YAZARLAR

'Unutanların' unutulmaz geçmişi

Yönetmen Michel Franco, hikaye ve yönetmenlik açısından 'devrimci' olmasa da, türün parlak örnekleri arasında sayılabilecek, hem günümüzde daha da çok dile getirilen bu hastalığı duygu sömürüsüne girmeden önümüze getiren hem de bunu yaparken de üst düzey performanslarla değişik bir bakış sunan, sağlam bir dram filmine imza atmış! Bu da kuşkusuz kolay bir şey değil!

'Unutmak' veya 'hatırlayamamak' konuları üzerine kurulan filmler eğer senaryolarında bir entrika, komplo veya şantaj gibi öğeler taşımıyorlarsa genelde bu 'hafıza boşluğunu' yaratan psikolojik veya biyolojik koşullara eğilirler.

Eğer başkarakter geçmişinde bazı anılarını 'silmesine' yol açan bir travma yaşamamışsa bu 'unutma' daha çok yaşlılık döneminde ne yazık ki birçok kişinin yaşadığı 'demence'(bunama) veya bunun en vahim türlerinden biri olan 'Alzheimer' hastalıkları şeklinde yaşanır. Bu konuyu daha önce Michael Haneke "Amour" veya Gaspar Noe "Vortex" filmleriyle etkileyici bir şekilde işlemişlerdi. Bizce uzun zamandır hak ettiği Oscar ödülünü Julianne Moore da benzer bir konu üzerine ilerleyen (bizce maalesef vasat olan "Still Alice") bir filmdeki performansıyla almıştı.

Yönetmen Michel Franco ise bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan son filmi "Memory" (Hatır) ile bu konuyu asla ikinci plana atmasa da odak noktasını, değişik nedenlerden dolayı 'yalnız' olan iki karakter arasındaki iletişime koyuyor. Kuşkusuz ana karakterlerden birinin yaşadığı bu 'unutma' hastalığı senaryoya keskin virajlar veriyor, bazı olayların 'ateşleyici fitili' oluyor ve karakterler arasındaki engelleri güçlendiriyor. Ancak bizce yine de senaryonun 'kalbi' olmuyor! Önce konudan bahsedelim:

Slyvia, 40'lı yaşlarda, ergen yaştaki kızına tek başına bakan, (kendi deyişiyle) yetişkinler için bakım evinde çalışan bir kadındır. Ara sıra görüştüğü kız kardeşi, ilgilendiği hastalar ve birkaç iş arkadaşı dışında kısıtlı bir çevresi vardır. Bu yalnız ve biraz 'kapalı' yaşam, oturdukları mahallenin tekinsiz havasıyla birleşince, Slyvia’nın tedirgin tutumu daha da göze batmaktadır. Bir gün kız kardeşinin ısrarıyla gittiği bir ev partisinin çıkışında peşine takılan bir adam önce tedirgin edici görünür sonrasında ise demans yaşayan bir hasta olduğu anlaşılır. Ona yardım eli uzatan Slyvia, sonrasında adamın ailesinden onunla ilgilenmesi için bir iş teklifi alır. Kabul edilen bu teklif sadece iş düzeyinde kalmayacaktır.

UNUTMAK VEYA UNUTMAYI SEÇMEK

Yönetmen Franco’nun hikayesini anlatırken, bizce bulduğu parlak fikirlerden biri senaryosunu bir 'yardım eden' ve 'yardım alan' döngüsüne sokmaması…

Hikayenin bu döngüye kapılmaması filmi hem acıma, duygu sömürüsü gibi (duygusal) 'tuzaklardan' uzak tutuyor hem de işlenen ana karakterlere ciddi bir derinlik katmasına olanak sağlıyor.

Bilindiği üzere bir film kendine temel olarak fiziksel veya zihinsel engelli bir kişiyle onunla ilgilenen arasındaki ilişkiye yoğunlaştığında bu iletişim doğal olarak iki tarafı da etkiler. Başlarda 'yardım eden' kişinin de film ilerledikçe aslında o kadar sağlam, hatasız ve güçlü bir irade sahibi olmadığını anlarız. Hatta 'yardıma muhtaç' karakter bazı durumlarda yaşanan olaylara onunla ilgilenen kişiden çok daha mantıklı, ileri görüşlü ve dengeli bakabilir. Sonuçta bu iki başkarakter birbirlerini duygusal ve mental anlamda adeta besler!

Bu filmde ise Slyvia, bazı açılardan Saul karakterinden daha da sorunlu… Saul, çok ileri bir yaşta olmamasına rağmen zaman zaman ciddi bir demans yaşıyor, gittiği veya yaptığı şeyleri hatırlamıyor. Hatta bu durum bazen insanların onu sokakta baygın olarak bulmalarıyla son buluyor ama bu 'krizleri' yaşamadığı zamanlarda gayet nazik, dikkatli, sıcak kanlı ve duyarlı bir adam… Kendisinin bu durumuyla ilgilenmeye çalışan biraz katı kardeşi ve sempatik yeğenine karşı ne ciddi bir minnet duygusu ne de nankörce bir öfke duyuyor!

