Türkiye'de cinsiyet ve cinsellik politikalarının 100 yılı: Sessizden dayatılmış cinselleştirilmeye

Feminist ve LGBTİ+ hareketlerin birikimi ile toplumsal tabanın gündelik güç ilişkileriyle şekillenen eylem ve söylemleri buluşturulsa Türkiye’de cinsiyet mücadelesinin toplumsal tabanı genişleyebilir.

Google Haberlere Abone ol

Nil Mutluer*

Türkiye Cumhuriyeti'nin cinsiyet politikalarının 100 yıllık serüveni, Türk modernleşmesi, milliyetçilik, laiklik ve din arasındaki gerilimlerle şekillendi.** Cumhuriyet'in kurucu elitleri, Kemalist laiklik tarafından yasalar ve devlet kurumlarının sıkı denetimleriyle bir yandan İslam'ı merkeze alan birleştirici bir yaklaşım benimsedi, (1) diğer yandan, Sünni (Hanefi), Müslüman, laik Türk kimliği, ulusa birlik veren merkezi unsur haline geldi. (2) Ayrıca, dindar ve seküler kimlik sosyo-politik arenada rekabet halindeymiş gibi sunulsa da Kemalizmin, korporatizm, popülizm ve milliyetçiliğin kesişimini ideolojisinin temeli haline getirmesi, sağ muhafazakâr meydan okumaları absorbe etmeye çalıştı. (3) Böylece, bir yanda Kemalizm, diğer yanda Türk muhafazakârlığı ve İslamcılığı, modernleşmenin siyasi, ekonomik ve toplumsal sonuçlarını benimseyip, inançla şekillenmiş milliyetçilik gibi kültürel ve entelektüel sonuçlarını reddederek laiklikle ilişkilerini şekillendirdiler. Sonuç olarak, siyasi ve toplumsal kategorileri asimile eden bir kültür her iki kamp için de temel modern dayanak haline geldi(4) ve cinsiyet, cinsellik ve etnisite üzerine geliştirilen politikalar ideal değerlerin vücut bulmasına hizmet etti. (5)

Kemalizm ile Türk muhafazakârlığı ve İslamcılığı arasındaki temel farklar, kültürel alanda benimsedikleri farklı değerlerin yanı sıra iktidar hiyerarşisindeki farklı konumlarından da kaynaklanıyor. Hükümetlerin cinsiyet politikaları sosyo-politik konjonktüre göre değiştikçe, feministlerin ve daha sonra LGBTİQ+ topluluğunun bu politikalara tepkileri ve sosyo-politik talepleri de daha belirgin hale geldi. Son 100 yıllık süreçte, önce feminist/kadın, daha sonra da LGBTİQ+ hareketleri cinsiyet politikalarının sınırlarını aşarak Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesinin daha etkin çoğulcu aktörleri arasında önemli bir yer edindi. Tüm bu siyasi ve sivil alandaki mücadelenin aktörleri arasındaki güç ilişkisi ve mücadelesini cinsiyet politikalarının aldığı konum açısından genel olarak üç dönemde tartışmak mümkün: Sessizlik, karşılaşma ve dayatılma. (6)

SESSİZLİK DÖNEMİ: CUMHURİYETİN KURULUŞUNDAN 1980'LERE

Osmanlı'nın son dönemlerinde, özellikle 1839 Tanzimat ve 1908 II. Meşrutiyet reformlarıyla kadınlara eğitim, miras ve evlilik alanlarında bazı haklar tanınmış ve kadınlar dernekler ve yayınlar etrafında toplanarak ve kamuya açık toplantılar düzenleyerek kamusal alanda aktif hale gelmişlerdi. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında milliyetçilerin öncelikleri ile kadınların eşitlik mücadelesi belli ölçüde örtüştüğünden Kemalist elitler Cumhuriyet'in çıkarlarını ilerletme çabası içinde kadınlara tek eşlilik, boşanma, seçme ve seçilme gibi bazı medeni ve siyasi haklar tanımakta tereddüt etmediler. (7) Kemalist seçkinler için cinsiyet ve cinsellik, hem milliyetçi projenin hem de Türkiye'deki 'laik-İslamcı' ayrımının somutlaşmış ve temel belirleyicisi haline geldi ve kadınlara statüleri, esas olarak ulusal projenin nesneleri olarak alenen verildi. (8) Milliyetçi Kemalist kadın çevreleri, bu yasal düzenlemeleri modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün ve Kemalist elitlerin devlet feminizminin bir başarısı olduğu yanılsamasını yarattı. (9) Ancak aksine, Atatürk'ü ve Kemalist devlet elitlerini bu konuda harekete geçmeye iten esas olarak 19. yüzyılın sonlarından itibaren kadınların verdiği hak mücadelesi oldu. (10)

