YAZARLAR

Süper Lig’in ihale sınavı

Süper Lig istiyor ki sosyal medya hesabına (gerçi o bile yok) saçma sapan bir fotoğraf koysun, biz de altına “Canım benim, çok tatlı çıkmışsın; her şeyin en iyisini hak ediyorsun” yazalım…

Üniversitede final arifesi. Masanın üstü sağdan soldan, icabında fotokopiciden parası verilerek alınmış notlarla dolu. Saat akşam 10.00, sınav sabah 11.00'de. Kafanın içi şampiyonluk maçındaki kale arkası tribünü gibi. Önce neye bakmalı? Uğradığın üç beş dersten hangi ipuçlarını çıkarmalı? Hangi konuları yok sayıp atlamalı?

Süper Lig yeni naklen yayın ihalesi sürecine girildiğinden beri futbolu yönetenlerin biçare çırpınışları hepimizin aşina olduğu o “son gece” travmasını hatırlatıyor.

Aslında travma yanlış sözcük. “Kendim ettim kendim buldum” daha uygun. O güne kadar derse gitmek için ilham gelmesini beklemek, zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmamak, işleri düzeltmek için kılını kıpırdatmamak gibi büyük günahlar işlenmiş. Ama insan kusurlarının hatırlatılmasından hoşlanmaz. Yöneticiler hiç hoşlanmaz.

SÜPER LİG’İN KONTRAT SEZONU

Sporda son yıllarda daha sık duyulmaya başlayan, “kontrat sezonu” diye bir tabir var. İsmi NBA’de, cismi her yerde yaygın. Anlamı: Sözleşmenin son sezonu. İzahı: Mukavelesi sezon sonunda bitecek olan oyuncu, mevcut veya olası yeni takımından olabildiğince yüksek bir kontrat kapabilmek için ekstra performans gösteriyor. Daha yüklü ve daha uzun süreli mukaveleyi kapınca yine son sezona kadar kendini sıkmıyor, yine son yıl coşuyor, böyle sürüp gidiyor. Tabii kulüpler bir iki seferden sonra bu etik-dışı tavrı fark ediyor. Yine de oyuncunun belli bir kalitesi varsa “ben düzeltirim” diyen bir talip çıkıyor ve aradığı sözleşmeyi veriyor. Zaten üç uzun kontratla kariyer bitiyor.

Kontrat sezonu sporcular için kullanılan bir kavram, ama organizasyonlara da uyarlanabilir. Süper Lig, kontrat sezonunda. Yayın ihalesi açıldı. Teklif geldi beğenilmedi, beklendi, yenisi geldi o da beğenilmedi, ama eninde sonunda anlaşmaya varılacak. En büyük gelir kaynağını belirleyecek bu sınav için beş yıldır bir şey yapmayan Türk futbolu, şimdiki gayretkeş tavrıyla “son geceyi” hatırlatıyor. TFF birden eşitlik ve adalet muhafızlığına soyundu. Başkan Nihat Özdemir dört büyüklerden bir sezonluğuna şampiyonluk priminden feragat etmelerini istedi. Kaçak yayınlara aniden savaş açıldı. Covid-19 kısıtlamaları her yerde kalkmasına rağmen çocuklar tribüne alınmıyordu, bu hafta bu kural kaldırıldı. Kulüpler Birliği’nin ve Federasyon’un üzerinde alışkın olmadığımız bir sevimlilik, bir tatlılık var. Zevahiri kurtarmak için ardı ardına plonjonlar geliyor.

KAPAT ÇİMLERİNİ KİMSE GÖRMESİN

Ama merak etmeyin, zihniyet yerli yerinde duruyor. Ülkeyi saran “kamusal alan fobisi” yüzünden yıllardır toplumdan tecrit edilen futbol, göstermelik müdahalelerle kurtulmayacak.

