YAZARLAR

Yapay zekâ Hamlet’i çevirebilir mi? 

Yeni teknolojiyi, insan dokunuşundan, tecrübeden hareket ederek tartışıyoruz; “bir makine bu kadarını başarabilir mi, yok canım” diyoruz ama her sektörde makinenin pekâlâ başarabileceği epey iş olduğunu da biliyoruz. Vasat ya da vasatın bir tık üstü standartlara sahip olan; belki ona bile sahip olmayan yığınla iş var… Önce onlar gidecek. Ya sonra?

1.

Gelecek, geliyor, derken geldi. Yapay zekâ, insan emeğiyle rekabet içine girdi. Vaziyet bir süredir böyleydi de artık tepkiler birikmeye başladı. Hollywood’da yazarlar, kendi emekleriyle “beslenen” ve güçlenen ChatGPT gibi platformlara bayrak açtılar. Türkiye’de bir yayınevi, yayın sorumlusunun anlattığına göre, yapay zekâya yaslanan ama insan gözünün de işin içinde olduğu “deneysel” çeviriler yapmaya başladı

Dünyada ve Türkiye’de… İşin erbabı, senaristler, yazarlar ve çevirmenler isyanda. Hareket ettikleri iki nokta var: 

Birincisi, yapay zekâ bu işi insan kadar iyi, insan kalitesinde yapamaz. 

İkincisi, bu işler insan emeği aleyhine ve hak sömürüsüyle, yapay zekâya devredilemez.

İlki, söz konusu bir makine de olsa, “insani” bir mesele. Bir yetenek ve gelişim meselesi. İkinci mesele ise sistemsel. İlki, her yetenekte olduğu gibi zamana ve imkânlara bağlı ama ikincisinin cevabı belli: Sistem, emeği değil kârı savunur. 

2.

Önce yetenek kısmına bakalım.

“Bu metni çevirir mi çeviremez mi”nin ötesinde bir konu bu. Henüz çok erken bir aşamasında olduğumuz bir teknolojiden bahsediyoruz ve bu aşamada bile bize bu soruyu sorduruyor. Çok değil birkaç sene sonra bu sorulara dudak bükeceğiz.

Yapay zekâ çevirecek, yazacak, düzenleyecek, özetleyecek… Gelişiminin o yönde olması istenirse, her gün üstüne koya koya gidecek. Hukuki sorunlar çıkacak, bir noktada çözülecek, belki çözülmeyecek bile, emek sömürüldüğüyle kalacak. Hayat değişecek, yeni pratikler normalleşecek. Esas soru şu: Ya biz ne yapacağız? 

İnsanı sevmeyen, ona değer vermeyen bir sistemde yaşıyoruz. İnsanın kendisi kurdu bunu. Kendi dürtülerinin, motivasyonlarının geçerli olmadığı bir sistemi kurdu. Emeği değil fırsatı ödüllendiren bir sistem bu. Eşitliği değil, kârlılığı gözeten bir sistem. Adı kapitalizm. Bu sistemde patronlar, işverenler makinenin “vasat” da olsa kotarabileceği bir iş görürlerse, o işi makineye verirler. 

Bu konuyu tartışırken, hep ancak insanla mümkün olan kaliteden, insan dokunuşundan, tecrübeden hareket ederek tartışıyoruz; “bir makine bu kadarını başarabilir mi, yok canım” diyoruz ama her sektörde makinenin pekâlâ başarabileceği epey iş olduğunu da biliyoruz. Vasat ya da vasatın bir tık üstü standartlara sahip olan; belki ona bile sahip olmayan yığınla iş var. Yayıncılık sektöründen açarsak, basit çevirilerden okul kitaplarına, kısaltılmış özetlenmiş klasiklere onlarca, yüzlerce, binlerce ürün... Bunları “insanlar” üretiyordu; çeviriler açısından çokça (ve haklılıkla) öne sürüldüğü üzere başkalarının emeğini araklasalar dahi, bu hırsızlığı yapanlar da insanlardı. Ne yapacaklar şimdi?

Evet, makine belli ki Shakespeare çevirirken çuvallıyor ama sözgelimi “Çocuklar için Hamlet” başlığıyla Hamlet’i özetletip çevirtmek makineyle üç aşağı beş yukarı, vasatın bir tık üstü veya altı mümkünse ve hızlıysa, hangi patron bunu bir insana yaptırır?

Hele de bu “ürünü” tüketen okur pek de şikâyetçi olmuyorsa? Peki okurlar, çocuklar için de değil, doğrudan yetişkinler için, makinenin çevirdiği, insan emeği içermediğinden “daha ucuz” Hamlet’i tükettiğinde de şikâyetçi olmayacaksa?