1946'da çok partili sisteme geçilmesi ve dünya düzeninin komünist-kapitalist bloklar arasındaki soğuk savaş ile şekillenmesiyle, laik devlet bürokratları komünizmi İslamcılıktan/muhafazakârlıktan daha büyük bir tehdit olarak addedip bu iki ideolojiyi komünizme karşı bir panzehir olarak konumladılar. İslamcılar da kendilerine izin verildiğinde bürokratik kurumlarla ittifaklar geliştirmeye istekli ve mutluydular. (11) Dönemin bu ittifakı devletin cinsiyet politikalarını doğrudan etkiledi. Bu dönemde kadınların Meclis'teki temsili azaldı, kamusal hayata katılımları modernleşmenin bir göstergesi olmaktan çıktı,(12) devlet politikalarından ders kitaplarına kadar pek çok alanda kadının asli görevi sadece anne ve eş olarak görülmeye başlandı. (13) 1940'lı ve 50'li yıllardaki kadın örgütlenmeleri genellikle Kemalist kadın dernekleri şeklinde oldu. Bu dernekler, Kemalist devlet ideolojisi doğrultusunda, yükselen sağ popülizme karşı modern 'Türk kadını' söylemini benimseyerek kadınların haklarını savundu. (14) Amaçları, modern ailelerinin ve uluslarının bakımını üstlenen kadınlar hakkında farkındalık yaratmaktı. (15) Bu dönemde kadınlar, kadın gelişiminden eğitime, hayır işlerinden savunuculuğa kadar çeşitli alanlarda çalışmalarını sürdürdüler.

1960'lardan itibaren Kemalizm'e rakip ideolojiler solculuk ve İslamcılık ortaya çıktı ve kırdan kente göç ile bu grupların içindeki kültürel ve sınıfsal yapı çeşitlendi. Bu gruplardaki kadınlar taleplerini dile getirmeye başladı. Zira, 1971 askeri müdahalesi olmasına rağmen 1970'lerin başından itibaren sol gruplar, sendikal hareketler ve demokratik kitle örgütleri sınıf, eşitlik ve hak mücadelesi gibi konularda devlete karşı eleştirileriyle muhalefeti şekillendirdi. Ancak, bunlar oldukça cinsiyetçi yapılardı. Bu durum, kadınlar arasında sınıf mücadelesinin cinsiyetçilik bağlamında tartışılmasına ve nihayetinde Demokrat Kadınlar Birliği ve İlerici Kadınlar Derneği gibi aralarında feministlerin de olduğu örgütlerin kurulmasına yol açtı.(16)

1960'larda üniversitelerde okumaya gelen ve kamusal alanda görünür olmaya başlayan Müslüman kadın öğrenciler Milli Selamet Partisi'nde de (MSP-Milli Selamet Partisi) aktif rol aldılar. (17) İslami feminizm tartışması 1979 İran Devrimi'nden sonra Türkiye'deki Müslüman ve İslamcı hareketlerin gündemine girmeye başladı. MSP'nin 1970'lerdeki yükselişi, 1960'larda yeraltı toplantılarına başlayan LGBTİQ+ hareketini de etkiledi. İçişleri Bakanı'nın 1974'teki koalisyon hükümetinde MSP üyesi olması LGBTİQ+ hareketi üzerindeki baskının artmasına neden olsa da her şeye rağmen hareket yeraltı faaliyetlerine devam etti. (18)

KARŞILAŞMA DÖNEMİ: 1980-2007

Devletin Kemalist bürokratları ile sağcı hareketin anti-komünist ittifakı, devlet laikliğinin açıkça İslami bir ton kazanmasına yol açtı. (19) 12 Eylül 1980 Darbesi'nin baskıcı rejimi siyasi ve sivil alanı tahrip etti ve özellikle sol hareketleri neredeyse tamamen bastırdı. 1980 darbesinden sonra kamusal alanda duyulabilen tek muhalif ses, eşitlik yanlısı ve şiddet karşıtı bir kamuoyu bilinci yaratmaya çalışan sol feminist kadınlarınkiydi. Protestolar, gösteriler ve kampanyalarla feminist temalar ana akım medya organlarında yer aldı ve döneme damgasını vurdu. Feministler cinsel özgürlük, cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet gibi konuları da gündeme getirdiler. (20) Kürtaj 1983'te resmen yasallaştı. (21) Feminist hareketin hem gücünü hem de meşruiyetini gösteren olaylar arasında 1986 Kadın Dilekçesi (22), 17 Mayıs 1987 Dayağa Karşı Dayanışma kampanyası yürüyüşü ve İstanbul Yoğurtçu Parkı Mitingi, 1989 yılındaki tecavüz ve cinsel şiddete karşı düzenlenen "Mor İğne" kampanyası sıralanabilir. Ayrıca, devletin kadınların cinselliğini kontrol etmek için kullandığı ve birçok kadını intihara sürükleyen en sert yöntemlerden zorla 'bekâret kontrolü' bu dönemde başlayan feminist çabalarla 1999 yılında Adalet Bakanlığı genelgesiyle kaldırıldı. (23)

