Teldeki Kuş: Bir Leonard Cohen biyografisi

Philippe Girard'ın 'Leonard Cohen: Teldeki Kuş' adlı çizgi romanı, Mahir Ünsal Eriş çevirisiyle Karakarga Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Zaman zaman “phlppgrrd” takma adını kullanarak da çizerlik yapan Philippe Girard, tutkulu bir Cohen hayranıdır. Kanada’nın Quebec şehrinde kitaplarla iç içe geçen bir çocukluğun ardından Laval Üniversitesi’nde Grafik okur. Bu süre zarfında irili ufaklı pek çok projede kendine yer bulur. Profesyonel bir sanatçı olarak yazıp çizmeye ise 1997 yılında başlar.

İş hayatının yanında çeşitli dergi ve gazetelerde de çizer Girard. Hatta yakın bir arkadaşıyla beraber bir çizgi roman fanzini çıkarır. İlerleyen yıllarda kendi çizgi romanlarına da imza atar ve Leif Tande adlı bir başka Kanadalı çizerle beraber çıkardığı 'Danger Public' adlı çalışması 2019 yılında Alexis Chartrand tarafından filme uyarlanır.

Girard, kariyeri boyunca onlarca ödüle layık görülse de 'Leonard Cohen: Teldeki Kuş' adlı çizgi romanı onu dünyaya tanıtan çalışması olur. Geçen sene orijinal dilinde okurlarının karşısına çıkan 'Teldeki Kuş', geçtiğimiz günlerde Karakarga Yayınları etiketiyle raflara girdi. Çevirmeni ise Mahir Ünsal Eriş.

GEÇ KALMIŞ BİR TANIŞMA

Cohen de Girard gibi Qubeck’li. Girard’ı usta sanatçıya yakın hissettiren şeylerin başında da zaten bu gelir. Bir de birkaç küçük anı var. Bunlardan biri, Girard’ın Cohen’le tanışmayı kıl payıyla kaçırdığı bir güne dair. Girard, Le Devoir’a verdiği bir röportajda; 18 yaşındayken bir gün kuzeniyle buluşmaya gittiğinden bahseder ve kısacık bir vakit kaybı yüzünden Cohen’le tanışmayı kaçırdığını söyler. Kuzeni erken geldiği için çok şanslıdır ve bunu ballandıra ballandıra anlatır.

Girard da bunun üzerine en yakın müzik mağazasına gidip Cohen’in 'The Future' albümünü alır. Diğer bir değişle Girard da bu albüm aracılığıyla onu tanımış olur. Okul yılları ve iş hayatı boyunca Cohen’le kurduğu "diyalog" giderek artmaya başlar. Dinlenen her şarkıda samimiyetleri artar. Nedenini ise şöyle açıklar Girard: "Cohen’in tüm hayatı boyunca kim olduğunu aradığını fark ettim. Benimkini yansıtan bir yaklaşım bu… Cohen’de zaten içimde yankılanan bir şeyin karşılığını buldum."

Derken tarih 7 Kasım 2016’yı gösterir ve usta sanatçı Cohen dünyaya veda eder. Girard, bu haberi duyduğunda derin bir üzüntü hisseder. “Dünya onsuz daha az güzel, daha az komik ve daha az ilginçmiş gibi” gelir. Onunla ilgili bir çalışma yapma fikri de yine o günlerde aklına gelir. Ancak bir süre için bunu erteler. Ne de olsa dünyada birilerinin zaten bunu yaptığını, bir Cohen biyografisinin yakında yayınlanacağını düşünür fakat böyle bir kitap asla çıkmaz. Girard da bundan cesaret alarak kolları sıvar ve 'Teldeki Kuş' için çalışmaya başlar.

Leonard Cohen - Teldeki Kuş, Philippe Girard, Çevirmen: Mahir Ünsal Eriş, 120 syf., Karakarga Yayınları, 2022.

Kaba hikâyeyi oluşturup çizime başladığında enteresan bir olay daha yaşar. Cohen’in öldüğü evi (kitaptaki ilk paneli) ayrıntılı çizmek için Google Street View’u kullanır ve Cohen’in sokağına girdiğinde onu bir sandalyede oturur halde görür. Kitabı belgesel havasından çıkarıp “içindeki Cohen’i” yansıtmaya da böylelikle karar verir.