Ya medya? Makine haberi yazıyorsa, yazılmış haberi düzenliyorsa, düzenlenmiş haberi başka dile çeviriyorsa, başka dile çevrilmiş haberi belli bir kürasyonla belli bir zaman dilimi içinde servis edebiliyorsa (ki bütün bunları şu an bile belli bir düzeyde yapabiliyor) hangi gazete, hangi site, hangi platform bunlar için editör istihdam eder? Sahadaki muhabirlerden gayrısına kim ihtiyaç duyar? Herkesi toptan işten atmasa bile, on kişiyi beşe, beşi ikiye, ikiyi bire hangi medya patronu düşürmez? 

Haberler sadece bir iki komutla görselleştirilebiliyorsa kim illüstratöre para verir? Medyanın para kazanma modeli ne ki ondan “kalite” masrafına girmesini bekleyelim? Türkiye’de haber zaten bedava, yıllardır bedava, abonelik yok, gazete alan da yok; haber siteleri, gazeteler internet reklamlarından para kazanmaya çalışırken, hangi patron masraftan kısma ihtimaline balıklama atlamaz? 

Medya para kazanmıyor tamam ama para kazanan sektörler farklı mı davranacak ki? Reklam şirketleri bedava görselliğin tadına varınca kaç kişiyi işten çıkaracak; dışarıya verdikleri kaç işi iptal edecek? Ne yapacak bu insanlar?

Çoğunluğu zaten “gig ekonomisi”nde, güvencesiz, geleceksiz, bordrosuz, sigortasız, parça başı yaşayan insanlar, emekçiler ne yapacak? 

3.

Lojistik firmaları, insan kaynakları, müşteri hizmetleri, türlü bürokrasi… Yapay zekâ kimin işini kotaramaz bugün? Hangi çizelgeyi çizemez, hangi notu tutamaz, hangi planlamayı yapamaz? 

Bugün yapamadıklarını yarın da yapamayacağını söyleyebilir misiniz?

Sözelciler sırasını savdıysa, sayısalcılara gelelim. “Yapay zekâ hangi meslekleri ele geçirecek” bahsinde onlara da yer var. Yazılımcılar ne yapacak? Mühendisler ne yapacak? Yapay zekâ onlar için mükemmel bir asistan mı olacak? Yoksa kâr güdüsüyle hareket eden herkes gibi o sektörlerdeki patronlar da on mühendisi beşe, beş yazılımcıyı ikiye, iki mimarı bire mi indirecek? El altında hızlı ve hatasız hesaplamalar yapan, kod yazan, checklist’i kusursuz götüren makine varsa, “olsun biz yine de maaş ve sigorta ödeyelim” mi denecek? 

Ne yapacaklar? Kaç kişi bordrodan “gig ekonomisine”, kaç kişi “gig ekonomisinden” boşluğa düşecek? 

Ya sonra ne olacak? 

Gerçekten taş üstüne taş koyan, saç kesen, yemek yapan, direksiyon sallayan, ekip biçen, silah kullanan, top koşturan, dişlilere ter akıtan, bedeniyle çalışan insanlardan başka işi tehlikede olmayan kimse var mı? 

4.

İnsan giderek hükümsüzleşiyor. Eyleyen gücünü kaybediyor.

İnsanın “hükümsüz” olması işlerin yapay zekâya devriyle başlamadı. Geçen yüzyılın başında fabrikalarda vidaları makinelerin sıkmasıyla başladı. Ama esasen, daha birkaç yıl önce işyerlerinden uzaklaşmayla hızlandı. “Zoom” toplantılarının bir tarafında, farenin ucunda, evde veya kafede çalışmayla ivme kazandı. İnsansız ofislerle, insansız okullarla, öğrencisiz akademisyenlerle... İnsan yavaş yavaş sistemden çıkıyor.

Çok iyi çeviriler yapıyorduk. Çok iyi gazetecilik, yazarlık, öğretmenlik, mühendislik de yapıyorduk. Her alanda çok seçkin örnekler vardı. 

Ama çok vasat örnekler de vardı. Onlar hızla ele geçirilecek. Bütün kalbimle buna karşıyım ama vasatlar gidince seçkin örneklerin yaşama şansı da azalacak. Bütün kalbimle vasat örneklerin ele geçirilmesine de karşıyım. Ama baraj yıkıldı bile. İnsan kendi kurduğu ve kendine, emeğine değer vermeyen sistemden büyük ölçüde atılmak tehlikesiyle karşı karşıya.

Ne yapacağız?

*

PS: Gelecek hafta da bunu tartışmaya çalışacağım. Bu işin iyi yönlerini de gözeterek…

Yapay zekâ ve olası gelişmeler üzerine beş yıl önce yazmıştım. İlk yetkin çevirilerin 2024’te gelme ihtimalinden konuşuluyormuş. 

Bu konu hakkındaki yeni gelişmeleri, Independent Türkçe’de Çağla Üren yazdı. 


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.