‘Tekerlekler üzerindeki paralel dünya’nın sakinleri

Jessica Bruder, İthaki Yayınları'nca yayımlanan 'Göçebeler Diyarı'nda ABD’de yollarda yaşamaya başlayanların, bir parçalanma ve dayanışma hikâyesinin öznesi hâline gelmesini ve sonrasını anlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

2008’de dünyayı kasıp kavuran, ardından başlayan büyük durgunluğun etkisi bugünlerde bile süren ekonomik kriz, yaşam şeklini değiştirdiği pek çok kişiyi geri dönmelerinin güç olduğu bir yola soktu: İşlerini kaybettiler, borçları katlandı ve evlerinden oldular. 2008 krizi, bankaları ve şirketleri kurtarmanın, insanları kurtarmaktan daha önemli olduğunu da gösterdi.

Özellikle ABD’de yollara koyulan yeni göçebeler, günübirlik ya da kısa süreli işlerle hayatlarını idame ettirmeye çalıştı. Onlara “evsiz” diyenlere inat, kendilerini “evi olmayanlar” diye nitelediler.

Patronların tam istediği gibi birer işçi olan, pek masrafı bulunmayan, eski beyaz yakalı ve borç batağına saplandığı için daha evvel tahmin etmediği bir yaşama pratiği geliştirmek zorunda kalan bu kişilerle görüşen ve deneyimlerini 'Göçebeler Diyarı' başlığıyla kitaplaştıran Jessica Bruder, “ABD ekonomisinin karanlık yüzünün kurbanlarının” hikâyeleriyle buluşturuyor bizi.

UMUDU YOLDA ARAYANLAR

Yirmi birinci yüzyılda ABD’de hayatta kalmaya uğraşanlara odaklanan Bruder, 2008 krizinin yıkıcı etkilerinin hâlâ devam ettiğini gösteriyor okura; karavanlarıyla ve kamyonetleriyle ülkenin bir ucundan diğerine kilometrelerce giden bu kişiler, bulabildiği her işte çalışarak ayakta kalmaya, yaşamaya ve dünyayı anlamaya uğraşıyor. Böylece Rebecca Solnit’in dediği gibi “can yakıcı, can acıtıcı ve mizahi hikâyeler” çıkıyor ortaya.

Şeker pancarı hasadına katılan, depolarda mal istifleyen, Noel ağacı satan; bunlara benzer işlere girip çıkan, gayrimenkullerini kaybettiğinden “tekerlekli menkullerinde” yaşamaya başlayan yeni göçebelerle tanışan Bruder, neoliberal kapitalist sistemin hışmına uğrayan eski orta sınıf üyeleriyle yüzleştiriyor okuru: “Uzaktan bakınca, pek çoğu, kaygısı tasası olmayan emekli karavancılarla karıştırılabilir. Kendilerini sinema ya da restoranda bir akşam yemeğiyle ödüllendirdikleri günlerde, kalabalığa karışırlar. Düşünce yapıları ve görünüşleriyle büyük ölçüde orta sınıftırlar. Çamaşırhanelerde çamaşırlarını yıkar, duş almak için spor salonlarına üye olurlar. Birçoğu, tasarrufları büyük durgunluk tarafından yok edildikten sonra yola çıktı. Benzin depolarını doldurmak ve karınlarını tok tutabilmek için zorlu fiziksel işlerde uzun saatler boyunca çalışıyorlar. Sabit ücretlerin ve artan konut maliyetlerinin olduğu bir dönemde, geçinebilmek için kendilerini kiradan ve ipotekten kurtarmanın bir yolunu buldular. Amerika’da hayatta kalıyorlar.”

Göçebeler Diyarı: Yirmi Birinci Yüzyılda Amerika'da Hayatta Kalmak, Jessica Bruder, Çevirmen: Burcu Denizci, 272 syf., İthaki Yayınları, 2021. 

Bruder’a göre bu göçebeler, yalnızca hayatta kalmaya çabalamıyor; insan olmanın yollarını arıyor, beslenmeye ve barınmaya uğraşıyor, bir umuda tutunmak için yollara düşüyor. Yıllarca hizmet ettikleri sistem tarafından dışlanarak kısa sürede ülkenin yabancısı hâline gelen bu insanlar, bir dayanışmayla travmalarını atlatmaya çalışıyor. Bruder, “evi olmayanların” durumunu tarif ederken sözü ütopyaya getiriyor: “Ortak bir anlayış, bir yakınlık mevcut. Birinin karavanı bozulunca para toplarlar aralarında. Bulaşıcı bir his bu: Büyük bir şey gerçekleşiyor. Ülke hızla değişiyor, eski yapılar parçalanıyor ve onlar yeni bir şeyin merkezindeler. Ortak bir kamp ateşinin etrafında, gecenin bir yarısında, bir ütopyaya göz kırpılıyor.”

1990’ların ve 2000’lerin ikinci yarısında, Arjantin’deki kriz ortamında insanların başlattığı “dayanışma” ya da “imece ekonomisi”nin ABD yollarında gerçekleşen hâli diyebiliriz buna; hikâyelerin kahramanları, hem bireysel olarak yaşama tutunmaya çabalıyor hem de birbirlerinin arkasını kolluyor.

BİR TÜR ANARŞİK YERLEŞİM MODELİ

Bruder’ın aktardığı hikâyelerde ortaya çıkan gerçeklerden biri, göçebelerin yeni yaşamlarına çabuk uyum sağlamaları gerektiği. Bu bir bakıma “üst kültür”ün, kısa zamanda “alt kültür”e dönüşmesi demek. Söz konusu durum, bir olumsuzluktan çok, ayakta kalma arzusuna ve her şeye alışabilme yetisine denk geliyor. Yazarın bu noktada önemli bir notu var: “Tanıştığım insanların çoğu, hileli bir oyunu kaybetmeye çok fazla zaman harcadığını hissederek sisteme zarar vermenin bir yolunu buldu. Kira ve ipotek zincirlerini kırıp geleneksel evlerden vazgeçtiler. Panelvanlara, motokaravanlara ve çekme karavanlara taşındılar; güzel havayı takip ederek bir yerden bir yere seyahat ettiler ve mevsimlik işlerde çalışarak benzin depolarını doldurdular.”

Belli bir yaşın üzerinde, mevsimlik veya dönemlik işler kovalayan göçebelerin hikâyeleri, zorlu yolculukları ve belki de normal zamanda yapılamayacak işleri içeriyor. Tuvalet temizliği, çim biçme, hasat, köpek kulübelerini ya da malları düzenleme bunlardan birkaçı. Bruder, dışarıdan bakanların bu tam zamanlı göçebe veya gezginlere “Büyük Durgunluğun Orkideleri”, “ABD’li mülteciler”, “varlıklı evsizler” ve “modern çağın meyve toplayıcı serserileri” dediğini hatırlatıyor. Onlarsa ilk defa fabrikalarda çalışıyor, bir başkasının köpeğini gezdiriyor, döşemeleri tamir ediyor, resim dersleri veriyor ve saatlerce ayakta kalarak yaşama yeniden katılıyor; kendilerininkine benzer geçim derdi hikâyelerine ortak oluyor ve devletin “işsiz ıslahına” karşı mücadeleye girişirken “yoldaki yaşamın, boş bir gelecekten kaçış olmasını umuyor” ve “köle işçiliğin” hakkını vererek çalıştığı için “emeklilerin yeni çağı”nın keyfini süren patronların güvenini kazanıyor.

Bruder’ın şu belirlemesi, göçebelerin neyi başarmak istediğini ve sisteme karşı nasıl direndiğini ortaya koyuyor: “Karavanlara ve diğer araçlara taşınarak, insanların kendilerini başarısızlığa uğratan sisteme karşı vicdani retçiler hâline gelebileceğini öne sürdü. Özgürlük ve macera dolu yaşamlara yeniden doğabilirlerdi.”

“Tekerlekler üzerindeki paralel dünya”nın sakinleri, “Nasıl yaşayabilirim?” sorusunu yanıtlamak için alternatifler üretiyor, deneyimlerini birbiriyle paylaşıyor ve bunları dünyaya aktardıkları platformlar kuruyor. Bruder’ın tanık olduğu bu girişimlerle hedeflenen şey, sistem tarafından yüzüstü bırakılmanın etkilerini azaltmak ve eldekiyle bolluk içinde yaşamanın yollarını bulmak. Dolayısıyla bahsi geçen amaçlar da yeni göçebeliğe uygun bir sosyalleşme ağı doğuruyor, karavanlar ve kamyonetler park ve toplanma yerlerine çekildiğinde hayli kalabalık bu aile bir araya geliyor. Otoparklar ücretsiz konaklama alanına ve çöller birer kamp noktasına dönüşünce bir tür anarşik yerleşim modeli ortaya çıkıyor.

'Göçebeler Diyarı'ndaki hikâyelerin sıfır noktasında kritik bir soru bulunuyor: “Yaşamaya devam edebilmek için bu hayatın hangi kısmından vazgeçmeye hazırsın?” 2008 krizinin ardından pek çok kişi, kendisine yönelttiği bu sorunun ardından yaşamını değiştirmek durumunda kalmış. Aynı kişiler, daha sonra bir başka soruya yanıt ararken bulmuş kendini: “İmkânsız seçimler, insanları -bir toplumu- ne zaman parçalamaya başlar?”

Bruder, ABD’deki fiili kast sistemi yüzünden ve 2008 krizinin etkisiyle yollarda yaşamaya başlayanların, bir parçalanma ve dayanışma hikâyesinin öznesi hâline gelme sürecini ve sonrasını anlatıyor 'Göçebeler Diyarı'nda.