Umutsuzluğun sarpasardığı bir coğrafyada ‘umut hakkı’nı aramak

AİHS'ne göre, ömür boyu hapis cezası verilen hükümlülere, cezalarının bir kısmı infaz edildikten sonra, verilen cezanın gözden geçirilmesi ve şartla salıverilme talebinde bulunma hakkı tanınmalı.

Google Haberlere Abone ol

Ayşe Bingöl Demir

HEDEFTEKİ UMUT VE UMUT HAKKI

Seçimleri kaybetmesinden bir süre önce dönemin ABD Başkanı Donald Trump bir konuşmasında düzensiz göçmenleri hedef alıyordu ve bu sorunla mücadele için göçmenlerin Amerika’ya gelebilmeye dair ‘umutlarını yok etmek’ gereğini haykırıyordu. Bu sözler günümüzün otoriter ve popülist politikacılarının, pek çok insani değerin yanında, ‘umut etme’ duygusunu da hedef almakta bir sakınca görmediklerini gösteriyor. Yaşamını sürdürme ve bütün zorluklara rağmen var olmaya devam etme iradesinin en temel itici güçlerinden olan, hatta antik çağlardan bu yana bir kutsallık atfedilen ‘umuda’ pervasızca açılan bu ‘savaş’, içinde bulunduğumuz dünya düzenine dair kaygıları daha da derinleştiriyor.

Bu kaygılar elbette Türkiye için de geçerli. Ülkenin içinde bulunduğu ağır insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi krizi kendi içinde ciddi sayıda can alıcı mesele barındırıyor. Çokça farklı disiplin altında irdelenen, araştırılan, çalışılan ‘umut’ başlığı, hukuk literatüründe de ‘umut hakkı’ üzerinden kendine açık bir yer buluyor. Halihazırda cezaevlerinde tutulan ve binin üzerinde olduğu ifade edilen bir grup hükümlünün hayatını doğrudan etkileyen bu hakkın Türkiye’de güvence altına alınmaması sorunu süregelen derin krizin bütün bileşenlerine dokunsa da bilerek ya da bilmeyerek gözardı ediliyor, üzerindeki çalışmalar yeterince etkili olamıyor.

Umut hakkının kaynağı Avrupa insan hakları hukuku olarak görülüyor. Gerçekten de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2000’lerden sonra verdiği bir dizi kararında hükümlülerin umut hakkına açık referanslar vermeye başladı ve konu üzerine önemli bir içtihat zinciri geliştirdi. Buna göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf devletlerde haklarında ömür boyu hapis cezası verilen hükümlülere, cezalarının bir kısmı infaz edildikten sonra, verilen cezanın gözden geçirilmesi ve şartla salıverilme talebinde bulunma hakkı tanınmalı ve bu hakkı etkili bir şekilde kullanabilecekleri bir mekanizma oluşturulmalı.

Mahkeme’nin tespitinin temelinde modern ceza hukukunda, ceza yargılamaları sonucu verilen hapis cezalarının sadece cezalandırma değil, başka unsurların yanısıra, aynı zamanda rehabilitasyon amacı da taşıması bulunuyor. Buna göre ceza ve ceza infaz hukukunun modern prensipleri uyarınca hükümlülerin cezaevinde tutulmasının meşru nedenlerinin bulunup bulunmadığının belirli aşamalarda değerlendirilmesi gerekiyor. Aksi durum, Mahkeme’ye göre, hükümlünün koşulları oluştuğunda cezasının infazına son verileceği umudunu ortadan kaldırıyor ve bu da insanlık onuru ile bağdaşmıyor.

Mahkeme’nin bu değerlendirmeleri kapsamında ömür boyu hapis cezası hükümlülerinin umut hakkı olarak tanımlanan bu hakka yer vermeyen ceza infaz sistemleri Sözleşme’nin 3. maddesi standartlarına aykırı. Bilindiği üzere Sözleşme’nin 3. maddesi işkenceyi, insanlık dışı veya onur kırıcı muameleyi ya da cezayı yasaklıyor. Mahkeme’nin konuya dair verdiği kararlara bakıldığında, ömür boyu hapis cezasının infazı rejiminin Sözleşme ile uyumunun Mahkemece denetlendiği çok sayıda ülke ile karşılaşıyoruz. Bunlar arasında Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Hollanda, Bulgaristan, Macaristan, Litvanya, Slovakya, Ukrayna ve Kıbrıs gibi ülkeler var. Mahkeme içtihadında önemli bir yer tutan bir grup karar da Türkiye’ye ve ülkede bu konuda uygulanan ceza infaz rejimine dair.