1990'larda hem sivil toplumda hem de devlet tarafından kurumsallaşmaya yönelik ilk adımlar atıldı. (24) Mor Çatı Sığınma Vakfı, Kadın Dayanışma Vakfı, Kadın Eserleri Kütüphanesi, Başkent Kadın Platformu ve Kadın Adayları Destekleme Derneği (KADER) gibi yüzlerce kadın kurumu bu dönemde faaliyete geçti. Ayrıca, 1990'larda hükümet Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü'nü kurdu. Kurum önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na, daha sonra da Başbakanlık'a bağlandı. Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı da ilk kez bu dönemde kuruldu.

1990'larda feminist hareket çoğulcu kimliğini de kazandı. Devletin 1980’lerde Kürt illerinde başlayan etnik ayrımcı, cinsiyetçi ve baskıcı politikaları bölgede olağanüstü hal ilan edilmesiyle 1990'larda yoğunlaştı. Kürt kadın hareketinin yükselişiyle birlikte kadınların barış talebi feminist hareketin gündemine taşındı ve eylem ve tartışmalarıyla feminist hareket içinde oldukça etkili bir ses haline geldi. (25) Kadın hareketinin çoğullaşmasında aktif rol oynayan ve tartışmaların parçası haline gelen diğer kesim ise Müslüman kadınlardı. Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) kararıyla 1984’te başlayan başörtüsü yasakları, 28 Şubat 1997 Darbesi'nden sonra kadınların üniversiteye girişlerinde başlarını açmaları için devlet görevlilerinin baskı yaptığı ikna odalarının kurulmasıyla devam etti. Bu durum, Müslüman kadınların (yüksek) öğrenim görme ve kamuda istihdam edilme haklarında önemli kayıplara yol açtı. (26) 1989'da İstanbul Üniversitesi'nde ve 1993'te Ankara Üniversitesi'nde Kadın Çalışmaları Programlarının kurulmasıyla birlikte kadın ve LGBTİQ+ hareketleri akademide de feminist ve queer düşünce etrafında örgütlenmeye başladılar, entelektüel ve teorik ivme kazandılar. Aynı dönemde Türkiye'de kadın hareketinin tarihi üzerine yapılan çalışmalar da Ermeni ve Rum kadınların Türkiye'de feminizmin tarihsel gelişiminde oynadıkları önemli rolleri ortaya koydu.

LGBTİQ+ hareketinin kurumsallaşması da bu yıllarda başladı. Lambdaİstanbul, KAOS GL, Venüs'ün Kız Kardeşleri, Kadın Kapısı, LEGATO, Sappho'nun Kızları, Siyah Pembe Üçgen, Bursa Gökkuşağı, Pembe Hayat LGBTİQ+ ve Voltrans gibi önemli örgütler kuruldu. Türkiye'de kitlesel transfobi ve homofobiyi simgeleyen iki olay döneme damgasını vurdu: İlki Ülker Sokak'ta yaşayan translara şiddet ve işkence uygulamak için seçtiği alet nedeniyle "hortum" lakabını alan Beyoğlu Emniyet Müdürü Süleyman Ulusoy'un LGBTİQ+ topluluğuna uyguladığı zulümdü. İkincisi ise 2006’da Bursa'da düzenlenen Birinci Eşcinsel Buluşması'na Bursaspor taraftarlarının saldırısıydı.

2000'li yıllara gelindiğinde feminizm; cinsiyet, cinsel, etnik, dini ve sınıfsal çeşitliliği içeren çoğulcu bir hareket olarak, yerleşmiş yasal eşitsizliklerle mücadeleye odaklandı. AKP 2002’de iktidara geldiğinde, liderleri kadın hareketinin Medeni Kanun ve Ceza Kanunu'ndaki ayrımcı hükümlerin değiştirilmesi ve kaldırılması için yoğun baskı yaptığının farkındaydı. Feministlerin baskısı, AKP'nin kendisini çoğulcu ve laik değerlerle barışık muhafazakâr demokrat bir parti olarak sunma isteğiyle örtüşüyordu. Böylece, kadın hareketinin çalışma ve baskısıyla her iki kanunda da revizyona gidildi. Medeni Kanun'da kadınların evlilikte eşitliğini tanıyan hükümler getirildi ve Ceza Kanunu'nda namus cinayeti olarak adlandırılan vakalarda ceza indirimine izin veren hükümler kaldırıldı. Dahası, Türkiye'deki Müslüman demokratların kendinden menkul temsilcisi olarak, dönemin Başbakanı Erdoğan'ın kendisini her türlü sivil ve siyasi özgürlük ve hakkın savunucusu olarak sunması önemliydi - öyle ki, bir keresinde eşcinsel ilişkileri bile alenen onayladı. Cinsiyet politikaları alanındaki bu tür söylemsel hamlelerle AKP, laik-dindar ayrımında laik olanın yanında yer alıyor gibi görünmeye çalıştı. (27) Ancak ne yazık ki bu söylemsel hamleler ne uzun ömürlü oldu ne de homofobik ve transfobik tutumlarda kalıcı bir geri dönüşe yol açtı. Nitekim dönemin AKP hükümeti 2006 yılında LGBTİQ+'ların ilk Onur Yürüyüşü'ne izin verirken aynı yıl Lambdaİstanbul'a kapatma davası açtı. AKP'nin o yıllarda duyarlı olduğu uluslararası kamuoyunun da baskısıyla Lambdaİstanbul kapatılmadı. 

