Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek Çin!: Türkiye Çin’e özeniyor olabilir mi?

AK Parti ve ortaklarının siyasî söylemleri Çin otoritesinin sıklıkla kullandığı propaganda metinlerine fazlasıyla benziyor.

Google Haberlere Abone ol

Umun İhsan* 

Türkiye-Çin ilişkilerini sadece ticarî ve uluslararası ilişkiler boyutunda değerlendirmek yoğun siyasî ve ekonomik işbirliğinin nedenlerini açıklamakta yetersizdir. Bunun için Çin’deki Batı karşıtlığının nedenlerine, boyutlarına ve Erdoğan üzerindeki etkisine de dikkatle bakmak gerekir.

Bilindiği üzere Çin lideri Xi Jinping 2018 yılında siyasî konumunu sağlamlaştırdı ve devletin tüm yetkilerini elinde topladı. Böylece oligarşik düzene dayanan geleneksel Çin siyasî rejimi tek adam rejimine evrildi. Zaten tek parti, tek medya, tek düşünce sistemine alışkın ülkenin tek adama adapte olması çok da zor olmadı.

Jinping’in Çin’i, teknolojik yeniliklerle donatılmış totaliter rejimini uluslararası kamuoyuna demokrasinin bir alternatifi olarak sunuyor. Çin’in siyasî rejimi ve yönetim şekli, Batı karşıtı siyasî söylemlerin yükseldiği toplumlarda rağbet görüyor.

Bir Çin milliyetçisi olarak tanınan Xi'nin diğer etnik grupları asimile etmeyi hedeflediği “Zhonghua ulusu”** yaratma fikri de Çin'in asimilasyon-entegrasyon karışımı uygulamalarının ana argümanı... Böylece Çin, teknolojiyle totaliter sisteminin koordinasyonunu mükemmelleştiren, anti demokratik uygulamalarda uzmanlaşan ve milliyetçiliği devletin ana ideolojisi haline getiren bir rejime doğru sürükleniyor.

Uluslararası sermayenin Çin'e kayması Çin ekonomisinde devrim yaratmıştı. Ama ekonomide gelişen ülke, demokrasi ve insan hakları konusunda hiçbir ilerleme kaydedemedi. Aksine uluslararası arenada Batı karşıtı siyasî söylemlerin de kaynağı haline geldi.

Çin rejimini benimseyen devletler arasında Rusya ve İran başta olmak üzere Türkiye de var. Nitekim AK Parti iktidarının ve ortaklarının sarfettiği siyasî söylemler Çin otoritesi tarafından sık kullanılan propaganda metinlerine fazlasıyla benzerlik gösteriyor.

Aşağıda totaliter Çin siyasi metodolojisinin Türkiye'nin yöneldiği siyasi rejimin yöntemleri ile gösterdiği benzerliğe dikkat çekeceğim.

'YERLİ VE MİLLİ'LEŞTİRME ÇABASI

Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi modern ölçütlerle yaşadığı çatışmayı, bu ölçütleri millileştirerek çözmeye çalışan zihniyet… Toplumun milliyetçilik duygularını pohpohlayarak iktidarını sürdürmeyi çalışan bu zihniyet Çin’deki benzerinden pek farklı değil.

Çin'in "Çince demokrasi", "Çince komünizm" kavramları ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Türk modeli demokrasi" ve üçüncü iktidar ortağı olarak kabul edilen Doğu Perinçek'in "millî diktatörlük" kavramı metodolojik yönden tıpa tıp birbirinin aynısı siyasî söylemlerdir.

