Diyarbakır Otogarı 'mutsuz': Derdimizi anlatıyoruz, diyorlar ki 'esnaf mutlu'

Şehirlerarası yolcu taşımacılığına kısıtlama getirilince otobüs firmaları zor durumda kaldı. Diyarbakır esnafının diğer bir sorunu ise ödemekte güçlük çektikleri yüksek kiralar ve belediyenin hizmetleri için aldığı katkı payı.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Diyarbakır Otogarı'nda insanlar vardı. Otogarlarda 24 saat insanlar olur elbette. Birileri bir yerden bir yere gidiyordur. Birileri bir yerden geleni bekliyordur. Biri bilet satıyordur. Birileri simit, sakız, çay, yastık satıyordur. Bir kedi bir büfenin önünde duruyordur. Birileri dileniyordur. Birileri otogarın tenhalaşmasını bekler banklardan birine kıvrılıp uyumak için.

Otogarda insanlar vardı. Bilet satan yazıhanelerde maskeli adamlar boş boş oturuyorlardı. Değnekçiler otogarın kapısından içeri giren insanlara bakıyorlar ve biraz iştahsız da olsa yine şehir isimlerini bağırıyorlardı. Sesleri otogarın içinde yankılanıyordu. Biri maskeli ve eldivenliydi değnekçilerin, diğerleri maskesiz ve eldivensiz. Zaten birkaç kişiydiler ve sesleri birbirine değmiyordu. Dilenciler ve kediler ortalıkta yoktu.

Çünkü korona virüsü salgını vardı. Şehirlerarası yolculuklar kısıtlanmıştı. Diyarbakır Otogarı tarihinin en ıssız zamanını yaşıyor olmalıydı.

‘BÖYLE İŞ Mİ OLUR?’

Değnekçi, muhtemelen kuracağım cümleyi kaçırmamak için, ağzıma doğru eğilerek, “Hoş geldin abê. Nereye gideceksin?” dedi. Cümlelerden biri ağırlamaya hazır, diğeri hemen yolcu etmeye. Ama peş peşe gelen iki cümlenin anlamı üzerinde düşünmek için vakit yoktu.

Bir yere gitmiyordum, otogardaki esnafın ahvaline bakmaya gelmiştim. Değnekçi, dışarıda volta atan adamlardan birini gösterdi, “Otobüs sahibidir, onunla konuşabilirsin” dedi.

Peronlarda yan yana dizilmişti otobüsler. Birkaçı yola çıkmak için hazırlık yapıyordu. Diğerlerine kim bilir ne zaman sıra gelecekti. Değnekçinin gösterdiği adam uzun boylu ve maskeliydi. Nedense, kovboy filmlerindeki karakterler kadar karizmatik göründü bana. “Biraz daha böyle devam ederse bırakıp gideceğiz” dedi. İki ayda sadece iki kez yola çıkmıştı otobüsü. “Böyle iş mi olur?” dedi can sıkıntısıyla ve şoförü gösterdi, “O anlatsın sana.”

.

Şoför, otobüs sahibinin aksine kısa boylu ve zayıftı. Refik Durbaş’ın “Çaylar Şirketten” şiirindeki kaptana benzemiyordu. Her yola çıktığında 300 lira para kazanıyordu. Dediğine göre normal zamanlarda bu para ile geçinebiliyordu çünkü ayda en az 10 sefer yapıyordu.

Adam mutsuzdu. Mutsuz olduğu her halinden belli olan bir adamın kaptanlığında yolculuğa çıkmak yolcuyu da mutsuz ederdi. Uzun uzun anlatmadı mutsuzluğunun nedenini, sadece, “Kısıtlama getirildiğinden beri sadece bir kez yola çıktım. Bu ikinci olacak” demekle yetindi.

YAZIHANEDE TEK BAŞINA

Bir kez otogara gitmişseniz bilirsiniz. Yazıhanelerde bilet kesen insanların başı hep kalabalıktır. Bir taraftan bilet almaya çalışanlara laf yetiştirir diğer taraftan telefonda konuşurlar.

Nurettin Kahraman, Lüks Batman Seyahat’in yazıhanesine bakıyordu. Konuşmak için vakti vardı çünkü ne bilet kuyruğuna girmiş insanlar vardı başında bekleyen ne de telefonla yer ayırtmaya çalışan kimse.

Yazıhanede çalışan insanlar, sattıkları biletlerden komisyon alıyormuş. Bunu Nurettin Kahraman’dan öğreniyorum. Otobüsler sefere çıkmıyorsa, sattıkları biletlerden komisyon alarak geçinen insanlar şimdi ne yapıyorlar? Kahraman, “Evde oturuyorlar” diyor. Gelecek kaygısı taşıyarak evde oturmanın sıkıntısını da anlatıyor. Ev kirasından, faturalardan, çocukların ihtiyacından da. “Üç beş ne gelirse paylaşıyoruz” diyor.

20 YOLCU İLE YOLA ÇIKMANIN AĞIRLIĞI

Üç beş paylaşarak dayanışma gösteriyorlar. Kahraman, “Korona virüsünden önce her gün bir araba gidiyordu İstanbul’a. Virüsten sonra sadece 3 araba gitti. Geçerli bir mazereti olan insanların yola çıkmasına izin veriliyor. Eskiden 43, şimdi 20 yolcu alabiliyoruz. 20 kişiyle kimse yola çıkmak istemiyor. Şartlar ağır, masraf çok” diyor.

Araçlar dezenfekte ediliyor. Yol boyunca birçok noktada hem kaptanın hem de yolcuların ateşi ölçülüyor. “İnsanların cenazesi oluyor mesela, ne yapsınlar, gitmek zorundalar. Geçen gün bir hastayı İstanbul’a sevk etmişler. Havayolu yok, mecburen otobüsle gidecek. Kimse keyif için bir yere gitmiyor. Ben de mecbur olmasam burada oturmam.”

Kahraman, bir de kapatılan yazıhaneleri gösteriyor ve “Bunlar son zamlardan sonra kapandı. Küçülmeye gittiler, iki üç kişi bir yazıhane kullanmaya başladı” diyor. Dükkan kiralarına yapılan son zamlar, otogar esnafının en büyük sorunlarından biriymiş meğer.

Otogarda kazandıklarından başka bir geliri olmayan ve korona virüsü nedeniyle evde kalmak zorunda kalan insanların nasıl geçinebildiklerine dair soruların yanı sıra, “Bilet satılan yerlere neden 'yazıhane' deniyor?” sorusuyla ayrılıyorum Kahraman’ın yanından.

YANDAŞ DEĞİL, GAZETECİYİM

Otogarda satılan şeylerin çokluğu şaşırtır insanı. Bir alışveriş merkezi kadar zengindir buralarda satılan ürün çeşitleri. Ancak salgın nedeniyle Diyarbakır Otogarı esnafı yaklaşık iki aydır kepenk kapatmış. Son günlerde birkaçı, birkaç saatliğine de olsa dükkan açmaya başlamış.

Dükkanını açan esnaftan biri, “Bir şey satmak için değil, evde oturmaktansa buraya geliyoruz. Arkadaşlarla sohbet ediyoruz” diyor. Yanındakiler de esnaf, otogara gelmişler ancak dükkanlarını açmamışlar.

Otobüs şoförü Zeki Çakır

Ayak üstü biraz sohbet ettikten sonra bir esnaf, “Abê sen yandaş medya mısın?” diye soruyor. Soruyu sorduktan sonra rahatlamış gibi görünüyor. Diğerleri de bana bakıyor. “Yandaş değilim, gazeteciyim” diyorum. Hepimiz rahatlıyoruz sanki. “Bu yandaş medya kameralarla geliyor, konuşuyoruz, derdimizi anlatıyoruz, diyorlar ‘esnaf çok mutlu.’ Halbuki biz öyle bir şey demedik. Biz kiralar çok yüksek diyoruz ama bunu hiç yazmıyorlar.”

ABA ALTINDAN GÖSTERİLEN SOPA

Fotoğraf çekmemi istemiyorlar. Çünkü dükkan kiralarının artışından sonra yerel basına konuşmuşlar ve ‘mimlenmişler’. MED A.Ş.’den bir yetkili, “Fotoğraflarınız güzel çıkmış gazetede” diyerek aba altından sopa göstermiş. Bu nedenle, “Bir daha mimlenmeyelim” diyorlar.

Büyükşehir Belediyesi’nin şirketi MED AŞ, belediyeye kayyım atandıktan sonra, Kasım ayında otogardaki dükkan kiralarına zam yaptı. Ayrıca belediyenin otogardaki hizmetleri için esnaftan katkı payı da alınmaya başlanmış.

Dükkanı açık esnaf, “Birkaç gündür saat 1’de açıyorum, akşam 5’te kapatıyorum dükkanı. İstersen otur yanımda akşama kadar, bir şey satarsam parası senin olsun. Evde oturmaktan sıkıldık, yapacak başka bir şey de yok, biz de buraya geliyoruz. Yıllardır buradan ekmek kazanıyoruz. Başka bir yer, başka bir iş bilmiyoruz ki” diyerek iş yapamadığını ifade ediyor.

MED A.Ş.’nin yaptığı kira zammını yüzde 200 olarak tarif eden esnaf, “Eskiden çocuklarımı alıp bir hafta da olsa tatile gidebiliyordum. Bu kira zammından sonra bu mümkün olmayacak çünkü kenara tatil için bir para koyamayacağım” diyor.

Lüks Batman Seyahat firmasının yazıhanesinde çalışan Nurettin Kahraman.

Kira artışının üzerine belediyenin aldığı katkı payını da ekleyince, otogar esnafının yüzü gülmüyor, demek mümkün.

Hem yüksek kira hem salgın. Bu durum birkaç ay daha böyle devam ederse ne yapacak? Şöyle cevaplıyor esnaf: “Otogarda önce başkasının yanında çalışmaya başladım. Sonra dükkan açtım. Yıllardır buradayım. Bu dükkanı kapatmak zorunda kalırsam nereye gideceğimi, ne yapacağımı bilmiyorum. Buradaki hiçbir esnaf da bilmiyor ne yapacağını.”

KİRALAR ALINMASIN

Diyarbakır Otogarı’nın yolcu potansiyelinin az olduğunu ve zar zor ayakta kalmaya çalıştıklarını belirten esnaf, kira zammına ve katkı payı adı altında belediye hizmetlerinin masraflarına ortak edilmelerine tepki gösteriyor. Kira artışlarının makul seviyede tutulması gerektiğini belirten esnaf, diğer birçok şehirde olduğu gibi, katkı payı da ödemek istemiyor.

Salgın nedeniyle dükkanları kapalı esnafın diğer bir talebi ise dükkanların kapalı olduğu süre içinde kira ödememek. “Dükkanı açmadık, satış yapmadık ki nasıl kirayı ödeyelim” diyorlar. Dilekçe vermişler kira ödememek için ama henüz bir cevap alamamışlar.