DAYATILAN DÖNEM: 2007-BUGÜN

2007 Genel Seçimleri'nden sonra taban gücünü sağlamlaştıran AKP iktidarı, otoriter politikalara yöneldi. Bu dönemde cinsiyet ve cinsellik, AKP elitlerine 'yeni milli' değerleri büyütmek ve aşılamak için verimli bir zemin sağladı. Cinsiyet ve cinsellik temelinde ayrımcılık önce söylem düzeyinde başladı ve zamanla devlet kurumlarındaki yapısal değişikliklere ve nihayetinde İstanbul Sözleşmesi'nin iptali gibi hukuksal hak kazanımlarına müdahaleye kadar uzandı.

Dönemin belli başlı cinsiyet politikalarıyla ilgili tartışması kadının aile ve annelik merkezli konumunun güçlendirilmesiydi. Bu politikanın ilk sinyali Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 7 Mart 2007'deki konuşmasında kadınları 'en az üç çocuk yapmaya' teşvik etmesiyle başladı. Erdoğan'ın konuşmasını diğer AKP elitlerinin kadınların toplum içinde nasıl davranmaları, giyinmeleri ve görünmeleri gerektiğine dair açıklamaları izledi: Buna göre, kadınların toplum içinde mini etek giymemesi, yüksek sesle kahkaha atmaması ve hatta hamileyken sokağa çıkmaması gerekiyordu. Tüm bunlar, AKP hükümetinin uyguladığı neoliberal politikalar sayesinde kadınların sadece sembolik olarak değil, aynı zamanda fiilen de biyopolitik bir hapishaneye zorlandığı yeni bir dönemin başlangıcına işaret ediyordu. (28) Kadınların evde esnek bir şekilde çalışmasına izin veren yasal değişiklikler, kadınların her şeyden önce çocukların ve yaşlıların bakımında birincil sorumluluğu taşıyan anneler olduğu varsayımına dayanıyordu. Ayrıca, Cumhurbaşkanı'nın 28 Aralık 2011'de Roboski’de (Uludere) 34 Kürt vatandaşın hayatını kaybettiği katliamdan 6 ay sonra Birleşmiş Milletler’in demografi konferansında yaptığı konuşmada 'her kürtajın bir Uludere (Kürtçe Roboski) olduğunu' ilan etmesi, devletten özür ve açıklama bekleyen Türkiye'nin Kürt vatandaşlarını kürtaj yasaklama siyasetinin parçası haline getirmesi, cinsiyet politikalarında Kürtlerin bir kez daha eşit yurttaş olarak kabul edilmeyeceğini gösterdi. (29) Feministler ve aralarında Müslümanların da bulunduğu pek çok grup bu açıklamaya tepki gösterdi. Tepkiler üzerine AKP, Meclis'e sunduğu tasarıyı geri çekti. Ancak kürtaj yasağı değişikliği Meclis'ten geçirilememiş olsa da, devlet hastanelerinin ezici çoğunluğunun kürtaj yapmayı fiilen durdurmasıyla fiili bir yasak yürürlüğe girmiş oldu. (30) Kürtajın çoğunlukla özel hastaneler tarafından yapılmaya başlanmasıyla kürtaja erişim sınıf temelli ayrımcılığa tabi bir konu haline geldi.

Söylem ve yasalardaki bu değişiklikler kamu kurumlarının kadınlarla ilgili yapılarına da yansıdı. Nitekim AKP, 2011 yılında 'Kadın ve Aile Bakanlığı'nın resmi adını 'Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı' olarak değiştirdi. Bu dönemde, camiler aracılığıyla mümkün olduğunca çok kadına ulaşmayı hedefleyen söz konusu bakanlık, Türk aile değerlerinin ve yapısının korunmasına yönelik çalışmalar yapmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı ile işbirliği protokolleri imzaladı. (31) Aile Bakanlığı 2018 yılında Çalışma Bakanlığı ile birleştirildi. Bu iki bakanlık, 2021 yılında tekrar ayrılana kadar, kadınların birincil işlevi ailelerine bakmak olan dindar ve ucuz emekçiler olarak ekonomiye katılımını öngören neoliberal politikaların ana uygulayıcıları oldular.