"Senin demokrasin" - "benim demokrasim" ayrımını yapabilmeleri için kavramları propaganda söylemleri ile süslemeleri gerekiyor elbette…

BATI’NIN VE MODERN DEĞERLERİN ŞEYTANLAŞTIRILMASI

Doğu toplumlarının siyasî nedenlere bağladığı Batı karşıtı söylemler Batılı devletleri hedef almanın çok daha ötesine geçmektedir ve Batı’da biçimlenen düşünce ve ideolojileri, hatta standartları hedef almaktadır. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi modern ölçütler, Batı’nın geleneksel kültürüyle özdeşleştirilerek, Batı karşıtı söylemlerin merkezine oturtulmaktadır. Bu çabalar günümüzde otoriter rejimlerin temel propaganda yöntemidir.

Çin despotizimi de hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi temel değerleri Çin toplumuna "Batı’nın Çin’e karşı açtığı savaşının bir parçası" olarak yansıtmak için yoğun bir PR çalışması yürüttü. "Çince komünizme" doğru ilerleyen Türkiye'de de benzer semptomlara rastlamak mümkün.

Sözgelimi Türkiye’de muhafazakarların İstanbul Sözleşmesi’ni "Batı’nın kendi değerlerini Türk toplumuna entegre etme girişimi" olarak tanımlaması bunun bir örneğidir. Muhafazakar zihniyet, Batı’da biçimlenen modern değerleri Batı’nın geleneksel değerlerinden ayırt etmekte zorlanmaktadır. Totaliter yönetimler de bu değerleri Batı’ya özgü ya da Batı’nın siyasî amacına hizmet eden değerler olarak tanımlamayı tercih etmektedir.

BU KONU ÇİN’İN İÇ İŞLERİDİR!

Esasen modern değerlere karşı açtıkları savaşı gizlemeye çalışmaları trajikomiktir. Bireyleri “vatanları” ile medeniyet arasında mantık dışı bir seçim yapmaya zorlamaktadırlar. Sorunları gizlemek için hak arayışı şeytanlaştırılmaya çalışılıyor. Bunun Türkiye’de de Çin’de olduğu gibi komplo teorileri kullanılarak yaygınlaştırıldığını gözlemliyoruz.

Modern değerler üzerine yapılandırılan uluslararası anlaşmaların bağlayıcılığını inkar etmek, feshetmek ya da yürürlüğe girmesine engel olmak Çin gibi rejimlerin uluslararası kamuoyu önündeki sorumluluğunu yerini getirmemek için kullandığı bir taktiktir.

Nitekim Çin, özgürlük ve demokrasi temalı uluslararası anlaşmaları hiçbir şekilde bağlayıcı bulmuyor ve yürürlüğe koymuyor. Soykırım politikası ve ağır insan hakları ihlalleri doğrultusunda kendisine yöneltilen eleştirileri “Çin iç işleri" diyerek cevaplıyor. Zira Çin’e göre "Çin’de yaşanan her şey Çin'in iç işleridir ve kimse Çin'in iç işlerine karışamaz."

AVRASYA SİYASETİ, İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, GERGERLİOĞLU, KAVALA…

İnsan haklarının devletin egemenliğinden daha kutsal olduğunu kabul etmiyorsanız, devletlerin ihlal politikalarına karşı uluslararası kamuoyunda sorumluluk üstlenmeyebileceğini de kabul etmiş olursunuz. Çünkü uluslararası kurumlar ve sözleşmeler devletleri hukuki açıdan birbirine bağlar. Devletler bu antlaşmalar doğrultusunda egemenliklerini sınırlandırır ve sorumluluklarını netleştirirler.

Sonuçta gittikçe Çin despotizmine özenen, sempati ve hayranlık duyan Türkiye de tıpkı Çin gibi milliyetçilik adı altında aşırı sağa sürüklenmektedir. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Osman Kavala davası gibi yargı bağımsızlığı ile alay eden anti demokratik girişimler Türkiye’nin Çin önderliğinde Avrasya otoriter rejimler ittifakına doğru ilerlediğinin göstergesidir.

*Radio Free Asia çalışanı, Uygur
**Buna göre, 56 milletten oluşan Çin toplumu fikri terk ediliyor. Tüm etnik unsurlar Zhonghua’nın parçası kabul ediliyor.