'Arjantin’de Olimpo garajı bugün bir hafıza anıtı'

'Yıllar önce ziyaret ettiğimde hem de bulunduğu mahalle ile garajda kaybedilmiş ve ölmüşlerin yakınlarının bir araya gelerek konuştukları, mahallenin çocuklarının bu yakınlardan ölenlerin hikayelerini dinlediği bir mekandı ve beni çok etkilemişti.'

Google Haberlere Abone ol

Berxwedan Yaruk

DUVAR - Hafıza, hatırlama ve anlam verme gibi düşünsel eylemlerimizi yönetir. Bu yönetimi yapabilmesi için ise anıtlar, mezarlar, direniş ya da aksi güçlü bir hikayenin yaşandığı somut mekanlara ihtiyaç duyar. Antropoloji bilimi, konut imgelerinin geçmişle bağ kurulmasının temeli olduğunu söylüyor.  Antropolog Nathan Wachtel’a göre bireyin zihninde bir takım yargılara varabilmesi için mekanda yer alan ses, renk, doku ve konumun kendisine ihtiyaç duyar. Mekan olmadan algı zemin bulamaz. Bu yüzden totaliterleşmekte olan faşist rejimlerin tarihin ilk günlerinden bu yana hedefine aldığı öncelikli ‘yok edilecekler’ listesinin başında hafızayı ayakta tutacak mekanlar yer almıştır. Eleştirel fikir ve perspektiflerin kaydını tutabilmesi açısından tarihsel hafıza/bellek bugün de bu yüzden muktedirin/tiranın kabusudur. Banu Servetoğlu’nun ‘düşsüzleştirme makinesi’ biçiminde çevirdiği Giroux’un ‘disimaginaton machine’ kavramı; geçmişi silerek/manipüle ederek bugünü yeniden üretme politikası günümüz yeni Türkiye yönetiminin de temel dayanağı. Tek bir an içine onlarca olay sıkıştıran günümüz popülist yaşantısının içinde nasıl kayıp olunmaz? Dünü hatırlamak ve bugünde yaşatmak neden gereklidir? Şahidi olduğumuz durumları anlamlandırabilmek için nelere ihtiyaç duyarız? Bu sorular ışığında,  barış, bellek, iyileşmek ve hatırlamak  üzerine,  Uluslararası Af Örgütü, medya ve iletişim alanlarındaki çalışmalarıyla bilinen Pikan ajans kurucusu Pınar İlkiz ve modernite teorileri, sömürge sonrası toplumlar, şiddet/direniş alanlarında çalışmaları bulunan Dr. Nazan Üstündağ ile konuştum.

Anlık hazda motive olan ve şu an’ın evveli ile ötesi arasında bağ kurmakta zorlanan bir kitle yaratıldı. Henry Giroux’un tanımıyla, sağcı korporatist ideolojinin üretimi  olan yeni cehalet hükümdarlığına karşı hafıza mekanları nasıl roller alabilir?

Nazan Üstündağ:  Kentsel dönüşüm bağlamında ben de bu soruyu çok düşündüm. Büyük metropollerin hepsinin eski kenar mahallelerinde gerçek bir emek, acı, ezilme, dayanışma, elektrik kaçağı, çöp patlaması, kamyonun kayması, kanalizasyon çukuruna düşerek ölmek vs.hikayeleri gizli. Ancak bunlar dönüştürülerek bu hikayelere el konuldu ve yerine bambaşka hafızasız, uydurma, dayanışmasız, emekçilikten ayrıştırılmış, cinsiyet ezilmişliklerini olduğu gibi, yaratılan direnç kültürünü de unutturan şeyler konuldu. Acaba o mekanlarda o zamanın hafızaları canlı olarak tutulsa başka biçimlerde yeniden üretilse bu günkü kültür dışında başka şeylerin yeşermesine de olanak olmaz mıydı?

Hafıza anıtları, ezen/ezilen kimlikler arasında  bir eşitleme rolü oynayabilir belki ?

Nazan Üstündağ: Hafıza anıtlarının tek başına bu kimlikler arasında bir eşitleme yapma imkanı yok. Eşitlik yapısal ve maddi bir meseledir kültürel olduğu kadar ve ancak yapısal değişikliklerle sağlanabilir. Hafıza anıtlarının yaptığı şey özellikle bir devletin ve egemen milletin işlediği suçları görünür kılmaktır. Devletin basbayağı terör ve katliam yapabilitesinin hatta eğer engellenmezse yapacağının kanıtıdır. Milleti kendi suçları ile yüzleştirmek ve bunları tekrar etmesini engellemek amacı taşır.