Cinsiyete dayalı şiddetle mücadele de iktidarın hedefinde olan cinsiyet ve cinsellik politikaları arasındaydı. En önemli gündem maddelerinden biri bu konu olan Feminist ve LGBTİQ+ hareketler, 2011 yılında hükümetin İstanbul Sözleşmesi'ni imzalamasını ve onaylamasını ve 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'unu kabul etmesini sağladılar. Ancak, kanunda öngörülen önleyici ve koruyucu tedbirler tam olarak uygulanmadığından kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, ensest ve kadın cinayeti vakalarının sayısı arttı. Erdoğan'ın son Cumhurbaşkanlığı döneminde AKP hükümetinin cinsiyet politikaları, kadınların kazanılmış haklarını geri almaya ve cinsiyet eşitliği ile cinsel özgürlükleri kısıtlamaya çalıştı. Örneğin, 2019 yılında faillerin istismar ettikleri çocuklarla evlenmeleri halinde ceza almamalarını öngören bir yasa tasarısı Meclis'e getirildi. Kamuoyunda oluşan büyük tepki ve kadın hareketinin başını çektiği protestolar üzerine tasarı oylanacağı gün Meclis gündeminden geri çekildi. Bazı AKP milletvekillerinin bile kabul oyu vermeyi kendilerine yediremedikleri ve görüşmeyi pas geçmeye karar verdikleri anlaşıldı. Ancak, bu durum tasarının öngördüklerinin fiilen uygulanmasını engellemedi, zira bazı davalarda hakimler failleri mağdurlarıyla evlenmeleri şartıyla serbest bırakabilirken, mahkemeler kadın katilleri de dahil olmak üzere kadına yönelik şiddet faillerine hafifletilmiş cezalar verebiliyorlar.

Bunları gözlemleyen 300'den fazla kadın ve LGBTİQ+ örgütü, on yıllardır üzerine mücadele verdikleri İstanbul Sözleşmesi'nin etkili bir şekilde uygulanması için baskı yapmak; sivil toplumu, muhalefet partilerini ve genel kamuoyunu cinsiyet eşitliği ve cinsel özgürlükler alanlarında devlet kurumlarının baskıcı ve ayrımcı uygulamaları konusunda bilinçlendirmek ve sosyal ve siyasi eşitlik ve kanun önünde eşitlik için mücadele etmek üzerine 2020’de EŞİK Platformu’nu (Eşitlik için Kadın) kurdu. Lakin, hareketlerin aktivizmi ivme kazanırken, 20 Mart 2021 gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan sadece kendisinin imzası olan bir kararnameyle Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmeye karar verdiğini açıkladı. Kararına gerekçe olarak da Sözleşme'nin 4. Maddesi'nde şiddet mağdurları arasında 'cinsel yönelimleri' nedeniyle ayrımcılık yapılmasının yasaklanmış olmasını gösterdi. İktidarın iddiasına göre 'cinsel yönelim' Türkiye'nin 'milli' değerlerine ve 'genel ahlak'ına aykırıydı ve uluslararası sözleşmeler bu tür 'yerel' mülahazalara yeterince ağırlık vermiyordu.

Cinsel yönelimle ilgili taleplerin ve LGBTİQ+’ların hedef haline gelmesinde hareketin görünürlük kazanmaya başlaması, 2013 Gezi ayaklanmasında feminist, LGBTİQ+’ların aktif katılımı ve söylemi etkilemesi ve hatta o yıl dünyanın farklı kesimlerinden katılan bireylerle Avrupa’nın büyük Onur Yürüyüşülerinden birinin düzenlenmesi etkili oldu. Ve esasında 2010'lu yılların başından itibaren iktidarın artan otoriterleşme politikalarının yanı sıra hukukun üstünlüğünün yıpranmasının belirginleşmesi, kent ve doğa politikalarının doğayı yok etme pahasına büyük sermayenin çıkarlarını gözetmeye başlaması ve farklı yaşam tarzları üzerindeki baskıların yoğunlaşması sonucu bir özgürlük hareketi olarak çıkan Gezi de iktidar çevrelerinde tehdit olarak algılandı. Zira, feminist ve LGBTİQ+ hareketlerle birlikte daha önce bir araya gelemeyeceği düşünülen milliyetçi ve Kemalistlerden Kürtlere, İslamcı, Müslüman ve Alevilere kadar pek çok muhalif grup Gezi’de aktif rol aldı ve sokağa çıktı. (32)