İKİ İSPANYOL

21 Eylül 1934’te doğup 7 Kasım 2016’da aramızdan ayrılan Cohen, 82 yıllık hayatında çok fazla kadın tanıdı, çok fazla viski ve puro içti, çok fazla uyuşturucu kullandı ve çok fazla dize yazdı. Onu ölümsüz kılan şarkıları söylemeden evvel, daha çocuk yaşlarında şiirle ilgilenmeye başladı. Ancak okuduğu İngiliz, Amerikan şairleri nedense içindeki alevi tutuşturmaya yetmiyordu. Cohen onları taklit ederek çeşitli şiirler yazıyordu yazmasına, ama bir şeyler eksikti işte. Ve o eksilik hiç beklemediği bir anda doluverdi. Dünyaca ünlü İspanyol şair Federico García Lorca’nın bir kitabı günün birinde tesadüfen eline geçiverdi. Çeviri şiir insanı nasıl bu kadar etkiler mi diye sormayın, bu etkileşim dünyaya bir sanatçı doğurdu.

Lorca’yla beraber kendi sesini yakalamaya başlayan Cohen bir de gitar çalmaya merak saldı. Kendi şarkılarını söylemek, eh biraz da kızları etkilemek için sürekli çalışıyordu ama pek de başarı olduğu söylenemezdi. Yine bir gün tesadüf eseri parkta yürürken bir başka İspanyol hayatına dahil oldu. Flamenko tarzında gitar çalan bir sokak müzisyeniydi bu. Cohen çok etkilendi ve ona gidip kendisine ders verip vermeyeceğini sordu. Ders vermeyi kabul eden İspanyol, birkaç gün boyunca Cohen’in evine gidip gelmeye başladı. Çeşitli akorlar gösteriyor ve onu devam etmesi yönünde teşvik ediyordu.

Ne var ki bir gün derse gelmedi. Cohen de meraklandı tabii. Hemen İspanyol’un kaldığı pansiyonu aradı. Görevli, İspanyol’un intihar ettiğini söyledi. Ne bir not vardı, ne bir şey. Öylece gelip gitmişti…

Cohen, hayatını etkileyen bu iki İspanyol’un ardından yazmaya ve çalmaya devam etti. Sonra mı? Sonra bir sürü kötü ilişki yaşadı, çok fazla uyuşturucu kullandığı için giderek depresif bir insana dönüşüyordu, şimdilerde en iyi şarkılarından biri kabul edilen 'Suzanne'in haklarını başkasına vermek zorunda kaldı, çıkardığı ilk albümü o kadar kötü eleştiriler aldı ki her şeyi bırakma noktasına dek geldi… Ancak yılmadı, devam etti. Onu tüm dünyaya tanıtan şey de zaten bu oldu.

BARIŞ YANLISI BİR SANATÇI

Cohen bir Yahudi’ydi. Onu bu yüzden, özellikle de son dünya turnesinde İsrail’de konser vermesi yüzünden çok insan eleştirdi ancak İsrail’de konser vermesi onun bu kirli savaşı desteklediği anlamına gelmiyordu. Cohen bilakis barış yanlısı bir sanatçıydı. Tel Aviv’de konser verdikten sonra Ramallah’ta Filistinli Mahkumlar Derneği’nin organize ettiği bir konsere daha çıkmayı planlıyordu. Tıpkı 1973’te Yom Kippur Savaşı’nda İsrail’de küçük bir dinleti yaptığı gibi ya da Mısır’da da şarkı söylemek istemesi gibi.

Pek tabii bu konserler gerçekleşmedi ve Cohen tek taraflı konserler veren biri şeklinde lanse edilip İsrail’in Filistin’e uyguladığı zulmü destekliyormuş gibi bir tavır içine girildi. Ancak o bu tarz ithamların altında ezilemeyecek kadar büyük bir sanatçıydı ve şarkıları onun barışa yönelik, insan haklarına yönelik olan tutumunu anlatmaya yeterdi.

“Şiir kimsenin hükmedemediği ve kimsenin bilmediği bir yerden gelir,” der Cohen. Onun şarkılarını nasıl yazdığını anlamak için hayatına bakmak gerekir, çünkü Cohen, tabiri caizse bir şiir gibi yaşadı; ağırbaşlı, depresif ve büyüleyici… 'Teldeki Kuş'sa Girard’ın Cohen’in hayatına açtığı bir pencere olarak nitelenebilir. Onun penceresinden görünen şiir işte bu şekilde.