Toplumdaki kutuplaşmayı nasıl azaltabiliriz?

Öteki’ni şeytanlaştıran bu ölümcül toplumsal ruh halinden bireysel olarak çıkamayız. Yaşamın her alanında, farklı olan “ötekiler” ile karşılıklı etkileşebileceğimiz mücadeleler yoluyla kurtulabiliriz.

Google Haberlere Abone ol

Şadi İdem

Seçim dönemlerinde parlamenter sistemin dehlizlerinde sıkışmak anlaşılabilir. Ancak şimdi bir an önce bizi felç eden bu rehavetten nasıl kurtulabileceğimize odaklanmak daha hayırlıdır. 

Zira siyaseti sadece siyasi partilerden ibaret görmek dimağımızı ve ufkumuzu zifiri karanlıkta tutsak etmek demektir. 

Ama önce asıl sorumuza dönelim: Ölümcül kimliklerin belirleyici olduğu seçim sürecinin bize öğrettiği bir şey varsa o da toplumdaki ayrışma ve kutuplaşmanın nasıl çözüleceği meselesine odaklanmamızın ne kadar hayati olduğudur. Aksi takdirde her seçimde benzer şekilde aşırı sağın hâkimiyetine şaşırmaya devam ederiz.  

Bu konuda, Muzaffer Şerif’in Çocuk Kampı Çalışmaları bize yol gösterebilir. Şerif, bu çalışmalarda ön yargı ve ayrımcılık gibi gruplararası tutum ve davranışların gruplararası ilişkinin doğasından nasıl etkilendiğini araştırmıştır. Çalışmaya katılan ortalama 12 yaşındaki çocuklar, sıradan bir yaz kampında bulunduklarına inanıyorlardı. Araştırmanın birinci basamağında, çocuklar yaz kampında neler yapılıyorsa, birlikte yüzmeye gitme, dağda yürüme, kanoya binme, küçük sundurmalar ya da barajlar inşa etme gibi faaliyetlerde bulunuyorlardı. Böylece çocukların ortak bir hedef çerçevesinde birbirleriyle etkileşime girmeleri sağlandı.

Çalışmanın ikinci basamağında çocuklara aynı arazinin diğer ucunda başka bir çocuk kampının olduğu söylendi. Daha önce varlığından haberdar olmadıkları bu diğer gruba karşı, daha iletişime geçmeden bile grup içindeki bazı çocukların olumsuz tutumlarının olduğu gözlendi. Örneğin biri, başka bir grubun varlığını öğrendikten hemen sonra “Bizim yüzme havuzumuza uğramasalar iyi ederler,” diye bağırdı, bir diğeri ise diğer gruptan “zenci kampçılar” şeklinde bahsetti. Yani rekabetten de önce katılımcılar “bizim olan, onların değildir” gibi olumsuz bir bağlılık geliştirdiler. Ardından “sınırlı ve değerli kaynaklar için gruplararası rekabetin” rolünü araştırmak için çeşitli yarışmaların yapılacağı bildirildi. İki grup arasında rekabet temelinde karşılaşmalar, yarışmalar düzenlendi. Beyzbol oynama, halat çekme, çadır kurma, şarkı ve skeç yarışması gibi yarışmalar düzenlendi. Yarışmalar ilerledikçe gruplararası olumsuz tutumlar arttı. Bu düşmanlık grupların birbirlerini küçük görmeleri ve birbirlerine hakaret etmeleriyle başlayıp, zaman içinde doğrudan davranışlara dönüştü. Nasıl bu size bir şeyleri hatırlattı mı?

Şerif ve arkadaşları çalışmanın üçüncü basamağında (Robbers Cave Çalışması), gruplararasındaki düşmanlığın ve çatışmanın nasıl azaltılabileceğini araştırdılar. Bunun için önce iki gün boyunca her iki grup üyelerinin yemek yemek, film izlemek ve havai fişek patlatmak gibi faaliyetler ile birbirleriyle temas kurmaları sağlandı. Ortamda rekabet olmadığı halde iki grubun birbiriyle teması düşmanlığı azaltmada etkili olmadı. Hatta katılımcılar tarafından bu yaklaşım “aleni düşmanca tutumların sergilendiği ve hatta hakaretlerin edildiği” yeni fırsatlar olarak değerlendirildi.

Ardından Şerif ve arkadaşları tek bir grubun, tek başına başarılı olamayacağı, birlikte çalışmak zorunda kalacağı durumlar icat ettiler. Bu amaçla çocuklar, ortak kullandıkları kampın su tankını onarmak, bir filmi satın alabilmek için yeterli parayı toplamak, yiyecek taşıyan kamyonu beraber yokuştan yukarı çekmek ve kampı düzenlemek için iş birliği yapmak zorunda bırakıldılar. Bu tür işlerde birlikte mesai harcadıktan dört-beş gün sonra isim takmalarda, aşağılayıcı sıfatların kullanımında, düşmanca tavırlarda ve karşı grup üyeleriyle temastan kaçınmada azalma görüldü. Bu çalışmayla Şerif ve arkadaşları, ortak bir üst amaç için işbirliğinin gruplararası düşmanlığı azalttığını göstermiş oldu.

Şerif ve arkadaşlarının gösterdiği gibi öteki’ni şeytanlaştıran bu ölümcül toplumsal ruh halinden bireysel olarak çıkamayız. Yaşamın her alanında bizden farklı olan “öteki-ler” ile birlikte karşılıklı etkileşebileceğimiz mücadeleler yoluyla kurtulabiliriz. Dayanışarak, yardımlaşarak, birbirimize el vererek bu bataklıktan çıkabiliriz. O yüzden yaşamımıza doğrudan müdahil olabileceğimiz toplumsal-politik kurumları kurmamız önemlidir. Bu aynı zamanda bizden farklı olan “öteki”ne bakışımızı da biçimlendirir. Artık “Öteki” sadece karşıtlık üzerinden kurulmaz. O kendinde özne olarak “öteki”dir. Jessica Benjamin’in dediği gibi hem bizden “farklı olan” hem de bize “benzeyen”dir. Böylece “öteki”ni asimile etmeden ya da inkâr etmeden farklılığına saygı duymanın psişik zeminini oluşturmuş oluruz. Bunun için bizden farklı düşünen kişi ya da gruplarla birlikte “ortak hedefler” için beraber mücadele etmenin kültürünü inşa etmemiz gerekiyor.

O zaman ancak kendi sağlığımız ve esenliğimiz için kendimize gösterdiğimiz özeni ona da gösterebiliriz. O zaman ancak her türlü toplumsal hiyerarşi kurumları ve tahakküm ilişkilerini ortadan kaldırabilecek sosyal psikolojik zemini inşa edebiliriz. O zaman ancak birbirimizle ve insansız doğa ile ilişkimizi karşılıklı bağımlılık, tamamlayıcılık etiği, indirgenemez asgari ve eşitsizliğin eşitliği ilkeleriyle inşa edebiliriz.