Troya'da tsunami kanıtı yok

Bir deprem kuşağının tam üzerinde bulunan Türkiye’de, özellikle kıyı kesimleri, tarih öncesi çağlardan beri sık sık büyük depremlerle sarsıldı. Prof. İlhan Kayan bu depremleri ve etkilerini anlattı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Depremler, hiç kuşkusuz doğal afetlerin en tehlikeli ve yıkıcı olanı. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, tarihi boyunca çok defa şiddetli sarsıntılara uğradı, deyim yerindeyse yerle bir oldu ve yeniden kuruldu.

Deprem nedir? İnsanın depremle imtihanı ilişkisi ne zaman başladı? Eski çağlara ait deprem bilgilerine nasıl ulaşıyoruz? Ege Denizi çevresinin deprem geçmişi bize neler söylüyor? Ege Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. İlhan Kayan sorularımızı cevapladı.

‘DEPREM TANRISI, DEPREM KORKUSUNUN BİR UZANTISI’

Deprem nedir, tarih öncesi dönemlerde insanlar depremden nasıl etkilendi?

Deprem, yer kabuğunun hareketliliği ile ilgili bir olay. Bu nedenle, yer kabuğunun oluştuğu bir milyar yılı aşan bir süreden beri olagelmekte. Bir milyon yılı aşan insanlık geçmişinin ilk dönemlerinde depremin etkisini sadece korku duygusu vermesi ile sınırlayabiliriz. Çünkü insanların başlarına yıkılacak bir evleri bulunmadığı için yıkımla ilgili uğrayabilecekleri zararlar da sınırlıydı.

Troya VIII-IX döneminin kutsal alanı.
Son Tunç Çağı dönemi depremi sonrasında
onarılan-sağlamlaştırılan duvarlar (1, 2, 3).
Helenistik-Roma Dönemi duvarı (4).
M.S. 6. yüzyılda meydana gelen depremlerle tahrip olduğu
kabul edilen bölüm (5) Ön solda Troya IX kutsal alanının sunak (6)
ve kuyuları (7).

Dolayısıyla insanların evlerini yaparak belli yerlere yerleşmeye başlamalarından, yani genel anlamıyla Neolitik Çağ’dan itibaren deprem, insanlar için daha büyük bir korku ve felaket olmaya başladı. Örneğin, Antik Yunan mitolojisinde bir deprem tanrısı olan Poseidon’un bulunması da olasılıkla deprem korkusunun bir uzantısıdır.

'İNSANIN OLMADIĞI YERDE DEPREMLE İLGİLİ BİLGİ SÖZ KONUSU DEĞİL’

Eski çağlara ait deprem bilgilerine nasıl ulaşıyoruz?

İnsanın var olmadığı yerlerde depremlerle ilgili bilgi de söz konusu değil. Yine insan nüfusunun, dolayısıyla yerleşim yerlerinin çok az ve seyrek olduğu yerlerde de depremin etkilerinin gerçek boyutuyla bilinmesi mümkün değil.

Sağlıklı ve ölçülebilir olmayan eski çağlardaki deprem bilgilerinin yorumu ve bugünkü kriterlere göre derecelendirilmesi dolaylı yöntemlerle yapılabiliyor. Örneğin arkeolojik kazılardaki yıkıntı ve yangın tabakaları bu konudaki önemli veri kaynaklarıdır. Kuşkusuz, böyle yıkımların savaşlar veya başka nedenlerle de olması mümkün. Ancak, yakın yerlere ait başka verilerle karşılaştırma yaparak bazı sonuçlara ulaşabiliyoruz.

Eski çağlardaki depremlerin şiddetini belirlemedeki zorluklardan biri de yerleşim yerlerinin coğrafi özelliklerine göre kullanılan yapı malzemeleri ve mimari geleneklerin farklılığı. Taş yığınları ile oluşturulan duvarlarla, kerpiç veya ahşap çatma ile yapılan evlerin depreme dayanıklılıkları aynı değildir. Bu nedenle, farklı yapılardan oluşan yerleşim yerleri arasında yıkıma bakılarak şiddet karşılaştırması yapılması, depremin şiddet ve büyüklüğü hakkında bilgi edinilmesi zordur. Tabii bu tür farklılıkların etkileri günümüz için de geçerli.

‘BÜYÜK DEPREMLER YAYGIN YIKIMLARA NEDEN OLUR’

Depremin büyüklüğü ve şiddeti nedir, nasıl ölçülür, neden farklı veriler ortaya çıkar?

Son yüzyılda, hızla gelişen teknoloji ile depremlerin ölçülebilir ve kaydedilebilir bir duruma gelmesi, deprem konusuna bilimsel bir boyut kazandırdı. Depremin oluştuğu yerdeki enerji boşalımı, depremin büyüklüğü (magnitüd) olarak tanımlanır. Sismografla ölçülen bu matematiksel değer Richter ölçeği ile ifade edilir. Depremin şiddeti ise sarsıntının yeryüzünde, yerleşim yerlerinde yaptığı etkinin gözlemle değerlendirilmesine dayanır. Şiddet merkezden çevreye doğru azalmakla birlikte, bu azalış zemin özelliklerine ve odak derinliğine göre düzenli olmaz, farklılıklar gösterir. Kuşkusuz, büyük depremler daha geniş alanları değişen şiddetlerle etkiler ve yaygın yıkımlara neden olur.

Deprem şiddeti 12 derecelik Mercalli ölçeği ile ifade edilir. Günümüzde büyüklük ve şiddet arasında matematiksel bir ilişki de kuruldu. Buna göre, örneğin, bugüne kadar ölçülmüş maksimum 8,4 büyüklüğündeki bir deprem, XII şiddet derecesine karşılık gelir. Deprem büyüklüğü, olayın fiziksel boyutunu tanımlayan tek bir matematiksel değer olduğundan daha anlamlıdır ve depremler daha çok bununla ifade edilir. Ancak çoğu zaman bu değer yüzeydeki değişken şiddet değeri ile karıştırılır.

Tarih çağlarından günümüze ulaşan yazılı belgeler sayesinde geçmişteki depremlerle ilgili değerlendirmeler yapılabiliyor. Ancak, bunlar genellikle depremlerin merkezleri, büyüklükleri bakımından bugünkü ölçütlere uyan nitelikte değil. Yazılı bilgilerin de bulunmadığı daha eski çağlara ait deprem şiddetleri ise arkeolojik kazılarda dikkati çeken bölgesel yıkım bulgularına dayanılarak yorumlanıyor.

‘SANATSAL MİMARİNİN DEPREMLERDEN ETKİLENMESİ KAÇINILMAZ’

Yeryüzünün önemli bir deprem kuşağı üzerinde bulunan Türkiye’de, jeolojik özelliklerine göre farklı depremler oluşturan bölgeler bulunuyor. Ege Denizi çevresinin deprem geçmişi bize neler söylüyor?

Doğu Anadolu ve Kuzey Anadolu fay zonları yatay doğrultuda hareketlerle sarsılır. Batı Anadolu, özellikle Ege kıyı bölümü ise düşey atımlı faylarla oluşan deprem bölgesi. Bu bölge, aynı zamanda, uygun coğrafi özellikleri nedeniyle tarih öncesi çağlardan beri önemli bir yerleşim alanı oldu. Birçok prehistorik yerleşim yerinin yanı sıra çağdaş kültürün kaynağı olan antik çağların en önemli kentleri bu bölgede gelişti. Dolayısıyla tarih öncesi çağlardan beri bu bölgede yaşayan insanların, özellikle antik çağlarda gelişen sanatsal mimarinin, depremlerden etkilenmesi kaçınılmaz oldu.

Ege Denizi çevresinin deprem geçmişinde; Güney Ege’de, Girit Adası’nın 110 km. kadar kuzeyindeki Santorini Volkanı’nın günümüzden 3 bin 650-3 bin 450 yıl önceki patlamaları ve buna bağlı oluşan deprem ve tsunamiler bilinen en eski olaylardır. Girit Adası’ndaki Minos uygarlığının çöküşüne neden olan bu olayın, Anadolu kıyı kuşağındaki etkileriyle oluşan deprem ve tsunamiler hakkında somut bilgiler bulunmamakla birlikte, Santorini küllerinin geniş bir bölgeye yayıldığını gösteren bulgular var. Uygun ortamlarda birikmiş kül kalıntılarına bugün Batı Anadolu’daki birçok arkeolojik kazıda, göl ve bataklık gibi alanlardaki sedimantolojik sondajlarda rastlıyoruz. Dar alanlarda da olsa, kalınlığı 10 cm.’ye kadar çıkabilen bu kül birikintileri, bulundukları yüzeyin patlama zamanı ile tarihlendirilmesi bakımından bilimsel önem ve değer taşıyor.

‘TROYA’NIN UĞRADIĞI FELAKETLERDEN BİRİSİ DE DEPREM’

Sizin Troya başta olmak üzere çeşitli arkeolojik yerleşim yerlerinde önemli çalışmalar yaptığınızı biliyoruz. Troya çevresinin paleocoğrafik gelişimi içinde, meydana gelen değişimlerle ilgili neler söylersiniz?

Batı Anadolu deprem tarihinde, günümüzden 5 bin yıl öncesine kadar uzanan geçmişi ile Troya’nın özel bir yeri var. Homeros’un İlyada Destanı’nda anlatılan Troya’nın uğradığı felaketler arasında deprem de bulunuyor. Troya’da çalışan arkeologların çoğu, son Tunç Çağı’nda, Troya VI surlarının büyük bir depremle yıkıldığını kabul eder. Bundan başka, farklı dönemlere ait taş yapılardaki onarımların ve uygulanan farklı mimari tekniklerinin depremlerle ilişkilendirilmesi de Troya araştırmalarında üzerinde durulan konulardandır.

Anadolu’nun en önemli deprem kuşağı olan Kuzey Anadolu fay zonu ile Ege fay sistemi arasında yer alan Troya’nın büyük depremlerden etkilenmiş olması çok doğal. Ancak, çeşitli nedenlerle yıkılan duvarların tekrar tekrar yenilendiği uzun bir geçmişte, eski ve yeni bölümler arasındaki uyumsuzlukların her seferinde depremlerle ilişkilendirilmesinin bilimsel olarak kanıtlanması mümkün değil ve varsayımdan öteye gitmez.

Troya VI surlarının doğu bölümü. Burada son Tunç Çağı depremi ile taşlarda gevşemeler şeklinde hasar meydana geldiği öne sürülür.
Mimarlık tarihi araştırmacıları, duvardaki dikey çıkıntıların depreme karşı dayanıklılığı artırmak için yapıldığını belirtirler.

Troya eteklerinde ve sırtı çevreleyen alüvyal ovada yaptığımız, 327 delgi sondajdan sağlanan sedimantolojik bilgilerle Troya çevresinin fiziki coğrafyasında meydana gelen değişmeler incelenip, paleocoğrafya haritaları çizildi. Buna göre, son buzul çağını izleyen dönemde yükselen deniz, önce Karamenderes Vadisi’ne 15 km kadar sokularak günümüzden 7-6 bin yıl öncesinde, 3-5 km genişlikte bir körfez meydana getirdi. Bundan sonraki süreçte deniz seviyesinin yükselmesinin durmasıyla bu körfez, Karamenderes Irmağı’nın alüvyonları ile dolmuş, kuzeye ilerleyen delta kıyısı zaman içinde bugünkü konumuna, Çanakkale Boğazı’na ulaşmıştır.

‘TROYA’DA TSUNAMİ OLDUĞUNA DAİR BİLİMSEL BİR DAYANAK YOK’

Troya kenti için öne sürülen tsunami konusu son yıllarda çok konuşulur oldu. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Troya yıkıntılarında sık rastlanan denizel kavkıları, Troya’nın depremler sırasında oluşan tsunamiler nedeniyle sularla kaplandığının bir kanıtı olarak yorumlayanlar var. Troya, doğu-batı doğrultulu bir sırtın batı ucunda, 25-30 m. kadar yükseltide yer alır ve batıdan Karamenderes Irmağı’nın, kuzeyden Dümrek Çayı’nın 7-8 m. yükseltideki alüvyal ovaları ile çevrelenir. Karamenderes Ovası, taşkınlarla oluştu ve geçen yüzyıl ortalarına kadar büyük taşkınlarda zaman zaman sular altında kaldı. Ovanın tarımsal kullanımını geliştirmek için yapılan setlerle taşkınlar önlendi, daha sonra yapılan baraj ve regülatörlerle taşkın riski bütünüyle ortadan kaldırıldı. Bu nedenle, ovanın sular altında kalmasını sadece deprem ve tsunamilerle ilişkilendirmek doğru değil.

Ayrıca geçmişte, gerek akarsu taşkınları, gerekse denizden gelen etkilerle zaman zaman suların Troya eteklerine kadar yayılması doğal ve olağandır. Özellikle kıyı çizgisinin Troya’ya daha yakın olduğu Troya VI ve izleyen dönemler için de bu çok normal. Ancak, Troya kentini denizle kaplayacak bir doğa olayının düşünülmesinin bilimsel bir dayanağı yok. Troya yıkıntıları arasındaki denizel kavkılar, Troya’nın deniz altında kaldığını gösteren bir kanıt değil. Bunlar çeşitli amaçlarla çevredeki eski bataklık ve kıyı kumsallarından insanlar tarafından getirilmiştir. Kıyı yerleşmelerinin hepsinde bulunan bu tür kavkıların çoğunlukla yiyecek artığı olduğu, bir kısmının kerpiç malzemesi olarak getirilen çamurlardan kaynaklandığı, bazı türlerin boya ve süs malzemesi olarak kullanıldığı da biliniyor.

‘YIKIMLARIN İZLERİNİ ARKEOLOJİK KAZILARDA GÖREBİLİYORUZ’

Klasik çağlara gelindiğinde depremlerin etkisini nasıl görüyoruz?

Çağdaş kültürlerin gelişimine kaynak oluşturan bu süreçte, bölgede kent devletleri kuruldu, nüfus arttı. Kentler, görkemli mimari yapılar ve sanat eserleri ile donatıldı. Anadolu’nun Ege kıyı bölgesinde de kültür ve mimari çok gelişti. Böyle bir ortamda, kuşkusuz, depremlerin verdiği zararların boyutları da büyük oldu. Smyrna, Efes, Milet ve bunların çevresindeki daha küçük İyon kentlerinde depremlerin neden olduğu yıkımların izleri günümüzdeki arkeolojik kazılarda kolayca görebiliyor, bunlarla ilgili yazılı kaynaklarla ilişkilendirilebiliyoruz.

Örneğin Efes kenti büyük depremlerle sık sık sarsıldı, büyük yıkımlar oldu. Roma çağında, 262 yılında meydana gelen depremde kent büyük zarar gördü ve yamaç evleri yıkıldı. Bu tarihte dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilen Artemision Tapınağı da yıkılmakla birlikte, bu yıkım, aynı tarihte kenti istila eden Gotlarla da ilişkilendirilir. 557 yılındaki şiddetli depremde ise St. Jean Kilisesi ve Gimnazyum yıkıldı. Yeniden yapılan kilise 1360-62 yıllarında tekrar büyük bir depremle yıkıldı. Bunun gibi, Smyrna, Milet gibi İyon kentlerinde meydana gelen büyük depremlerle ilgili yazılı kaynaklarda pek çok bilgi bulunuyor.

‘DEPREM HER ZAMAN KORKU KAYNAĞI OLDU’

Depremler tarihimizin önemli bir parçası. Aslında sürekli iç içe yaşadığımız ama hep unuttuğumuz depremlerin geçmiş kültürlerde bıraktığı izler bize neler söylüyor?

Bütünüyle yeryüzünün önemli bir deprem kuşağı üzerinde bulunan Türkiye’de, Ege Bölgesi ve özellikle kıyı kesimi, jeolojik gelişimine bağlı olarak sık sık büyük depremlerle sarsılıyor. Bu doğa olayı, tarih öncesi çağlardan beri bu bölgede yaşayan, yerleşip kentler kuran insanlar için her zaman korku kaynağı oldu. Özellikle kentsel mimarinin gelişiminden sonra büyük yıkımlar, yangınlarla büyüyen felaketler meydana getirdi. Yazılı belgelerin bulunmadığı eski çağlarda kentsel mimari de henüz gelişmediği için büyük depremlerin tarihleri, etkileri ile ilgili bilgiler dolaylı verilere veya varsayımlara dayanıyor.

Yazılı belge bulunan tarih çağlarına ait bilgilerin daha eski olanlarında ise korku etkisinin büyüklüğü ile açıklanabilecek abartılı tasvirler bulunuyor. Öte yandan, bu çağlara ait kısıtlı ve abartılı bilgiler tartışmasız kullanılarak kaynaktan kaynağa aktarılıyor; gerçek olup olmadığı düşünülmeden doğru gibi kabul ediliyor. Günümüzde bu tür bilgilerin kullanılmasında coğrafi özellikleri dikkate almalı, neyin nasıl olabileceğini iyi değerlendirmeliyiz.

Depremlerle ilgili daha yakın tarih dönemlerine ait bilgiler ise daha ayrıntılı ve güvenilir nitelikte. Bunlar, deprem periyotlarının belirlenmesi, gelecekle ilgili modellemelerin yapılabilmesi için büyük önem taşıyor. Son yüzyıla ait bilgiler ise depremlerin büyüklük ve şiddetlerinin ölçülebilir olmasıyla matematiksel anlam kazandı. Dolayısıyla günümüzde artan kentleşme nedeniyle, depremlerin toplumlar üzerindeki etkisi daha büyük boyutlarda. Özellikle az gelişmiş toplumlarda coğrafi özellikler bilinmeden veya bilinmesine rağmen günlük çıkarlara öncelik verildiği için, bilinçsiz genişletilen kentsel alanlarda depremler büyük yıkımlara, felaketlere neden oluyor. Kırsal alanlarda ise yenilenemeyen ilkel yapılar, şiddeti fazla olmayan depremlerde dahi yıkılarak can ve mal kayıplarına neden olmaya devam ediyor.

İlhan Kayan kimdir?

1975 yılından bu yana Türk ve yabancı bilim insanlarıyla ortak araştırma projeleri yürüten İlhan Kayan, Tübingen Üniversitesi, Prehistorya Enstitüsü (Instituts für Ur-und Frühgeschichte und Archäologie des Mittelalters in Tübingen) tarafından yürütülen Troya araştırma-kazı projesinde coğrafya, paleocoğrafya rekonstrüksiyonları ve jeoarkeoloji konularında çalıştı. 80’in üzerinde makalesi bulunan Kayan, kazı projeleri kapsamında çalışmalarını sürdürüyor.

 

 

Etiketler deprem troya