Katledilenler açısından hafıza mekanlarının varlıklarının ve yaşadıklarının tanınması anlamına geldiği söylenebilir. Ancak belki daha önemlisi unutmamasının sağlanmasıdır. Ve unutmamasının koşulunun maddileştirmesi, hafıza üretimin güven ve garanti altına alınması önemlidir. Aksi takdirde bir topluluğun gerçekten kendi hafızasını yeniden üretmek işi dışında yaratıcı bir iş yapması mümkün olamıyor.  Ermeni halkını düşünün. İnkar karşısında yaşadıklarını kanıtlamak için kaç kuşak uğraştılar ki en önemli gündemleri bu oldu.

Ancak hafıza mekanlarına çok da anlam yüklememek gerektiği düşüncesindeyim yani büyük bir değişim yaratmaları mümkün değil. Büyük değişimler siyasi mücadele ile oluyor ancak. Hafıza mekanları bir süre sonra bir ulusu devletin macerasında çeşni de olabiliyor. Örneğin çok garip bir şekilde Almanya’da Nazilerin soykırımı ile Almanya’nın parçalanması ve Doğu Almanya deneyimi eşit muamele görüyor, eşit bir şekilde ele alınıyor mekansal olarak. Ve böylelikle acayip bir iş başarmışlar. Sorun sanki faşizm değil de her türlü kapitalist ”liberal” devlet dışı düşünceymiş duygusunun oturtmuşlar. Bu da tabi eşitliğe ya da siyasi mücadeleye yarıyor filan değil.

Tam da bu noktada tarihle aktif bir ilişkiyi geliştirmek nasıl yöntemlerle mümkün olabilir?

Pınar İlkiz: Merakla. Eğer merak etmiyorsanız, dün ne olduğu da sizi ilgilendirmez. Eğer tarihin tekerrür gücü sizde başınıza gelecekler için geçmişe bakma konusunda merak uyandırmıyorsa yapacak çok bir şey kalmamıştır bence. Bugün burada ve bu halde olmamızı -iyisi ve kötüsüyle beraber- birilerine borçluyuz. Peki kim bu insanlar? Bu insanlar kendi dönemlerinde nasıl kararlar aldılar? Bu kararları etkileyen neydi? Her soru birbirini doğuruyor ve her soru yeni bir düşünce yapısı ile tanıştırıyor sizi. Bütün bunları merak etmeniz gerek.

Zorla kaybedilenler lügatı, zorla kaybetme suçuna özgü acımasızlığı ve mağdurların yaşadığı acıyı kelimelerin nesnel anlamlarını kullanarak anlatmayı hedefleyen bir sosyal medya kampanyanızdı. Yeni jenerasyonun bellek ile kaybettiği temasın yeniden yaratımı için ne yapılabilir? 

Pınar İlkiz: Belki önce yaptığımız tanımlardan başlayabiliriz; yeni jenerasyondan ziyade kendi tarihine ve hatta çevresine duyarsızlaşan jenerasyon bu sorunun kapsamındakiler sanırım. Çünkü interneti daha fazla şey öğrenmek için kullananlar kendi çabasıyla da olsa bu teması kurmanın yollarını buluyor, fakat bu sorunun cevabına konu olacak bir çoğunluktan bahsetmiyoruz maalesef. Hem kendi belleği -Instagram gibi bazı sosyal medya platformlarının kişinin anıları üzerindeki yıkıcı etkisi son dönemde yeniden tartışılır oldu- hem de kendi toplumunun belleği ile teması silikleşen jenerasyonun öncelikle kendi yakın tarihine ilgi duyması gerek. Burada konuyu okulların müfredatına vardırmadan belki yakın tarih çalışmalarının artmasını diyebilirim. Ve hatta sözlü tarih aktarımı da çok önemli fakat çoğu ailede yakın tarihi aktarmak ya çok politik bir yerde duruyor ya da aile içinde aktarımı yapacak olan kişi ile genç kuşak aynı dili konuşmuyor.

