YAZARLAR

'The Woman King' bir kadın filmi mi?

"The Woman King", gerçek tarihle oynayarak, yeni ufuklar açmayı becerebilecek, ‘uyarlanmış’ bir feminizme işaret eden, oldukça samimi ve senaryosunun sonuna kadar giderek bir hayat türünü ve kültürünü irdeleyen bir yapım olabilirmiş. Oysa filmi izledikten sonra aklımızda kalan en önemli şey, bir kez daha kusursuza yakın bir performans çıkaran Viola Davis’in oyunculuğu oluyor.

Hollywood sinemasında bu durumu neredeyse hiç görmedik! Birkaç istisnai örneği dışarıda bırakacak olursak, bir filmde karakterlerinin aşağı yukarı tümünün sadece kadın veya erkeklerden oluşması kabul etmeliyiz ki oldukça nadir bir durum…

"The Woman King" (Kadın Kral), bu durumu daha da ileriye taşıyor çünkü filmde birkaç sahnede görünen kral, figüran mahiyetinde gözümüze çarpan birkaç erkek savaşçı ve yine birkaç sekansta ‘düşman kotasını’ dolduran kötü kralı bir kenara koyarsak filmdeki bütün karakterler kadın, daha doğrusu Afro Amerikan kökenli kadın. Filmin 19. yüzyılda, Amazonlar tarafından yönetilen, kurmaca bir Dahomey dünyasında geçtiğini göz önüne alırsak, bu ‘erkek’ karakter eksikliğinin filmin inandırıcılığını fazla zorlamadığını söyleyebiliriz.

Yönetmenlik koltuğunda da Gina Prince-Bythewood’un oturduğunu göz önüne alacak olursak, kolayca bir ‘kadın filmi’ olarak adlandırabileceğimiz bu yapım, kadınların bir ülkenin yönetimindeki duyarlılığı ve yaklaşımının farklılığı gibi feminist olarak nitelendirebileceğimiz bir bakış açısı, kölelik üzerine etkileyici bir hassasiyet ve cinselliği bastırmaya neden olan şartlar gibi konularda düşünmeye iten ilginç bir alan taşıyor. Ancak film, bunlara rağmen daha çok büyük oyuncu Viola Davis’i ön plana çıkarmaya göre ‘tasarlanmış’ gibi duruyor. Davis yine performansı ile beklentileri karşılasa da sonuç, sonuna kadar gitmekten imtina edilmiş ve heba edilmiş bir fırsat izlenimi veriyor.

Konudan bahsedecek olursak: 19. yüzyılın başlarında, Doğu Afrika’da bir yerlerde olan Dahomey, başında temsili bir kral olsa da aslında Agojie adı verilen Amazonlar tarafından yönetilen bir ülkedir. Ülke sınırlarında yeni bir savaş kapıdayken, General Nanisca tarafından yönetilen Amazonlar ordularına yeni savaşçı adayları alırlar. Bu öğrencilerden biri olan Nawi, hem hırsı hem de becerileri açısından diğerlerinden farklıdır.

.

GÖRÜNÜŞLERE ALDANMAMAK GEREK

Belli bir beceri gerektiren ama büyük bir orijinallik taşımayan Dahomey ülkesi betimlemesi ve biraz şematik çerçeveler arasında kalan ‘kölecilik’ olayının üstünden hızlıca geçerek filmin macera kısmına odaklanacak olursak; Viola Davis tarafından canlandırılan General Nanisca ve ‘kurmaylarını’ oynayan Lashana Lynch ile Sheila Arim üçlüsü, senaryoya sağlam bir başlangıç noktası oluşturan karakterler oluşturuyorlar. Başarılı bir koreografi eşliğinde savaştıkları sahnelerde de, genelde travmalı geçmiş hayatlarından bahsettikleri sekanslarda da bütün oyunculuk kapasitelerini konuşturuyorlar. Aynı şekilde hikâyede önemli bir yer kaplayan genç adayları eğitme sekansı ve onların arasında öne çıkan Nawi (bu genç oyuncuyu artık takibe almamız gerekir!) de göründüğü kadar basit olmayan, ilgiyi ayakta tutan süreç ve karakterler…

Dolayısıyla zaten barındırdığı karakterler bazında bir farklılık taşıyan ve böyle sağlam temeller üzerinde başlayan hikâye, çok özgün ve belki apayrı bir tür yaratabilecek bir potansiyele sahipken ne yazık ki sık sık Hollywood sinemasının mekanik tuzaklarına teslim oluyor. Karakterler, film ilerledikçe derinleşmesi gerekirken daha basit ve beklenebilir bir hale dönüşüyor. Başkarakter Nanisca tabii ki acı verici ama iki saniyede tahmin edebildiğimiz bir travmayla baş etmeye çalışıyor. Belli bir gizem taşıyan genç Nawi’nin etrafındaki soru işaretleri daha filmin yarısı gelmeden dağılıyor.

Ana karakterlerin yanında bulunan önemli yan karakterlerde ise bu durum daha da vahim. Bu oyuncular zaten karakterlerini oluşturacak yeterli alanı bulamamışlar, sadece fonksiyonellik açısından işlerini yapıyorlar. Örneğin düşman Oba Ade, köleciliği destekleyen, beyazlarla ticaret yapan ve İzogieler'e düşman bir kral ama düşmanlığının nedeni saf bir nefretten başka somut bir sebebe ulaşmıyor. Aynı şekilde iyi niyetli ve kararlı görünen ama yanlış yönlendirilen Kral Ghezo’yu canlandıran Jonh Boyaga ise silik, tutarsız ve aksesuar gibi duran bir portre çiziyor.

Hele bir de Nawi ile aşk yaşayan, daha doğrusu yaşamaya çalışan, iyi beyazlardan Brezilyalı Malik ve sarayda herkesin ayağını kaydırmaya çalışan kötü kraliçe karakterleri var ki zaman zaman romantik gençlik dizilerinden çıkmış gibi duruyorlar.

.

DEĞİŞİK FİLMLERDEN ESİNTİLER

Büyük rastlantısal olaylarla ve (orijinal versiyonunda) dünyanın değişik yerlerinden gelen oyuncuların bazen fantezi sınırına dayanan aksanlı İngilizce konuşmalarıyla ilerleyen film, savaş sekanslarına geçtiğinde ise bütün hünerini (ve tabii ki bütçesini) gösteriyor. Değindiğimiz gibi ustaca kurgulanmış savaş sekansları, sinemalarımızı istila eden bu ‘süper kahramanlar’ döneminde sert ve şiddetli gerçekçiliğin ne kadar güçlü olabileceğini bir kez daha kanıtlıyor.

"The Woman King"i izlerken tabii ki güçlü kadın karakterler sunan "Wonder Woman"dan "Thelma&Louise"e kadar birçok filmi hatırlıyoruz. Ama kuşkusuz aklımıza en sık gelen film (aynı feminizm yoğunluğunda olmasa da) "Black Panther" oluyor. Film, özellikle son örneğe ‘belli belirsiz’ ufak selamlar veriyor ama bu tavrı, biraz hayal gücü yoksunluğu ve farklı bir yolda ilerlemekten sakınmak olarak da yorumlayabiliriz.

Sonuçta hikâyenin varabileceği boyutları ve başarabileceği şeyleri düşününce biraz ‘yazık olmuş!’ diyoruz. "The Woman King", gerçek tarihle oynayarak, yeni ufuklar açmayı becerebilecek, ‘uyarlanmış’ bir feminizme işaret eden, oldukça samimi ve senaryosunun sonuna kadar giderek bir hayat türünü ve kültürünü irdeleyen bir yapım olabilirmiş. Oysa filmi izledikten sonra aklımızda kalan en önemli şey, bir kez daha kusursuza yakın bir performans çıkaran Viola Davis’in oyunculuğu oluyor.


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .