Türkiye İşçi Partisi, merkez siyaset ve agresif muhalefet: Bir cevap yazısı

TİP’in bulunduğu siyasal pozisyon merkez solda boşalan alanın doldurulması olarak değil, merkezin uzun zamandır aşamadığı krize radikal bir cevap olarak görülmeli.

Google Haberlere Abone ol

Kubilay Cenk Karakaş

Geçtiğimiz günlerde Doğukan Demircioğlu ve S. Alper Orhan tarafından kaleme alınmış “Türkiye İşçi Partisi’nin potansiyeli ve ihtimaller” başlıklı bir yazı Gazete Duvar’da yayınlandı. Yazı genel çerçeve itibariyle TİP’in bir süredir yarattığı ilgi ve heyecanın özellikle son dönemde Ahmet Şık ve Sera Kadıgil gibi isimleri de bünyesine katması ile birlikte ulaştığı doruğu ele alıyor, Türkiye’de sosyalist solun siyaset sahnesine yeniden çıkışı için bir politik hat önerisi sunuyor. Orhan ve Demircioğlu’nun yazısını TİP’in özneleşme süreci için gerekli olduğunu düşündüğüm tartışmanın bir parçası olarak görüyorum. Bu yazıyla, bahsi geçen yazıdaki belirli noktaları tartışmak ve ilerletici olacağını düşündüğüm bazı eleştirileri ele almayı hedefliyorum.

SEÇİM SİSTEMİ MESELESİ

Yazıda belirtildiği üzere bugün Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin bir getirisi olarak ittifaklar siyaseti işliyor ve belki sosyalist solun seçim “başarısızlığının” başlıca nedenlerinden biri olarak gösterilen seçim barajı da boşa düşüyor. Buna ek olarak, bu durumun TİP’in lehine olduğu saptaması yapılıyor. Seçim barajı, boşa düştüğünden seçmenin rasyonel bir tercih yapma veya “boşa oy atmama” kriterleri işlerliğini yitiriyor. Yazıda kendini sosyalist solda konumlandıran kişiler için bunun geçerli olmayabileceği fakat seçmenin büyük çoğunluğu için bunun önemli bir faktör olduğu öne sürülüyor.

Burada bazı itirazlarım var. AKP iktidarının seçim sistemini değiştirebileceğine yazıda da ihtimal verilmişi buna dair kurgular, hazırlıklar da tam gaz devam ediyor. Ne olacağını bir noktadan sonra kestirmek güç, fakat AKP-MHP koalisyonundan oluşan iktidar blokunun kazanması için bütün imkanlar seferber edilmiş durumda. Rejimin niteliği tartışması başka bir bağlamda ele alınmalı ancak bugün Türkiye’de otoriterliğin çok farklı niteliklerle tartışıldığı, silahlı militanlar tarafından partilerin basıldığı ve deyim yerindeyse her sokak eylemine karşı şok ve dehşet doktrininin (1) devreye sokulduğu bir düzlemde sanıyorum ki Batılı tarzda bir burjuva demokrasisindeki siyasal parti mobilizasyonunun olamayacağını düşünmek için haklı nedenlerimiz vardır.

Peki ne olacak? Bu haliyle seçimlere katılmamayı yahut TİP’in parlamentoda yaptığı siyasetten çekilmesini savunmuyorum. Aksine, seçimleri de kapsayan çok katmanlı bir mücadele pratiğinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

ANALİTİK HESAPLARIN ÖTESİNDE SİYASET

Siyaset bilimcilerin ve kurumsal muhalefet dediğimiz yapılarda bulunan kimselerin sık sık yaptığı hata parti sistemleri, seçim sistemleri, seçmen profilleri ve söylem analizleri üzerinden oluşturulan rasyonel-analitik bir çerçevenin seçimlerde başarı sağlayacağı fikrine sıkı sıkıya sarılmış olmaları.

Bunun bir adım ötesi “yüzde 50+1 siyasetinin” de düştüğü büyük handikap. Toplumsal muhalefeti yalnızca rasyonel tercihler yapan seçmen yığını olarak görmeye başladıktan sonra sonu gelmeyen analitik hesaplarla boğuşup duruyorsunuz. Buraya tanımı oldukça muğlak “makul siyaseti” de ekledikten sonra, tıpkı Syriza ve Podemos’un yaptığı gibi, başlarken kurguladığınızdan çok daha uzak noktalarda, kendinizi iktidar ortağı ancak neoliberal politikaların bizatihi uygulayıcısı konumunda bulabilirsiniz. Zira bu ittifak siyaseti de oldukça rasyonel temellerle açıklanabilir. Bütün siyasal paradigmanız kurumsal muhalefet tarafından belirlendikten sonra bu pratiğin önemi oldukça tartışmalı.

Çok katmanlı siyaset dedik. Bunun birincil ve en önemli ayağını örgütlenmek oluşturuyor. Kavramın kimi zaman vulgar, kestirmeci ve kaçamak bir cevap olarak kullanıldığının farkındayım. Fakat sosyalistlerin onlarca yıldır siyaset sahnesinde ama öyle ama böyle varlığını sürdürebilmesinin yegâne nedeni burada aranmalı.

Buradan yola çıkarsak, salt aritmetik hesaplardan daha değerli olduğunu düşündüğüm, gündelik hayatın her noktasına dokunan, sokakta, evde, iş yerinde varlığını gösteren ve gerçek anlamda toplumsallaşan bir özneye sahip olabiliriz. Kuşkusuz seçimlerde başarıyı sağlayacak olan en önemli şey ayakları yere basan kurumsal-kitlesel bir örgütün varlığı ve üzerine inşa edilmiş siyasal propagandalar olacaktır. Hem nicelik hem de niteliksel anlamda kadro birikiminin burada kritik önem arz ettiğini, ikincil görevin de burada başladığını belirteyim.

Eğer kitle hareketliliği ve toplumsal özneler yalnızca analitik hesaplarla açıklanabilseydi sanıyorum ki dünya tarihini baştan yazmak gerekirdi. Antonio Gramsci’nin aktardığı üzere, siyaset sahnesinde insanların hareketlerini "tam anlamıyla" analitik olarak tahmin edebilmek mümkün değildir. Yalnızca insan topluluklarının kolektif hareketi ve bilinci konu olan değişimleri getirir (2). Bilişsel olanla praksisi birbirinden ayırmamak, diyalektiği hatırlamak gerekiyor.

Aksi takdirde olası bir seçim başarısızlığı TİP’in dönüştüğü çekim merkezini pekâlâ tersine de çevirebilir. Temsil siyasetinin sınırları işte tam olarak burada başlıyor. Zira devlet aygıtının AKP’de bütünleştiği, AKP’nin de Erdoğan’ın şahsında vücut bulduğu gerçeğinden yola çıkarsak sürece yönelik oldukça fazla senaryo üretilebilir. Ancak bahsettiğim çizgiden kurgulanacak bir siyasal çerçeve seçim sisteminin değişkenliğine indirgenemeyecek ölçüde bir toplumsallığın kapısını aralayabilir.

MERKEZ SİYASET VE AGRESİF MUHALEFET

TİP’in özellikle toplumsal muhalefetin geri çekildiği bir dönemde güç odağı olabilmesinin altında yazıda bahsi geçen “agresif muhalefetin” etkili olduğunu düşünüyorum. Hemen belirteyim, bu siyasetin agresif olduğunu düşünmüyorum ve bunun pejoratif kullanımına karşıyım. Merkezde yer alan siyasal aktörlerin aksine TİP’in ayrıştırıcı özelliği bu. Hem Türkiye’nin hem de dünyanın içinden geçtiği bu önemli kriz anında belki de geçmişte hiç olmadığı kadar karşılık bulabilir.

Buna ek olarak, belki bizim kuşağın sadece okuduklarıyla ve duyduklarıyla sınırlı olan 1990’lar deneyimlerinden farklı olarak bugün özgürlükçü ve kültürel bazı hareketlerin (LGBTİQ+ hareketi, çevre/kent mücadelesi, laiklik mücadelesi) yüzü büyük ölçüde sosyalist sola dönük. Daha da önemlisi, merkez siyasetin bu hareketlere vaat edebileceği pek de bir şey yok. Dünya genelinde sosyal demokrat gelenekten gelen partilerin son dönemde yaşadığı erimede bunun da payı var. İstisnai bir örnek olarak Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi örneği verilebilir. Bu da yine büyük ölçüde hem politik hem de söylemsel düzeyde merkezden -kısmi de olsa- kopuşu temsil ediyor. Öte yandan uzun yıllardır siyaset sahnesinin dışına itilen aşırı sağcı, proto-faşist partiler, neoliberal merkezin görmezden geldiği kitleleri sömürerek sahneye yeniden giriş yapmış durumda.

İşte tam da bu nedenle TİP’in bulunduğu siyasal pozisyon merkez solda boşalan alanın doldurulması olarak değil, merkezin uzun zamandır aşamadığı krize radikal bir cevap olarak görülmeli. Kozmetik çabalarla bu hareketlerin bazı figürleriyle eklektik ilişkiler geliştiren kurumsal muhalefetin aksine, birlikte mücadele eden ve dayanışan bir pratik ortaya koyulabilir. Bunun gündelik somut talepler etrafında şekillenmesi ve programlaşması gerekliliğine katılıyorum.

Syriza ve Podemos referanslarını ise sorunlu bulduğumu söylemem gerekir. Söylemsel boyutta çok “radikal” (ki bu kavramın kendisi de tartışılmaya muhtaç zira yalın ve uzlaşılmış bir tanımı yok) noktalardan çıkış yakalayan Syriza’nın Yunanistan halkına sırt döndüğü, referandumda Yunan halkının Euro bölgesinden çıkış iradesini yok saydığını hatırlamak lazım. Keza Podemos örneğinde de belki Syriza kadar erken olmasa da 2018 yılında sosyal demokrat PSOE ile girilen ittifakla beraber büyük ölçüde merkezle bütünleşildi. Aktörlerin niteliklerinden bağımsız olarak girilen her siyasal alanın kendine has dinamikleri var. Girildikten bir süre sonra alanın nitelikleri aktöre karşı baskın geliyor. Ana akımlaşma meselesine bir de bu noktadan bakmanın faydalı olacağını düşünüyorum.

Tüm bu açıklamalar neticesinde, TİP’in tarihi bir kırılmanın eşiğinde olduğu yadsınamaz. Mevcudiyetini bir kurumsal kimlik değişimiyle yenileyebilir ve bunu kamusallaştırabilirse TİP, merkez siyasetten ayrıksı konumunu kitleselleştirebilir. Böylelikle Türkiye siyasetinde, yukarıda sözünü ettiğim çok katmanlı muhalefeti içeren bir TİP olmaksızın denklem kurabilmek oldukça güç hale gelecektir.

1- Özellikle ABD ordusu tarafından kullanılan ve alanda hakimiyeti sağlamayı hedefleyen askeri strateji. AKP’nin özellikle kolluk kuvvetleriyle sokakta uyguladığı sistematik ve ardışık saldırıları tarif etmek için faydalı buluyorum.

2- Salamini, Leonardo. “The Specificity of Marxist Sociology in Gramsci's Theory”. The Sociology Quarterly Vol 16, No 1 (1975): 68-72.