Suriyeliler çadırdan nasıl ve ne zaman kurtulacak?

Savaştan kaçıp Maraş'a yerleşen Suriyeliler, depremden yara almadan kurtuldular ancak bir kez daha çadırda yaşamaya mahkûm oldular.

Suriyeliler, çadır istediklerini ama kendilerine bir türlü sıra gelmediğini anlatıyor.
Google Haberlere Abone ol

Vecdi Erbay

MARAŞ - Maraş'ta yolumuzu kaybettik ve depremin yıktığı bir mahallede bulduk kendimizi. Maraş'ın eski mahallelerinden biri olmalıydı, evlerin mimarisi bunu gösteriyordu. Kısa, dar sokakları, en fazla üç katlı evleri vardı mahallenin. Biraz uzakta, geçit vermeyen enkazların ötesinde, bir konak olduğunu düşündüğüm büyük bir yapı dimdik ayakta duruyordu. Işıkları yanmıyordu, muhtemelen depremlerden sonra boşaltılmıştı.

Mahalle, tarihi bir filme set olacak kadar güzeldi. Ancak şimdi harap durumdaydı. Depremlerin yıkamadığı evler bile feci sarsılmış, yan yatmış, pencere ve kapıları dışarı fırlamıştı, evde oturanların günlük hayatlarında kullandıkları kap kacak gibi eşyalarla birlikte.

DEPREMLERİN TEK SORUMLUSU BİR İKİ MÜTEAHHİT OLMAMALI, DEĞİL Mİ?

Bazı evlerde arama kurtarma çalışması yapılmamıştı. Bu, evlerin ikinci depremde yıkıldığı, dolayısıyla  evler yıkıldığında içeride kimsenin bulunmadığı anlamına geliyordu. Bu evlerde kimsenin hayatını kaybetmemiş olması tesellisine sarılıyoruz.

Ancak bölgedeki her bina bu kadar şanslı değildi. Arama ve kurtarma çalışmasının izleri bunu gösteriyordu. Kaldırılmayı bekleyen bina enkazlarının görüntüsü ağır bir acı his bırakıyor insanın göğsünde.

Biraz ilerideki bir binanın enkazı üzerinde birkaç kişi çalışıyor. Un ufak olmuş çok katlı binada kullanılan malzeme inceleniyor. Demirler doğru seçilmiş mi? Kum inşaatta kullanılacak uygunlukta mı? Kolonlar alt kattaki dükkanlara yer açmak için kesilmiş mi? Kaçak kat çıkılmış mı? Bunlar tespit edilecek ve rapor edilecek. Bunlar yapılmalı elbette ve elbette bu binanın un ufak olmasında parmağı olanların hak ettiği cezayı alması gerekiyor. Ancak bu ceza süreci kimden başlıyor ve kime kadar uzanıyor, esas bunun tespit edilip teşhir edilmesi ve cezalandırılması gerekiyor.

Buz gibi havada enkazda çalışan adamlara bakarken bunları düşünüyorum. Bir de bundan önceki depremlerden sonra olup bitenleri. Binlerce insanın öldüğü depremlerin tek sorumlusu bir iki müteahhit olmamalı, değil mi?

TENCEREDE HAŞLANAN BİRKAÇ YUMURTA

Yukarı mahalleye çıkan yol, alt yolda istinat duvarı görevi de görüyor. İşte bu duvarın dibinde yan yana derme çatma birkaç çadır kurulmuş. Birkaç adam, küçük bir ateşin etrafında Arapça sohbet ediyor.

Yanlarına motosikletli bir başka adam geldi. Motosikletin arkasında on yaşlarında sevimli bir çocuk vardı. Motosikleti kullanan adama sıkıca sarılmıştı. Arapça birkaç sözcük kalmış aklımda. "Measselame" (Selametle) dedim çocuğa. Gülerek bir şeyler söyledi ve el salladı.

Motosiklet gürültüyle uzaklaşınca üç adamla baş başa kaldık ateşin başında. Ateşte ağzı açık, isli bir tencerenin içinde birkaç yumurta haşlanıyordu.

İLK DEPREMDE EVLERİ BOŞALTTILAR

Erkeklerden biri fırında çalışıyor, diğer ikisi inşaat işçisi. İlk depremde evden fırlamışlar. Birinci depremde hasar gören evleri, ikinci depremde yıkılmış. "Şükür" diyorlar çünkü ikinci depremde yıkılan evlerini çoktan boşaltmışlardı.

Eşlerini İstanbul'a, yakınlarının yanına göndermişler. Depremlerden sonra Maraş'ta hayat nasıl devam edecek, onlar da bilmiyorlar. Koşullar sağlanırsa eşleri ve çocukları geri dönecek.

Onlar burada kalmış çünkü işlerini kaybetmek istemiyorlar. Fırıncı işine devam ediyor ancak inşaatçılar beklemek zorunda. Daha çok bekleyeceklerini biliyorlar ama şimdilik elden bir şey gelmiyor.

‘ÇADIR İSTEDİK, ALAMADIK’

Çadırlardan birkaç çocuk ve bir kadın çıkıyor. İstinat duvarının dibindeki boş alanı kısa sürede benimsemişler sanki. Biz sohbet ederken bir şeylerle uğraşıyorlar. Erkekler fotoğraflarının çekilmesine izin veriyor. Biri Arapça seslenerek eşini uyarıyor: “Fotoğraf çekilecek, kenara çekil.”

Savaştan kaçarken kim bilir daha önce kaç kez çadır kurdular. Depremler onları bir kez daha çadırda yaşamaya mahkûm etti. Yine de "Şükür" diyorlar çünkü ailelerinden hiç kimseye hiçbir şey olmamıştı.

AFAD'dan çadır istemişler. Yarım yamalak Türkçesine destek olsun diye ellerini de kullanarak derdini anlatıyor. Birkaç kez çadır için başvurduklarını söyleyerek "’Tamam, çadır vereceğiz’ diyor ama vermiyor. Kaç defa gittim, yok alamadım” diyor.

Suriyeliler, son dönemde görünür olan ırkçılık nedeniyle çadır alamamış olabilirler mi? Suriyeli erkek iki elini yana açıp "Bilmiyorum" diye cevap veriyor.

Maraş'ta hava buz gibiydi. Yolun yukarısından akan suyu gösteriyor, "Akşam buz tutuyor" diyerek. Birçok depremzede gibi Suriyeliler de kurdukları derme çatma çadırlarda ısınamıyorlardı.

KURTULUŞ BİR SEVİNÇ NİDASI GİBİ ÇINLIYOR KULAKLARIMDA

Israrla çay ikram ediyorlar. Buz gibi havada çay içimizi ısıtacak. ‘Suriye çayı’ diye övüyorlar ikram ettikleri çayı. Ancak çay şekerliydi. Şekeri demliğe attıklarını unutmuşum. Yüzümü buruşturduğumu görünce gülüyorlar. Yıllardır şekerli çay içmediğimi söylüyorum ve neşelerini kaçırmamak için çayı içiyorum.

Ateşin üstündeki isli tencerede haşlanan yumurtalar, akşam yemekleri olacak. Bolca ekmekleri de var. AFAD, Kızılay ya da gönüllüler yemek vermiyor muydu? Yemek valiliğin oradaymış. Hem uzak hem de sırada beklerken itilip kakılmak istemedikleri için kendi yemeklerini açık havada yapıyorlar. "Bu yumurtalar bu şekilde haşlanır mı?" diye soruyorum. "Haşlanır" diyorlar, ancak çocuklar bekleyebilirler mi, bilemiyorum. Israrla yemeğe davet ediyorlar ama bizim yumurtaların haşlanmasını bekleyecek vaktimiz yok maalesef.

Mahallenin adını soruyorum ayrılırken. "Kurtuluş" diyorlar.

Kurtuluş bir sevinç nidası gibi çınlıyor kulaklarımda. Ama hemen sonra bir soruyla baş başa bırakıyor beni: Suriyeliler, son yıllarda yaşadıkları felaketten, Türkiye'de karşılaştıkları ırkçılıktan ve sonunda bu derme çatma çadırdan ne zaman ve nasıl kurtulacak?