Diğer başkarakter Slyvia’nın durumu ise daha karmaşık: Kuşkusuz kocası (ve kızının da babası) hiç ortalarda yokken, bir annenin kısıtlı imkanlarla üstelik zihinsel engelli kişilerle ilgilenmek gibi zor ve hassas bir işte çalışması ve bir anlamda aileyi tek başına ayakta tutmaya çabalaması onu daha tedirgin, karamsar ve adeta 'diken üstünde' duran bir kişiye çevirebilir ama bu Slyvia’da aşırı uçlara savrulmuş durumda… Filmin daha başlarında ve daha sonrası birçok sekansta evine girdikten sonra sayısız kilit ve alarmı hemen devreye sokmasıyla bu gerginliği seziyoruz. Aynı şekilde hayatına yeni bir kişiyi özellikle de bir erkeği sokmamakta son derece kararlı ve bu açıdan asosyal bir tavra sahip. Üstelik kötü olmasa da mesafeli bir ilişkisi olan kız kardeşiyle onun kocası ve neredeyse görmeye bile tahammül edemediği annesi de bu durumu düzeltmiyor.

YALNIZLIĞI VE ACIYI PAYLAŞMAK

Bu kendi içlerinde, iki 'yalnız' karakterin buluşması geçmişlerine doğru adeta bir 'Pandora' kutusu açıyor: Bu süreç Slyvia’nın hayatını daha sancılı, Saul’un hayatını daha bulanık bir hale dönüştürüyor. Her ne kadar aralarında filizlenen bir yakınlık ve şefkat olsa da… Bir karakterin 'tehditkar' dış dünyayla, bir diğerinin ise kendi 'iç şeytanlarıyla' mücadele ettiği bu dönem, filmin atmosferini daha da dramatik ve 'acabalarla' örülü gizemli bir havaya sokuyor. Çünkü Saul’un unuttuğu, Slyvia’nın ise 'bastırdığı' bu geçmiş kalıntıları her zaman gerçek hayatla paralel bir düzlemde değil! Daha doğrusu bu gerçeklikle 'paralellik' her zaman bir şüphe duygusu uyandırıyor. Zihni bu kadar bulanık iki karakter acaba olmayan şeyleri mi hayal ediyorlar? Hatırladıkları anılar gerçek geçmişleriyle ne kadar bağlantılı?

Filmde sürekli olağan olayların arkasında gizlenen bir dram kendini hissettiriyor. Bu dram, bütün hesap sormaların ve itirafların 'döküldüğü' bir aile buluşmasında zirve noktasını, Saul ve Slyvia’nın hiçbir çekici veya tensel hisler uyandırmayan ama acılarının paylaşıldığı o etkileyici küvete girme sekansında en üzücü noktasını buluyor.

Yönetmenin bu yaklaşım ve acı paylaşımına saplanıp kalmadan yan karakterleri ve yeni mekanları zaman zaman öne çıkararak olay örgüsünü sağlam ve dinamik tutma beceresi de takdire şayan: Slyvia’nın ara sıra destek aldığı ama değindiğimiz gibi yine de farklı karakterde olan kız kardeşi Olivia’yla olan engebeli ilişkisi, kızı Sara’nın, annesinin bu yeni yakınlaşmasının dalgalanmalarından uzaklaşmak için sığındığı bu teyze evi, aynı şekilde yine bu evi ziyaret eden, Slyvia için 'yasaklı' büyükannenin olaylara yön vermek istemesi ve zamanla torunuyla bir bağ kurması gibi birçok süreç hikayede pek bir 'ölü zamana' yer bırakmıyor. Aynı şekilde Saul karakteri de hastalığı yüzünden evde yaşadığı adeta hapis hayatından mutsuz… Her ne kadar ailesi ve çevresi Slyvia kadar karmaşık olmasa da kendisiyle ilgilenen kardeşi ona gerekli bakımı gösteriyor, gerekli yakınlığı değil! Bir dizi olayı, statik bir yapıya sokmadan birbirine 'bağlayan' yönetmen hikayeye bir canlılık ve karakterler arasında nüanslar katmayı beceriyor!

OYUNCULARDAN ÜST DÜZEY PERFORMANSLAR

"Memory"nin zaman zaman bize vicdanen dokunmasının ve duygusal olarak etkilemesinin bir nedeni de kuşkusuz ana iki oyuncusunun performansları oluyor: "A Most Violent Year" filminden beri belki de en iyi rolünü bulan Jessica Chastain, Slyvia karakterine gereken bütün kırılganlığı, duyarlılığı katarak rolünün bütün duygusal katmanlarını göstermeyi başarıyor. Bu büyük performansın karşısında nedense şu ana kadar bizce biraz gölgede kalan, tabii ki belli ölçülerde tanınan ve önemli filmlerde roller bulsa da tam anlamıyla ön plana nadiren çıkan Peter Sarsgaard çok güzel bir denge noktası ve Chastain ile aralarında çok hoş bir kimya oluşturmayı başarıyor.

İşin tek üzücü kısmı, iki ismin de bu performanslara rağmen Oscar ödülleri yarışında olmamaları… Sarsgaard belki Venedik Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alarak bu eksikliği belli ölçülerde hafifletti ancak bizce yine de iki oyuncu da en azından aday olmayı fazlasıyla hak ediyorlardı!

Sonuçta Franco, hikaye ve yönetmenlik açısından 'devrimci' olmasa da, türün parlak örnekleri arasında sayılabilecek, hem günümüzde daha da çok dile getirilen bu hastalığı duygu sömürüsüne girmeden önümüze getiren hem de bunu yaparken de üst düzey performanslarla değişik bir bakış sunan, sağlam bir dram filmine imza atmış! Bu da kuşkusuz kolay bir şey değil!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .