAP'ı göremiyoruz" diyordu görevli polis. İkincisi zaten gelen faks belgesiyle iş yapmayıp aslını bekliyorlarmış. Üçüncüsü de çok sayıda posta geldiği için bazen belgenin aslına ulaşmak mümkün olmuyormuş!

Yani işin özeti şuydu; yurttaşların aleyhine olan kararlar hızla uygulanıyordu ama lehine olan kararlar görmezden geliniyordu.

Yarım saatlik öğle tatili de dahil iki saat bekledik. Elimizde kararın aslı vardı. Onda bir sorun yoktu ama iptal kararının kaldırılması için uzun bir araştırma yapıldı "başka bir takıntımız var mı " diye.

Bu arada öğrendik ki Ayşe'nin pasaportu da "eş durumu"ndan iptal edilmişti. Yani benim pasaportum iptal edilince, otomatik olarak onun da pasaportu iptal olmuştu.

Oysa Saray'ın bu günlerde en çok sevdiği deyim "suçun şahsiliği"ydi. Ama bu Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinde Cumhurbaşkanlığı Sarayı tarafından, Suudi'lere arka çıkılarak "Ama suçun şahsiliği...." deniliyordu. Ama iş Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına gelince "suçun şahsiliği" KHK'lara kurban ediliyormuş.

Sonuçta pasaportumuzu Havaalanından alabileceğimizi söylediler. Gittik ve hemen aldık.

Gerek Pasaport Şube'de, gerekse de Havaalanındaki Pasaport Polisinde çok sayıda insan bekliyordu. Bunların durumu "pasaportu zayi" diye geçiyordu ama, aslında ellerinde tutukları pasaporta "senin pasaportun zayi oldu" diye el konulmuştu.

İşte üç gün içindeki iki duruşma, bir yurt dışı seyahat girişiminin ortaya çıkardığı gerçek

Olağanüstü Hal'de ne cezaevindeki gazetecinin can güvenliği var, ne dışarıdaki gazetecinin özgürlük ve pasaport güvencesi...

İyi ki AKP "yurttaşlara karşı değil de devlete karşı" ilan etmiş bu OHAL'i. Yoksa memleket OHAL'de değil, fena halde olacakmış!