Bu noktada özellikle insan hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının kendi kurum bellekleri bile birer yakın tarih çalışması. Hakikat Adalet ve Hafıza Merkezi'nin insan hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının verilerini/içeriklerini daha teknoloji ile uyumlu bir şekilde sunabilmesi için yaptığı çalışmalar bence oldukça kayda değer. Bu teması yakalamak için -maalesef ki- içeriklerin daha ilgi çekici hale getirilmesi gerekiyor artık. Bu aslında sadece 'yeni' jenerasyon için geçerli değil, sosyal medya ile hayatımıza giren içerikleri hızlı tüketmemizle ilgili.

Hafıza anıtları yaratımının bu noktada rolü olabilir mi peki? 

Nazan Üstündağ: Barış yüzleşmeyi, kabul etmeyi, olanların bir daha olmayacağına dair sadece yasal değil kültürel bir çerçeve oluşturulacağına dair garanti oluşturmayı gerektiriyor. Hafıza mekanları bu açıdan önemli. Ayrıca kendini yeni kurulan düzende görebilmek isteyen ve acı çekmiş topluluklar için önemli. Ancak bu da kendiliğinden olmuyor. Bu mekanları seyirlik olmasından çok daha önemlisi aktif olarak bulundukları yere katkı yapmaları.

Yani barış alanları, bilgi alanları, tartışma alanları, hikaye alanları yaratmaları.

Örneğin Arjantin’de Olimpo garajı hem bir hafıza anıtı. Ama yıllar önce ziyaret ettiğimde hem de bulunduğu mahalle ile garajda kaybedilmiş ve ölmüşlerin yakınlarının bir araya gelerek konuştukları, mahallenin çocuklarının bu yakınlardan ölenlerin hikayelerini dinlediği bir mekandı ve beni çok etkilemişti.

Sözcüklerde kurduğunuz bağda yapıbozumcu bir yaklaşım gösterdiğinizi biliyoruz. Rejimin toplumda yarattığı travmalar ve süreklileşen manipülasyonlar, hayal/gerçek arasındaki çizgiyi ortadan kaldırdı, kelimeler ise 40 kez tekrarlanış boşluğuna düştü. Oradan geri nasıl çağıracağız?

Pınar İlkiz: 41. kez tekrarlarken taşıdığı anlamı iade ederek. Her şeyden bağımsız bir sözcüğü 40 kez tekrarladığınızda da anlamını kaybettiğini, değişip başka bir şeye dönüştüğünü hissedersiniz. 41. kez tekrarlama şansı elde ettiğinizde birinci anlamı ile kullanıp birinci anlamını hatırlatmak da göreviniz haline geliyor.

Konu yine belleğe dönüyor. Hollandalı psikolog Douwe Draaisma, 'Yaşlandıkça Hayat Neden Çabuk Geçer - Belleğimiz Geçmişimizi Nasıl Şekillendirir?' kitabında 'Bellek canı nereye isterse oraya oturan bir köpek gibidir.' der. Birileri, bir şeyleri hatırlatmadığı sürece o yer sürekli değişecek ama elimizde biraz yönlendirme, biraz hatırlatma ve hatta geri çağırma şansımız varsa, neden kullanmayalım. Yoksa 'Nasılsa kimse hatırlamıyor' deyip geçeceğiz.

Hafıza anıtlarının oluşumunun eril kültürde değişim yaratması mümkün mü?

Nazan Üstündağ: Bunun özellikle hedef alınması gerekir. Kadın mücadelesinin ve kadınların yaşadıklarının öne çıkartılması ile. O da tabi kimi zaman acının ve yas tutmanın bir kadın meselesi olduğuna dair olan erkek kültürünü de geliştirebilir bu.

Bence burada iki şey önemli. Birincisi katliam, terör ve baskı ile erkeklik arasındaki ilişkiyi göstermek. Savaş ve erkek cinselliğinin saldırgan biçimleri arasındaki ilişkiyi göstermek. Bu konuda gerçekten hem Balkanlar’da, hem Latin Amerika’da önemli işler yaptılar kadınlar.

İkincisi ise kadınlara karşı işlenmiş suçların savaşlardan ayrı ele alınarak hafıza mekanına dönüşmesi. Yani savaşta tecavüz edilen kadınlar için değil barışta tecavüze edilen, öldürülen, istismara uğrayan kadınların anısını, hafızasını nasıl yaşatacağız? Bu kültürün parçası olmadıkça hepimizin her seferinde yani kuşak kadınları erkek egemenliği hakkında tekrar bilinçlendirmemiz ve öz savunmalarını sağlamlaştırmaları için bireysel olarak uğraşmamız gerekiyor