YAZARLAR

Yargıtay darbesi vesilesiyle: Otoriteryanizmin mekânsal inşası

Siyasal kurumlarla binaları ve bunların kentsel konumları arasındaki ilişkiyi bir koşutluk çerçevesinde düşünmek gerek: Mimariyi, siyasetin temsil edildiği değil üretildiği dolayımlardan birisi olarak düşünmek.

Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Can Atalay hakkında verdiği hak ihlali ve tahliye kararı sonrasında yaşananlar -geçtiğimiz bir hafta boyunca yoğun biçimde tartışıldığı gibi- Türkiye’de bir ilk. Önce AYM kararının muhatabı olan 13. Ağır Ceza Mahkemesi -beş gün top çevirdikten sonra- karar verme yetkisinin Yargıtay'da olduğuna “karar verdi”, ve dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi'ne gönderdi. Ardından, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa’nın açık hükmüne karşın, AYM kararına uyulmamasına ve Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesine hükmederek, ilgili AYM kararında karar yönünde oy kullanan üyelere ilişkin suç duyurusunda bulundu. Bunu da, ilgili dairenin Anayasa’ya darbe niteliğindeki kararına sahip çıkan Yargıtay açıklaması izledi. Yaşanan krizin açıkça anayasal düzeni yok saydığı ve otoriteryen rejim inşasında yeni bir basamak olduğu açık. Ancak bu sürece tarihsel bir perspektifle bakacak olursak, on beş yıl önce AKP’ye kapatma davası açan Yargıtay’ın, bugün geldiği noktaya evrilmesinin bir süreç arz ettiği açık. Bu yazıda, işte bu sürecin tarihsel okumasına mekânsal bir boyut kazandırmak üzere, Yargıtay ve AYM’ye başkentte tuttukları yerler ve kamusal yaşantıya katılımları açısından bakacağım.

YÜKSEK YARGININ BAŞKENTTE YER TUTUŞU

Ankara’nın modern bir kent ve bir başkent (bu ikisi aynı şey değildir) olarak inşasında, Atatürk Bulvarı bir omurga olarak görev yapmıştır. Bu omurga hem uzunca bir süre kentin gelişme yönünü tayin etmiş hem de başkentlik fonksiyonlarını ve kamusal yaşantıyı biçimlendirmiştir. Bu çerçevede, Yargıtay’ın ilk binası, Başbakanlık ve Bakanlık binalarının yer aldığı, Kızılay’da bulunan Vekaletler Mahallesi içinde, Adalet Bakanlığı’na komşu olarak 1935 yılında inşa edilir. (Bundan önce Yargıtay’ın TBMM kararıyla önce Sivas’ta, sonra Eskişehir’de faaliyet gösterdiğini belirtelim). İki katlı ve giriş kütlesi kubbeli olarak tasarlanan Yargıtay binasının kubbesi, kubbeyi “dini bir mimari eleman” olarak değerlendiren Bayındırlık Bakanının direktifiyle silindire dönüştürülür.(1) Daha sonra yapıyı genişletmek üzere yapılacak müdahaleler sırasında bu giriş kütlesi yıkılacak, binaya yeni bir kat eklenecek, avlusuna ek yapı inşa edilecek, kuruma tahsis edilen komşu yapılar da koridor ve köprülerle bağlanacaktır.

Yargıtay'ın Kızılay'da bulunan eski binası

AYM’nin aynı süreçteki gelişimine bakacak olursak, öncelikle mahkemenin 1961 Anayasası ile kurulduğunu ve bir sonraki yıl faaliyete başladığını hatırlamak gerekir. AYM’nin ilk binası, Kızılay’da, Selanik Caddesinde bulunan kiralık bir yapıdır. Aynı yıllarda TBMM yeni binasının da kullanıma geçtiğini hatırlayacak olursak, siyasal merkez niteliğinin Ulus’tan Kızılay’a ancak bu dönemde taşındığını söylemek mümkün. AYM için kalıcı ve kurumsal bir yapı üretilmesi amacıyla seçilen yer de mahkemenin kimliğine uygundur. Atatürk Bulvarı üzerinde, TBMM’nin hizasında ve onun mimari aksları ile uyumlu biçimde yerleşecek bir yapı, mimari bir yarışma ile 1981 yılında elde edilir. Ancak arsa tahsis süresinin dolması, bu yapının inşasını imkânsız hale getirir. Bunun üzerine, AYM’ye Simon Bolivar Caddesi üzerinde, Çankaya Köşkü’ne komşu bir bina tahsis edilir. Mahkeme bu yapıya 1989 yılında taşınacaktır.

Anayasa Mahkemesi'nin Simon Bolivar Caddesi üzerindeki eski binası

AYM’nin bu binası, aslında hiçbir sembolik nitelik taşımamasına, hatta kurum için üretilmiş bir yapı bile olmamasına rağmen, hem bulunduğu kentsel konum, hem de parçası olduğu siyasal gündem sayesinde önemli bir kamusal karakter kazanmıştır. Hem ticaret hem konut kullanımının yoğun olduğu bu bölgede, güvenlik önlemlerinin yapıya erişimi kısıtlamadığı bina, karşısındaki yeşil alanın da Anayasa Parkı olarak düzenlenmesine sebep olur. 90’lı yıllarda AYM, gerek parti kapatma davaları gerekse siyasetçilerin yargılandığı Yüce Divan görüşmeleriyle gündemde olmuş, yapının tarif ettiği kamusal odak, toplanma ve protestolara sahne olmuştur.

İlginç biçimde, başkentin kamusal mekanlar ağı içinde Yargıtay -aslında bireyleri daha doğrudan ilgilendiren üst mahkeme olmasına karşın- devletin teknik/ teknokratik bir uzantısı olarak yerleşmiş gibidir. Buna karşılık, yine aslında devletin hükümetlerden bağımsız biçimde sürekliliğinin sigortası olan -bir başka ifadeyle devletin en yüksek ve en politikadan arınmış organı olarak algılanması beklenecek- AYM ise, tam tersine protestolarla temas edilebilen bir politik arena olarak mekânsallaşmıştır.

KENTSEL MERKEZKAÇ: KAMUSAL ALANDAN KAÇIŞ

2000’li yıllara gelindiğinde, hemen tüm kamu kurumları mekân yetersizliğinden şikayetçidir. Çoğu kurum kentin yeni gelişme aksı olan Eskişehir Yolu üzerinde geniş kampüslere taşınırken, AYM’nin yeni binası için, mevcut konumuna çok yakın bir yerde, Turan Güneş Bulvarı üzerindeki bir arsa seçilir. 2004 yılında düzenlenen mimari proje yarışması başarıyla sonuçlansa da arsa konusunda yine problem yaşanır ve aynı proje revize edilerek mahkemenin şimdi bulunduğu Ahlatlıbel’de inşa edilir. Yeni konum şehir merkezinin çok dışında, kamusal yaşantıya uzak bir yerdedir. (Bu yazıda yer vermesem de, aynı yıllarda Danıştay da benzer bir hicret yaşayacak, ve kent merkezindeki binasını terk ederek Eskişehir Yolu üzerinde, projesi yine yarışmayla 2008 yılında elde edilmiş binasına taşınacaktır.)

Anayasa Mahkemesi yeni binası-Ahlatlıbel

Kent merkezinden kaçış furyasına en son katılan ise Yargıtay’dır. Çarpıcı bir biçimde, Vekaletler Mahallesinin odağı olan Başbakanlık burada bulunduğu müddetçe Yargıtay da yer değiştirmez. Ancak yeni Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinin AOÇ arazisi içine inşa edilmesi ve Başbakanlığın Çankaya Köşkü’ne taşınması (2014) sonrasında taşınma kararı alınır ve yeni bir binanın projelendirilmesi için 2015 yılında ihale yapılır (proje için yarışma açılmaz). Bu taşınmanın zamanlamasını sembolizme indirgemek yanıltıcı olacaktır. Aksine, devletin kent merkezindeki mevzii, yeni bir politik merkez inşasıyla -yani içinin boşaltılmasıyla- en son Yargıtay tarafından terkedilmiştir.

Yargıtay'ın yeni binası - Ahlatlıbel

Yargıtay’ın yeni binası, AYM’ye komşu bir parselde ODTÜ Koruma Amaçlı İmar Planı alanı içinde kaçak biçimde inşa edilir (ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından davalıktır). Türkiye’nin “en büyük kamu yapısı” olarak tanımlanan yeni yapı, uydu görüntüsünün gösterdiği gibi, yanına yerleştiği AYM’yi cüceleştirmiştir.

AYM ve Yargıtay binalarının yerleşimlerinin kuşbakışı görünümü

Yapının merkezi elemanı olan başkanlık bloğu kubbeyle örtülüdür; proje müelliflerine göre kubbe, “geçmişten günümüze birlik ve beraberliğin simgesi olarak büyük Türk milletini” temsil etmektedir. Binanın mimari dili, son dönemde kamu yapılarında gördüğümüz ve “Osmanlı-Selçuklu” referansı ile meşrulaştırılan eklektik üslubu izler. İlk olarak AKP Genel Merkez binasında gördüğümüz ve daha sonra çeşitli kamu yapılarının cephelerini biçimlendiren (hatta Melih Gökçek tarafından Atatürk Bulvarı üzerindeki tüm kamu yapılarına giydirilmesi planlanan) bu dil, beyaz kaplama malzeme ve anıtsal unsurların (kolon dizileri, düşey pencere sıraları, Selçuklu göndermeli yıldız ve sekizgen motifleri, vb.) kullanımına dayanır. Yani Yargıtay binası, bu kez de mimari diliyle devletin mekânsal sürekliliğine eklemlenir.

Bu yaptığım okumadan, mimarinin metafizik bir güç barındırdığı sonucu çıkarılmamalı. Mimari biçimin otoriterleşmeyi ürettiğini düşünmek kuşkusuz absürt olur. Ancak, aynı şekilde, AKP güdümüne giren kurumların kaçınılmaz olarak otoriterleşmeyi ifade eden mimari biçimlere bürüneceğini düşünmek de indirgemeci ve yanlış. Siyasal kurumlarla binaları ve bunların kentsel konumları arasındaki ilişkiyi bir koşutluk çerçevesinde düşünmek gerek: Mimariyi, siyasetin temsil edildiği değil üretildiği dolayımlardan birisi olarak düşünmek.(2) Böyle baktığımız zaman, yukarıda tartıştığım binaların, siyasal süreçlerin -dekoru değil- parçası olduğunu görmek, mekânsal biçim ve pratiklerin otoriterleşmenin bir veçhesini oluşturduğunu kavramak mümkün.


NOTLAR:

(1) Yüksek yargı yapılarının politik çözümlemesi üzerine, yazı boyunca faydalandığım şu kaynağı öneririm: Seda Arslan, “Devletin Mimarlık Kültürünü Okumak için Yöntem Önerisi: Türkiye'de Yüksek Yargı Mekânları Üzerine bir İnceleme”, Doktora tezi, Gazi Üniversitesi Mimarlık Ana Bilim Dalı, 2023.

(2) Yazının sınırlarını aşmamak adına tartışmadığım iki mekânsal performansa en azından dipnotta değineyim: adli yıl açılış törenlerinin Yargıtay binasından Cumhurbaşkanlığı yerleşkesine taşınması ve Yargıtay yeni binasının açılış töreninde verilen dualı fotoğraflar.


Bülent Batuman Kimdir?

Adana’da doğdu, Ankara’da yaşıyor. ODTÜ Mimarlık Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans derecelerini aldı, doktorasını New York Eyalet Üniversitesi-Binghamton’da tamamladı. Bir süre Mersin Üniversitesi’nde görev yaptı; halen Bilkent Üniversitesi’nde Kentsel Tasarım ve Peyzaj Mimarlığı ile Mimarlık Bölümlerinde öğretim üyesi. Kentsel tasarım ve modern şehirciliğin kültürel politikaları üstüne dersler veriyor. Araştırma konuları arasında yapılı çevrenin toplumsal üretimi, modern mimarlık ve şehircilik kuram ve tarihi, kentsel siyaset bulunuyor. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde ve Avrupa Mimarlar Konseyi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı. Journal of Urban History ve Praksis dergilerinin yayın kurulu üyesi. Yayınlanmış kitapları şunlar: The Politics of Public Space (2009), Mimarlığın ABC’si (2012), New Islamist Architecture and Urbanism (2018; Milletin Mimarisi başlığı ile Türkçeleştirildi, 2019), Kentin Suretleri (2019), Cities and Islamisms (derleme, 2021).