YAZARLAR

Yapay rahimler ve gerçek sorunlar

Biyo-genetik, konuyu etik, hukuk ve deontolojik bağlamda tartışmak yerine, sosyal medya platformları üzerinden PR çalışmalarıyla kamuoyunu annesiz doğuma ve ailesiz çocuklara hazırlıyor. Tam da bu ‘hamilelik tarih oluyor’ ‘yapay zekâ dadı olacak’ ‘bebek fabrikası’ tartışmaları tarafından gölgelenen öjenizm, üst insan, post-human kölelik gibi potansiyel gerçekler ve mülkiyet hukukunun biyolojik bedene doğru genişlediği dünyada, Netflix distopyalarına dönen hayatımızla ne yapacağız?

Kurt koyun sürüsüne yaklaşır. “Beni  tanıyor musunuz?” diye sorar.

Senin türünü biliyorum” der koyunlardan biri. Kurt, koyunlar için tehlike değil bir dost olduğunu, çünkü sadece çayırda çürümeye bırakılan ölü koyunları yediğini anlatır. “Ben canlı koyun yemem. Olur da biriniz ölürse diye sürünün yakınında duramaz mıyım?” diye sorar.

Koyunlar ona müsaade etmezler, derler ki “Ölü koyun yiyen bir hayvan, önce açlıktan hasta koyunlara ölü güzüyle bakmayı öğrenir, sonra da sağlıklı olanlara hasta gözüyle bakmayı.[1]

***

26 Nisan 2017 tarihinde, EuroNews yapay rahim ortamında büyütülen ilk memelinin bir kuzu olduğunu duyurmuştu: “Bilim insanları yapay rahim ile kuzu büyütmeyi başardı. Philadelphia Çocuk Hastanesinde yapılan araştırmada, anne karnını birebir taklit edebilen bir ortam geliştirildi. ‘Biobag’ adı verilen ve memeli organizmaların gelişmesi için gerekli tüm şartları sağlayan bu yapay keseye bir kuzu embriyosu konuldu ve büyüme süreci takip edildi. Isısı ve iç plazması sürekli olarak kontrol altında tutulan kesede kuzunun tüm iç organları ve beyni gelişti. Çalışmanın hedefi erken doğan bebeklerin gelişimini tamamlamasına yardımcı olmak.” (Haberin videosuna buradan ulaşabilirsiniz.)

Yapay rahimde üretilen ilk memeli canlı.

2017 yılında yani bundan 5 yıl önce Philadelphia Çocuk Hastanesi bu ünitenin amacını “erken doğan bebeklerin gelişimini tamamlamasına yardımcı olmak” olarak tanımlamış.

Yani, anne ve çocuk sağlığını başa yerleştiren ulvi bir amaç olduğuna göre, etik ve deontolojik olarak endişeye mahal yok.

Peki hakikaten öyle mi?

Şimdiye kadarki tarihsel tecrübemiz bize gösterdi ki, bir yerde önce kadınlar ve çocuklar deniliyorsa, muhtemelen Titanik batıyordur ve elbette kadınlarla çocuklar filikalarda değil, batmak üzere olan taraftadır.

***

Kendisini Twitter’da “teknoloji ve doğa tutkunu” olarak tanıtan Hashem Al-Ghali isimli birisi, Philadelphia Çocuk Hastanesi'nin bu argümanını takip edip geliştirerek, geçtiğimiz ay “grafik içerik” uyarısı ile bir video yayınladı. Aslında bu video Al-Ghali’nin iki yıl önce yayınladığı bir başka muhayyel, yapay rahim fabrikası içeriğinin grafik olarak daha gerçekçi olarak üretilmesinden başka bir şey değildi. Al-Ghali’nin geçtiğimiz günlerde yayınlanan ikinci grafik videosu, laboratuvar ortamında 30.000 bebeğin yetiştirilebileceği bir fabrikanın duyurusunu yaptı. Al-Ghali’nin yaptığı “haber”[2] aslında tümüyle gerçek dışı ama kullandığı verilerin tümü doğru, özellikle Japonya, Kanada, Batı Avrupa gibi gelişmiş yerlerde doğum oranlarının giderek düşmesi ve doğumlarda yılda 300 bin kadının hayatını kaybetmesi. Ki, Al-Ghali  tasarladığı hayali afişlerde, muhayyel fabrikada bebek üretmenin, “üremenin güvenli yolu” olacağı sloganını kullanıyor.

EctoLife isimli muhayyel şirketin, sanki bir metro bilboarduna takılmış hissi veren muhayyel afişinde "Yılda 300 bin kadın doğum esnasında ölüyor, onlardan birisi de siz olabilirsiniz, EctoLife ile güvenli yöntemi seçin" yazıyor.

***

Peki kendisi de yapay ortamda üretilmiş olan bu videoların kara mizaha hizmet etmesinin dışında nasıl bir anlamı var?

En baştaki Kurt Masalı üzerinden düşündüğümüzde, elbette başka anlamlar var ve muhtemelen bu amaçlar epey art niyetli bir içerik taşıyor gibi görünüyor.

Bu grafik içerik Almanya’da yaşayan Ortadoğu kökenli bir teknoloji tutkunu tarafından servis edilmiş olsa da, bu tür biyo-genetik çalışmalarının ve kafa nakli gibi fantastik organ nakli çalışmalarının merkezi Çin’e kaymış durumda. Aynı şekilde, yapay rahim çalışmalarının merkezi de günümüzde Çin’deki biyo-medikal laboratuvarlar.

Örneğin, Çin’de Suzhou Biyomedikal Mühendisliği ve Teknoloji Enstitüsü, yapay zekâ ile yapay rahim ve yapay embriyo ürettiklerini 2022 yılının şubat ayı sonunda dünyaya ilan etmişler veHamilelik Tarih Oluyor müjdesini vermişlerdi.

Ectolife'ın kurgusal videolarından birinde yapay rahimde büyüyen bebek. 

Daha ilginç bir haber ise gene Suzhou Biyomedikal Mühendislik ve Teknoloji Enstitüsü tarafından “Hamilelik Tarih Oluyor” haberinden 1 ay önce 1 Şubat 2022’de duyurulan, Yapay Rahimlerdeki Bebeklere Bakacak Robot Dadı haberiydi. Böylesine büyük bir icat için bile gerekli olan "peki buna gerek var mı" sorusuna,  Suzhou Biyomedikal Merkezi, “Çin’in son 60 yılın en düşük seviyesine gerilemiş olan doğurganlık ve nüfus azalması sorununa karşı geliştirilmiş önemli bir çözüm” şeklinde yanıt vermişlerdi.

Evet yanlış okumadınız. Yaklaşık 7.5 milyarlık dünya nüfusu içerisindeki 1.5 milyar Çinli nüfusunun (yani her 5 kişiden 1’i aslında Çinli diyebiliriz) azalmasına ilişkin endişeler[3] ve bu endişelerin yapay zekâ ile çalışan robotlar tarafından bertaraf edileceği müjdesi.

Yapay hamilelik çalışmalarını, gerçek embriyolarda ‘şimdilik’ yalnızca fareler üzerinde sürdürebildiklerini söyleyen Suzhou Biyomedikal merkezinin yetkilileri; insan embriyosunun aylar boyu rahim dışında tutulmasını yasaklayan uluslararası yasalardan yakınarak, insan embriyosu üzerinde çalışamadıklarını, insanlığa şikâyet etmeyi de ihmal etmemişlerdi.

Çin’in herhangi bir uluslararası yasağı dikkate aldığını düşünmek elbette çocukça olur. Fakat burada, Çin’in ulusal gelirlerinin önemli bir kısmının, sağlık turizmi ve biyo-teknoloji ihracına dayandığını düşünürsek, Çin’in ürettiği teknolojiyi ve biyo-genetik ürünleri pazarlayabilmesinin yolu elbette, belirli uluslararası hukuki-etik kurallarını dikkate alması ve dolaşıma sokmaya çalışacağı fikri mülkiyet haklarını belirli deontolojik önlemlerle üretmiş olmasından geçtiği aşikâr.

Sağlıklı bebek, sağlıklı anne müjdesi, belki de Çin’in bu uluslararası düzenlemelerde açmaya çalıştığı bir gedik olabilir.

Fakat, biz, Çin’in insanlığa bu hizmetleri konusunda neden bu kadar endişeliyiz?

Pek çok konuda olduğu gibi, Çin’in gayri insani rejimi, insan bedenlerini yalnızca köle olarak sömürmekle kalmıyor, bunun da ötesinde, muhalifleri, suçluları ve rejimin diğer ötekilerini öldürüp/kadavralaştırarak biyo-değer olarak kullanmaktan imtina etmiyor.

Dahası, Çin, daha az bilinen ama diğeri kadar hayati olan Organ Transplantasyonu ile ilgili hükümlerin uluslararası hukuk tarafından bağlayıcı hale getirildiği İstanbul Deklarasyonu/Sözleşmesi (2008, 2018, 2022)’nin tarafı olmayı her zaman reddetmiştir.

Bu konuda Matas ve Gutman’ın, Çin’de yapılan gayri-insani organ nakli turizmine ilişkin çalışmada, sürekli olarak Çin’in iki önemli devlet sırrından bahsedilir: 1- Yılda kaç kişi devlet tarafından idam edilir, 2-Yılda kaç tane organ nakli operasyonu yapılır. Bunlar yakın Çin tarihinin en önemli iki devlet sırrıdır ve aralarında bir korelasyon olduğu tahmin edilir.

Çin ile ilgili bir başka endişe kaynağı da, Çin’in 1950’lerden itibaren uyguladığı tek çocuk kotasını 2015’te iki çocuğa çıkartması (ki bunun ardından, AB ve ABD ülkeleri, G8 standartlarını arzulayan bir Çin nüfusunun dünyanın kaynaklarını tüketeceğini söyleyerek, kendi standartlarını sarı ırka layık görmediklerini de açıkça ifade etmişlerdi) ardından 2021 yılında kotayı 3 çocuğa çıkartması.

Yapay rahim fabrikası- şimdilik grafik görüntü... 

Çin’in tüm bu girişimleri gerçekten, kadın ve çocuklarla ya da anne ve bebeklerle ilgili olabilir. Ama görüyoruz ki, bu teknoloji ve doğa tutkunu hesaplardan yapılan fütüristik paylaşımlar ve genel olarak anne ve bebek sağlığı ile ilgili müjdelerden anlıyoruz ki, biyo-genetik dünyası, meseleyi etik, hukuk ve deontolojik bağlamda tartışmak yerine, twitter benzeri sosyal medya platformları üzerinden PR çalışmalarıyla kamuoyunu geleceğin annesiz doğumuna ve annesiz/ailesiz çocuklarına hazırlamaya çalışıyor.

Modern tıp gelişirken ve ölümsüzlük üzerine hunharca deneyler yaparken, en azından edebiyatın büyük isimleri Dr. Faust, Dr. Jeykyll, Dr. Frankenstein’ı gelecek kuşaklara birer yangın alarmı olarak bırakmışlardı.

Peki ya bugün.

Post-modernizm tartışmalarının ardından, post-hümanizm ve dijitalleşme… Aslında tam da bu ‘hamilelik tarih oluyor’ ‘yapay zekâ dadı olacak’ ‘bebek fabrikası’ tartışmaları tarafından gölgelenen öjenizm, üst insan, post-human kölelik gibi potansiyel gerçekler ve mülkiyet hukukunun biyolojik bedene doğru genişlediği dünyada, Netflix distopyalarına dönen hayatımızla ne yapacağız?

Şimdi en başa dönelim ve hasta olduğunu iddia eden kurt ile koyunların hikayesini bir kez daha düşünelim.

NOTLAR: 

[1] Hogle’den aktaran Sherine Hamdy. Bedenlerimiz Allah’a Ait. Organ Nakli, İslam ve Mısır’da İnsan Haysiyeti Mücadelesi. Syf. 138

Bu bir Alman masalından bir parçadır. 1990’larda Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin ardından, büyük bir kültürel bunalım ortaya çıkmıştı ve bu bunalımlardan birisi de, organ bağışı, organ nakli ve beyin ölümüne ilişkindi. Kimi kadavraların farmakoloji firmalarına satıldığı ya da otomotiv firmalarına kiralandığı ve bunların genelde Doğu Alman kökenli olduğu Der Spiegel tarafından ifşa edilince, büyük bir skandal kopmuştu. Batı Almanya’nın Nazi kökenleri, Nazi tıbbı ve de-ontoloji tartışmaları kamuoyunu epey meşgul etmişti. Tıbbın kontrol edilmediğinde ortaya çıkan karanlık yüzünü anlatmak için o günlerde işte bu kurt metaforlu masal çokça dolaşıma girmişti.

Almanya’da ortaya çıkan bu skandal ile ilgili ayrıntılı okumalar için L.F.Hogle’nin iki makalesine bakılabilir:

-Transforming Body Parts into Therapeutic Tools, A Report From Germany

-Recovering the Nation’s Body: Cultural Memory Medicine, and the Politics of Redemption.

[2] Ülkemizde, OdaTv benzeri komplo teorisi platformları elbette “grafik içerik” uyarısına aldırmadan ve haberin bütününü teyit etme gereği duymadan, “Cesur Yeni Dünya Gerçek Oluyor” başlığıyla haberi yayınladılar. Böyle bir içeriği haber ya da komplo teorisi (ki bu teoriler, içine doğru katılmış yalanlar tarafından inşa edilir) olarak üretmenin arasındaki fark, bu haberin içeriğindeki doğruları ve yanlışları, etik bir tartışma çerçevesinde ayrıştırmadır ki, burada yapmaya çalıştığımız şey tam olarak bu.

[3] Çin’in nüfus politikaları her zaman dikkate değer olmuştur. Çin’de Maoist devrim ile birlikte  uzun yıllar tek çocuk kotası uygulanmış, 2015’te çift çocuk kotasına 2021’de nüfus azalması ve yaşlanma nedeniyle 3 çocuk kotası ve 3 çocuğun özendirilmesi politikasına geçilmiştir. https://en.wikipedia.org/wiki/Family_planning_policies_of_China


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.