TÜRKİYE’DE AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASININ ‘ÖLÜNCEYE KADAR’ İNFAZI REJİMİ

AİHM’in Türkiye’ye dair kararlarında altını çizdiği gibi, Türkiye hukuk sisteminde belirli suç tiplerinden verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlülerinin umut hakkı güvence altına alınmıyor. Bu suç tipleri arasında Ceza Kanunu’nda "Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar", "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" ve "Milli Savunmaya Karşı Suçlar" başlıkları altında düzenlenen suçlar var. Ceza İnfaz Kanunu’nun 107(16) maddesine göre, bu suçları örgüt faaliyeti kapsamında işlediği gerekçesi ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilenler, kararların kesinleşmesi ile ‘ölünceye kadar’ cezaevinde tutulmak üzere cezalarını çekmeye başlıyor. Hiçbir şart ve koşulda bu kişilere haklarında verilen cezanın gözden geçirilmesi ve şartla salıverilme talebinde bulunma hakkı tanınmıyor.

Cezanın hükümlü ‘ölünceye kadar’ infazı şeklindeki bu rejim AİHM’in gündemine ilk olarak Öcalan/Türkiye (no 2) kararı ile taşındı. Hatırlanacağı üzere, ölüm cezasının 2000’lerin başında kaldırılmasından sonra Abdullah Öcalan’ın cezası ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına’ çevrilmişti. AİHM ölüm cezası yerine öngörülen bu cezanın infaz biçimine dair değerlendirmesini Mart 2014 tarihli kararı ile yaptı. Karar Ekim 2014’te kesinleşti. AİHM daha sonra aynı konuda Eylül 2015’te Kaytan/Türkiye, Aralık 2015’te Gurban/Türkiye ve Şubat 2019’da Boltan/Türkiye kararlarını verdi. Mahkeme bu konudaki içtihadı ile aynı doğrultuda, umut hakkı güvence altına alınmaksızın, hükümlülerin ölünceye kadar cezaevinde tutulmasının Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlali niteliğinde olduğuna hükmetti. Ancak Türkiye tarafından bu kararlar uygulanmadı ve Mahkeme’nin işkence yasağına aykırı bulduğu infaz rejimi yerli yerinde duruyor.

AİHM GURBAN GRUBU KARARLARI: TÜRKİYE TARAFINDAN UYGULANMAYAN BİR DİZİ BAŞKA KARAR

Mahkeme’nin konuya dair yukarıda anılan kararları, Türkiye’de belirli suç tipleri için öngörülen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ‘ölünceye kadar’ infazı rejiminin Sözleşme’nin 3. maddesine uygun hale getirilmesini, diğer bir deyişle hükümlüye, bir kısmı infaz edildikten sonra cezasının gözden geçirilmesi ve şartla salıverilme talebinde bulunabilme hakkı tanınmasını gerektiriyor.

Ancak AİHM’in benzer kararlar verdiği diğer ülkelerden farklı olarak, Türkiye tarafından ilk karar üzerinden sekiz yıldan uzun bir süre geçmiş olmasına rağmen mevcut sistemi Sözleşme standartlarına ve Mahkeme kriterlerine uygun hale getirmek için herhangi bir adım atılmıyor. Kararlardan sonra başvurucuların avukatları ve ‘ölünceye kadar’ infaz rejimine tabi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlülerinin gerek ağır ceza mahkemelerine gerekse de Anayasa Mahkemesine yaptıkları ve AİHM kararlarının uygulanması talepli başvurular sistemli bir şekilde reddediliyor. Cezaevlerinde, bu infaz rejimlerine tabi bini aşkın olduğu belirtilen hükümlü, en temel haklarından olan umut hakkından mahrum bırakılarak tutulmaya devam ediliyor. Esasen bir çeşit ölüm cezası olarak görülen bu ceza infaz rejimi ülke hukuk sisteminin kara lekelerinden biri.

Bilindiği üzere AİHM kararlarının ilgili ülkeler tarafından uygulanmasının denetimini yapan Avrupa Konseyi organı, Bakanlar Komitesi. Komite, AİHM’in bu konuda verdiği kararların Türkiye tarafından uygulanmasının denetimine esasen Öcalan kararının kesinleştiği Ekim 2014’ten itibaren başladı. Komite’nin aradan geçen zamana rağmen konunun politik hassasiyetinin etkisi ile bu kararları aktif toplantı gündemine uzunca bir süre almadığı anlaşılıyor. Ancak ‘Gurban grubu’ olarak adlandırılan bu kararların Türkiye tarafından yerine getirilmesi için hiçbir adım atılmamasının ve sivil toplum örgütlerinin ve başvurucuların avukatlarının Komite’ye sundukları güncelleme, değerlendirme ve tespitlerin de etkisi ile Komite, kararları Kasım-Aralık 2021 toplantı gündemine aldı. Komite, toplantı sonrası Türkiye hakkında bu konuda ilk defa bir karar oluşturdu. Önemli değerlendirmeler içeren bu karara göre Türkiye, AİHM’in Gurban grubu kararlarının gereğini yerine getirmek için aşağıdaki genel nitelikli önlemleri gecikmeksizin almak durumunda:

  • Herhangi bir istisna olmaksızın, bütün ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüleri için, cezaları ceza adalet sistemi prensipleri ile uyumlu olarak gözden geçirilmeli ve şartla salıverilmeyi talep edebilecekleri bir mekanizma oluşturulmalı.
  • Bu mekanizma cezalar belirli bir süre infaz edildikten sonra başvuruya açık olmalı.
  • Mekanizmayı oluşturmak için gerekli yasal zemin oluşturulmalı ve işletilmesi için gerekli diğer adımlar atılmalı.

Komite’nin bu somut ve açık taleplerine karşı Türkiye’nin verdiği cevap Komite’ye Ekim 2022’de bir eylem planı sunmak oldu. Bu belgeye aslında bir ‘eylemsizlik planı’ da demek mümkün. Zira hükümet esasen diplomatik bir dille, Türkiye’nin bu konuda bir değişiklik yapma planı olmadığını söylüyor. Yani aslında ülkenin Sözleşme’nin 46(1) maddesi ile taahhüt ettiği AİHM kararlarına uyma yükümlülüğünü ihlal edeceğini beyan ediyor. 

GURBAN GRUBU KARARLARINA UYGUN BİR CEZA İNFAZ REJİMİ NASIL OLMALI?

Türkiye’nin pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Sözleşme yükümlülüklerine uymaması, AİHM kararlarını yerine getirmemek yönündeki politikası şaşırtıcı olmasa da ciddi bir sorun. Ancak bu durum Türkiye’nin yükümlülüklerini ortadan kaldırmayacak, Komite’nin denetim süreci devam edecek ve Türkiye bu ceza infaz rejimini er ya da geç Sözleşme standartlarına uygun hale getirmek durumunda kalacak.

Bu nedenle bu konuda atılması gereken adımların çerçevesinin tartışmaya açılması önemli. AİHM’in haklarında benzer kararlar verdiği ülkeler -eksikleri olsa da- kararlar ışığında sistemlerinde değişiklikler yapma yoluna gittiler. Bunlar arasında Macaristan, Litvanya, Slovakya, Ukrayna ve Birleşik Krallık var.

Örneğin Matiošaitis ve diğerleri/Litvanya kararının uygulanmasının denetimi sürecinde, Litvanya müebbet hapis cezası hükümlülerinin cezalarının infazının gözden geçirilmesi ve koşulları oluşmuşsa hafifletilebilmesi için bir mekanizma oluşturdu. Komite bu konuda oluşturulan mekanizmanın ve mekanizmaya başvuru şartlarının Mahkeme’nin geliştirdiği standartlara uygun olduğuna karar verdi ve denetim sürecini kapattı. Yine AİHM’in Vinter ve diğerleri/Birleşik Krallık kararı sonrası, İngiltere ve Galler Yüksek Mahkemesi verdiği bir karar ile Adalet Bakanına verilen müebbet hapis cezası hükümlülerini salıverme hakkını açıkça tanıdı. Yüksek Mahkeme, bu hakkın kapsamını, sınırlarını ve koşullarını da belirledi. Bakanlar Komitesi bu çerçeveyi AİHM kararının gerektirdiği genel önlemlerin alınması olarak değerlendirerek denetim sürecini kapattı. Komite bu ülkelerdeki mevcut sistemlerden bazılarını ‘iyi örnekler’ olarak kabul ediyor ve Türkiye tarafından bunlardan yararlanılması gerektiğini düşünüyor. Litvanya örneği bu konuda özellikle dikkate değer.

Türkiye’nin yapması gerekenler konusunda, AİHM’in Gurban grubu kararlarının yanında Bakanlar Komitesi’nin diğer ülkelere dair denetim sürecinde attığı adımlar ve yaptığı değerlendirmeler bir yol haritası oluşturuyor. Buna göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının Sözleşme standartlarına uygun şekilde gözden geçirilmesine imkân veren bir mekanizma oluşturulurken şu temel ilkeler gözetilmeli:

  • Mekanizma tarafından gözden geçirme sonrası talebe konu cezanın hafifletilmesine, indirilmesine, ortadan kaldırılmasına ya da şartla salıverilmeye karar verilebilmeli,
  • Cezanın gözden geçirilmesini talep edebilmek için cezaevinde geçirilmesi gereken süre 25 yıldan fazla olmamalı,
  • Hükümlünün hayatındaki dikkate değer değişiklikler ve gelişmeler değerlendirmede dikkate alınmalı ve rehabilitasyon amaçlı olması gereken infazın, değerlendirme tarihi itibariyle sürdürülmesinin meşru bir dayanağının bulunup bulunmadığına bakılmalı,
  • Bu değerlendirme objektif ve önceden belirlenmiş kurallara göre yapılmalı,
  • Değerlendirmede dikkate alınacak esaslara dair düzenlemeler yeterli açıklıkta ve belirli olmalı,
  • Hükümlüye sürece dair prosedürel güvenceler tanınmalı,
  • Hükümlü sürece dair gereği gibi bilgilendirilmeli,
  • İlk gözden geçirme sonrası ret kararı verilmesi halinde periyodik aralıklarla gözden geçirme sürdürülmeli,
  • Mekanizma tarafından verilen kararın yargısal denetimi mümkün olmalı ve hükümlüye bu yola etkili erişim imkânı verilmeli.
TÜRKİYE’DE ‘ÖLÜNCEYE KADAR’ CEZAEVİNDE TUTULAN VE TUTULACAK BİNLER

Türkiye’de bahse konu infaz rejimi kapsamında cezası infaz edilmekte olan kaç hükümlü bulunduğu, hükümlülerin ne kadar zamandır cezalarının infaz edilmekte olduğu ve Ceza Kanunu’nun bu infaz biçimini öngören maddelerinden kaç kişinin yargılamasının sürdüğü kamuoyu ve sivil toplum örgütleri ile talebe rağmen paylaşılmıyor. Bu konuda çalışan sivil toplum örgütleri hükümlü sayısının binin üzerinde olduğunu ifade ediyor. Bilindiği üzere özellikle Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında ülkede insan haklarının ve yargının düştüğü derin krizin doğurduğu ağır insan hakları sorunlarından biri, Ceza Kanunu’nun bu infaz rejimini öngören bazı maddelerinden yapılan yargılamaların sayısının ciddi şekilde artması oldu. Gerçekten de Kanun’un ‘devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak’ başlıklı 302. maddesi, ‘anayasayı ihlal’ başlıklı 309. maddesi, ‘hükümete karşı suç’ başlıklı 312. maddesi yargılamalarda çok sayıda kişiye karşı sıkça kullanılan maddelerden.

Sadece ‘Kobane davası’ olarak bilinen yargılamada aralarında Ahmet Türk, Altan Tan, Aysel Tuğluk, Emine Ayna, Ertuğrul Kürkçü, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Hatip Dicle, Sebahat Tuncel, Selahattin Demirtaş ve Sırrı Süreyya Önder gibi HDP’li tanınmış muhalif politikacıların da bulunduğu 108 sanığın Ceza Kanunu’nun 302. maddesi kapsamında da cezalandırılması talep ediliyor. Yani ülkede mevcut durum, bu yargılamaların başlı başına hak ihlal eden niteliğinin yanında ‘ölünceye kadar ceza infaz rejimine’ tabi tutulacak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsü sayısının ciddi şekilde artabileceğine işaret ediyor.

Binin üzerinde hükümlünün -ve haklarında mahkûmiyet kararı verilmesi halinde binlerle ifade edilen yargılaması süren kişinin- umut hakkının tamamen gözardı edildiği bu ağır tabloya dair eleştirilerin politik nedenlerle sadece Öcalan kararı üzerinden reddedilmesi ve gözardı edilmesi kabul edilemez. Kaldı ki yukarıda belirlenen çerçeve esas alınarak şekillendirilecek yeni bir ceza infaz rejimi, ilgili hükümlülerin cezasının belirli bir süre infazı sonrası otomatik olarak salıverilmesi anlamına gelmiyor. Sadece şartla salıverilme koşullarının oluşup oluşmadığının, yani cezanın infazına devamın meşru şartlarının hala mevcut bulunup bulunmadığının gerçek anlamda değerlendirileceği bir sistem oluşturulması anlamına geliyor.

İçinde bulunduğumuz umutsuzluk sarmalına rağmen, umut haklarının tanınmasına dair mücadelelerinde bundan mahrum bırakılan hükümlülere, ailelerine, sınırlı sayıda sivil toplum örgütüne destek olmak, Türkiye’de ve uluslararası kurumlar nezdinde bu konunun gündemde tutulması, tartışılması ve dikkate alınması için çalışmalar geliştirmek son derece önemli. Sonuç almak kısa sürede mümkün görülmeyebilir ancak bu çalışmalarla değişimi sağlayacak toplumsal dinamiğe ihtiyaç duyulan katkının sunulacağı tartışmasız.