Özgürlük talepleriyle bir araya gelen Gezi’deki çoğulcu hareket, dönemin Başbakanı Erdoğan'ın kimlik politikalarına yönelmesine, sert bir kutuplaşma döneminin başlamasına ve medya ve sivil toplumda özgürlük ve haklar üzerindeki kısıtlamaların artmasına neden oldu. 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi'ndekine benzer propaganda taktikleriyle kadınların mağduriyetini, Haziran 2013’de de gerçek dışı iddialar ve yalan suçlamalarla yeniden gündeme getirerek Gezi katılımcıları ile Müslüman kesimi karşı karşıya getirme stratejisi geliştirildi. Bunun için de Gezi’den çıkan LGBTİQ+ bir grubun Kabataş’ta başörtülü bebekli kadın bir yurttaşa saldırdığı iddiası ortaya atıldı. Amaç, 'cinsel yönelimi' Türk toplumunun ahlaki değerlerine aykırı bulan bir kesim AKP çevrelerinin homofobik ve transfobik söylemleriyle uyumlu, sembolik düşman yaratarak Müslümanları bir kez daha mağdur olarak konumlamaktı. Bu olay, AKP elitlerinin toplumsal muhalefete karşı kamuoyunun tepkisini şekillendirmek için cinsiyet ve cinsellik odaklı bir retoriği nasıl kullandıklarının en çarpıcı örneklerindendir. (33)  Bu dönemde devlet baskısı artmış olsa da LGBTİQ+ hareketinin kurumsallaşma çabaları devam etti ve LGBTİQ+ ailelerinden oluşan Listag, Diyarbakır'da Hevjin gibi örgütlenmeler kuruldu.

Türkiye'nin yakın toplumsal ve siyasi tarihinin önemli kırılma noktalarından biri 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimiydi. Darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hal döneminde çıkarılan bir dizi kanun hükmünde kararname ve 16 Nisan 2017'de olağanüstü hal koşullarında yapılan referandumla kabul edilen anayasa değişiklikleri, Erdoğan'ın ülkenin tek hakimi olarak iktidarını pekiştirmesine olanak sağladı. Olağanüstü hal süresince on binlerce kişi, terör örgütleriyle "ilişkili veya bağlantılı" oldukları gerekçesiyle -çoğu zaman asılsız- iddialarla kamu görevinden ihraç edildi, hapsedildi, sosyal ve siyasi haklarından mahrum bırakıldı. Bu dönemde, aralarında kadın ve çocuk hakları alanında çalışanların da bulunduğu 400'den fazla sivil toplum kuruluşu kapatıldı veya faaliyetlerinden men edildi. Türkiye olağanüstü hal döneminde otoriter ve baskıcı bir devlete dönüşmüş olsa da feministler ve LGBTİQ+ bireyler ağır polis baskısına rağmen sokaklara çıkarak haklarını talep edebilen az sayıdaki gruptan biri olarak dikkat çekti. Bu gruplar, Nisan 2017'deki referandumda anayasa değişikliklerinin kabul edilmesine karşı aktif bir kampanya yürüttüler zira, bu değişikliklerin zaten hasarlı olan denge ve denetleme sistemini tamamen rafa kaldıracağının ve cinsiyet alanında daha da olumsuz yansımaları olacağının farkındaydılar. Ancak ne yazık ki anayasa değişiklikleri kabul edildi. Referandumdan sonra Erdoğan 28 Mayıs 2023’de yeniden Cumhurbaşkanı seçildi ve bu seçim süreçlerinde iktidar, cinsiyet alanındaki özgürlük ve hakları da hedefi haline getirdi. Bugün, bu bölümün yazıldığı sırada, iktidar bir yandan Medeni Kanun'da kadınların kazanılmış haklarından, örneğin nafaka hakkını kısıtlayacak değişiklikler için bastırıyor, bir yandan kız ve oğlan çocukların karma eğitimine müdahale etmeye çalışıyor ve bir yandan da özellikle  LGBTİQ+’ları hedef alıyor. 

SON SÖZLER

Türkiye’deki siyasi rejim mevcut otoriter çizgisine devam ettiği sürece kadın ve LGBTİQ+ hareketlerine ve kazanımlarına yönelik baskıların hız kazanacağı, kadınlara, çocuklara ve LGBTİQ+’lara yönelik şiddet vakalarının artmaya devam edeceği sinyallerini veriyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi için çoğulcu bir şekilde mücadele eden feminist ve LGBTİQ+ hareketler de hak ve özgürlükleri için mücadelelerine devam edeceklerini açıkça belirtiyorlar. Makalenin sonunda bir noktayı akılda tutmanın da önemli olduğunu düşünüyorum. O da, yüzyıllık cinsiyet hak ve özgürlükler mücadelesinin tabanda nasıl bir karşılık bulduğu. Bu nokta, henüz yeterince irdelenmemiş olsa da, şu söylenebilir: Enformel ağlarla bir araya gelmiş bazı kadınlar, feminist ve LGBTİQ+ hareketlerin slogan ve mesajlarını birebir kullanmasalar ve kurumsal yapılar içinde örgütlenmeyi bilinçli olarak tercih etmeseler de, cinsiyet eşitliğine de dayalı dayanışmayı yürütmek ve  hak ve özgürlüklerini korumak için gündelik hayattan beslenen faaliyetler sürdürüyorlar. (34) Bu durum, yüzyıllık cinsiyet eşitliği mücadelesinin tabanda bir karşılığı olduğu ve bilinç oluşturduğunun işaretlerini veriyor. Ancak, enformel ağların varlığı bazı kritik soruları da sordurtuyor: Acaba, feminist ve LGBTİQ+ hareketlerin yüzyıllık birikimi ile toplumsal tabanın gündelik güç ilişkileriyle şekillenen eylem ve söylemleri önümüzdeki yüzyılda buluşturulsa Türkiye’de cinsiyet mücadelesinin toplumsal tabanı genişler mi? Ve bu genişleme iktidarlara baskı oluşturur hale gelebilir mi? İçerisinde temenni de barındıran bu sorular önümüzdeki yüzyılı siyasi politikalar kadar şekillendirecek gibi…

*Leipzig Üniversitesi, Din Çalışmaları Enstitüsü, Kıdemli Araştırmacı

**Bu makalenin daha geniş bir hali şurada yayınlanmıştır: Mutluer, Nil. 2023. “From Silent to Emphasized Gender and Sexuality in Turkey.” Modern Turkey’s Centennial (eds. Alpaslan Özerdem & A. Erdi Öztürk), Edinburgh University Press.


NOTLAR:

(1) Özyürek, Esra. 2006. Nostalgia for the Modern: State Secularism and Everyday Politics in Turkey. Durham, NC: Duke University Press.

(2) Gözaydın, İştar. 2009. Diyanet: Türkiye Cumhuriyet'inde Dinin Tanzimi. Istanbul: İletişim.

(3) Çiğdem, Ahmet. 2004. “Sunuş.” Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce 5: Muhafazakarlık; 13–19. Istanbul: İletişim Publications.

(4) Çiğdem, 2004

(5) Mutluer, Nil. 2008. Cinsiyet Halleri: Türkiye'de Toplumsal Cinsiyetin Kesişim Sınırları (ed.). Istanbul: Varlık Yayınları.

(6) Bu değerlendirme daha kapsamlı bir şekilde şu yayında yer almaktadır: Mutluer, Nil.2023. “From Silent to Emphasized Gender and Sexuality in Turkey,” Modern Turkey’s Centennial, (Alpaslan Özerdem and A. Erdi Öztürk eds.), Edinburg  University Press

(7) Berktay, Fatmagül. 1998. “Cumhuriyetin 75 Yıllık Serüvenine Kadınlar Açısından Bakmak.”  75 Yılda Kadınlar ve Erkekler/Bilanço 98, Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu (ed.). Istanbul: Tarih Vakfı Yayınları,  1-11.

(8) Kandiyoti 1997; Arat, Zehra. 1998. “Kemalizm ve Türk Kadını.”  75 Yılda Kadınlar ve Erkekler/Bilanço 98, Ayşe Berktay Hacımirzaoğlu (ed.). Istanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 199, 51–57; Berktay 1998; Kadıoğlu 1998; Altınay, Ayşe Gül. 2004. The Myth of Military-Nation: Militarism, Education and Gender in Turkey. Basingstoke, Hampshire: Palgrave; Sirman, Nükhet. 2004. “Kinship, Politics, and Love: Honour in Post-Colonial Context.” Violence in the name of Honor: Theoretical and Political Challenges Shahrzad Mojab and Nahla Abdo (eds.). Istanbul: Istanbul Bilgi University Press, 39–56; Sancar, Serpil. 2012. Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti. Istanbul: İletişim Yayınları; Mutluer 2008.

(9) Tekeli, Şirin. 1998.  “Türkiye’de Feminist İdeolojinin Anlamı ve Sınırları Üzerine.” Kadınlar İçin Yazılar 1977-1987. Istanbul: Alan Yayınları,  307-334.

(10) Çakır, Serpil. 1994. Osmanlı Kadın Hareketi. Istanbul: Metis Yayınları.

(11) Özkan Kerestecioğlu, İnci. 2004. “The Women's Movement in the 1990s: Demand for Democracy and Equality.” The Position of Women in Turkey and in the European Union: Achievements, Problems, Prospects, Fatmagül Berktay, İnci Özkan Kerestecioğlu and Sevgi Uçan Çubukçu, Özlem Terzi, and Zeynep Kıvılcım Forsman (eds.). Istanbul: KA-DER Press, 75–97.

(12) Sancar 2012

(13) Gümüşoğlu, Firdevs.  2013. Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet 1928-2013. Istanbul: Kaynak Yayınları.

(14) Sancar 2012

(15) Çağatay, Selin. 2020. “Kemalist Feminizm: KadınHareketi Tarihinin Gözardı Edilmiş Bariz Gerçeği.” Modern Türkiyede Siyasi Düşünce 10: Feminizm. Istanbul: İletişim Yayınları, 313-330.

(16) Bağdatlı, Narin. 2020. “Feminizm ve Sol: Türkiye’de 1970’lerde ‘Kadın Sorunu.’” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 10: Feminizm. Istanbul: İletişim Yayınları.  362-271.

(17) Şefkatli Tuksal, Hidayet. 2020. “Türkiye’de İslami Feminizm.”  Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 10: Feminizm. Istanbul: İletişim Yayınları, 216-223.

(18) Biricik, Alp. 2014. A Walk on İstiklal Street: Dissident Sexual Geographies, Politics and Citizenship in Turkey. PhD Dissertation. Linköping: Linköping University Electronic Press.

(19) Parla, Taha. 1986. “Dinci Milliyetçilik.” Yeni Gündem, May 19.

(20) Şenol Cantek, Funda. 2020. “Türkiye Kadınlığı Keşfediyor: Elele, Kadınca, Kim.” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 10: Feminizm. Istanbul: İletişim Yayınları, 126- 136.

(21) Çokar, Muhtar, 2006. Dünyada ve Türkiye'de İsteyerek Düşüğün Yasal Boyutunun Etik Açıdan Değerlendirilmesi. PhD dissertation, Marmara University Institute of Health Sciences, Istanbul.

(22) Tekeli 1998

(23) Parla, Ayşe. 2001. “The ‘Honor' of the State: Virginity Examinations in Turkey.” Feminist Studies Spring 27 (1): 65–88. 

(24) Özkan Kerestecioğlu 2004

(25) Çağlayan, Handan. 2007. Analar, Yoldaşlar, Tanrılar: Kürt Hareketinde Kadınlar ve Kadın Kimliğinin Oluşumu. Istanbul: İletişim Yayınları; Üstündağ, Nazan. 2016. “Self-Defense as a Revolutionary Practice in Rojava, or How to Unmake the State?.” South Atlantic Quarterly: 115 (1): 197-210; Işık, Ruşen. 2020. “Türkiye’de Kürt Kadın Hareketi Tarihi ve Feminist Hareketle İlişkiler: Dekolonyal bir Doğru.” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 10: Feminizm. Istanbul: İletişim Yayınları, 273-277

(26) Göle, Nilüfer. 1997. “The Gendered Nature of the Public Sphere.” Public Culture 10 (1): 61–81; Türkmen, Buket. 2006. “Muslim Youth and Islamic NGO's in Turkey.” Islam in Public, Turkey, Iran, Europe,  Nilüfer Göle and Ludwig Ammann (eds.). Istanbul: Istanbul Bilgi University Press, 227–56; Akbulut, Neslihan. 2008. Örtülemeyen Sorun Başörtüsü: Temel Boyutları ile Türkiye'de Başörtüsü Yasağı Sorunu. Istanbul: Akder Yayınları; Şişman, Nazife. 2009. Başörtüsü: Sınırsız Dünyanın Yeni Sınırı. Istanbul: Timaş.

(27) Mutluer, 2019

(28) Coşar, Simten ve Metin Yeğenoğlu. 2011. “New grounds for patriarchy in Turkey? Gender policy in the age of AKP.” South European Society and Politics 16 (4): 555–73; Mutluer 2019

(29) Mutluer, Nil. 2019. “Gendered, Sexualized and Ethnicized Clashes in Turkey's Media.” Transnational Othering -Global Diversities: Media, Extremism and Free Expression Elisabeth Eide, Kristin Skare Orgeret and Nil Mutluer (eds.). Nordicom, 253-271.

(30) Mor Çatı'nın 2014 Yılı Raporları, Kürtaj Yapıyor musunuz? Hayır Yapmıyoruz, https://www.morcati.org.tr/tr/290-kurtaj-yapiyor-musunuz-hayir-yapmiyoruz ve 2016 yılında Kamu Hastanelerinde Kürtaj Uygulama Raporu, https://morcati.org.tr/attachments/article/371/kamu-hastaneleri-kurtaj-uygulamalari-arastirma-raporu.pdf; her ikisine de 24 Nisan 2022 tarihinde erişilmiştir.

(31) Mutluer 2014, 2018; Maritato, Chiara. 2017. “Compliance or Negotiation? Diyanet's Female Preachers and the Diffusion of a ‘True' Religion in Turkey.” Social Compass 64 (4): 530–45.

(32) Özbank, Murat. 2013. Gezi Ruhu ve Politik Teori. Istanbul: Kolektif.

(33) Mutluer 2019

(34) Uçak Erdoğan, Emine ve Nil Mutluer. 2019. Enformel Kadın Ağları İstanbul Araştırma Raporu. Friedrich Ebert Stiftung ve SODA.