Birkaç basit soru: Televizyona seyirci çekmek için önce tribünleri doldurmak gerekmez mi? Dahiyane icat Passolig insanların güvenli bir şekilde maç seyretmesini ve şiddet eylemine karışanların tespitini mi sağlıyor, yoksa hafta sonu aktivitesi olarak maça gidecekleri saçma formaliteler yüzünden tribünden mi soğutuyor? Kulüpler bu kadar şikayetçiyken neden ihale yine BeIN’e verilmek üzere? Tribündeki “yönetim istifa” seslerini TV yayınında kısmanın mantığı ne? Kısacası insanların bu ligi izlemesini ve sevmesini mi, yoksa çimlerin üzerini örtmek mi istiyorsunuz? “Stadyuma gel ama Passolig’in yoksa almam; tribüne çık ama – üç gün öncesine kadar – çocuğunu getirme; takımı destekle ama yönetime kızma; dekoderi al ama yayın kalitesine bir şey deme” diyen kısıtlayıcı bakış devam ediyor.

Eh, bu kadar naz da aşık usandırıyor. Bunca ön-koşula bağlı sevgi ve mutluluk olmuyor. “Hiç çaba göstermeyeyim ama en iyisi benim olsun” şeklinde özetlenebilecek haklılık hastalığı futbolu da sardı. Süper Lig istiyor ki oyunu cazip hale getirmek için hiçbir çaba sarf etmesin, ama sosyal medya hesabına (gerçi o bile yok) saçma sapan bir fotoğraf koysun, biz de altına “Canım benim, çok tatlı çıkmışsın; her şeyin en iyisini hak ediyorsun” yazalım.

RASYONEL SERMAYE

Ama sermaye, özellikle de büyük sermaye bu kadar akıldışılığı kaldırmıyor. Para meselesiymiş gibi görünmeyen, siyasi, ideolojik motivasyonlu hamleler bile orta ve uzun vadede daha fazla kâr getireceği hesabına dayanıyor. BeIN Sports TFF’den daha az akıllı değil. Üstelik mevcut yayın sözleşmesi reel değer değil ihsan üzerinden kurulduğu için, ülke futbolu ile yayıncı arasında bir “köle-efendi diyalektiği” sürüp gidiyor. İcabında kur sabitleniyor, ödeme geciktiriliyor, hatırlıların güzel hatırı kırılmıyor. İşte son dakika gelişmesi: BeIN TFF’ye sağda solda çok konuşmamasını, kapalı zarfla yapılan ihalenin detaylarını ifşa etmemesini, istemiyorsa imzalamamasını, zaten başka bir sürü işi olduğunu, yani Süper Lig’e muhtaç olmadığını söyleyerek gözdağı verdi.

Gelen bilgilere göre tüm paketler için BeIN’in verdiği tekliflerin toplamı, üç yıl için sezon başına 1 milyar 295 milyon lira. Dolar kuruna vurunca, eski sözleşmenin ilk sezonu o günkü kurla 500 milyon dolara karşılık geliyordu, yenisinin ilk sezonu ise mevcut kurla 90 milyonun biraz üzerinde. Diğer teklifler ise BeIN’in yarısı civarında. Rakamlar kesin olmayabilir, ama bir fikir veriyor.

Öte yandan kulüpler fiilen batık ve kurtuluş yolunun paradan geçmediği defalarca kanıtlandı. Aynı zihniyet hüküm sürdükçe ne kadar para gelirse o kadarını batıracaklar. Hele üç büyüklerin ağır yaralı olduğu düşünülürse, ihaleden 10 milyar da gelse bu meblağ borç ödemeye değil yeni 30 üstü yıldızlara gidecek.

Halbuki yeni bir başlangıç mümkün. Net bir “birinci madde” ile yola çıkılabilir: Süper Lig’i – kalitesi için – takip eden insan sayısını maksimuma çıkarmak. Topun oyunda kalma süresinden stadyumdaki maç deneyimine, yayın kalitesinden erişilebilir abonelik seçeneklerine kadar, bundan sonraki her karar ve kural bu ilkeye uygunluğuna göre kabul veya reddedilir. Hakem tartışmaları, terörist ithamları, şiddet eylemleri yerine ayın futbolcusu, genç futbolcusu, yerel halkla etkinlikler gibi irili ufaklı projeler üzerinden yeni bir dil üretilir. Oyuncular her yere röportaj verir, lige çok dilli bir sosyal medya hesabı açılır, maçlardan aktüel görüntüler, goller dünyayla paylaşılır. Ortaya keyif veren bir ürün çıkarılıp – ki bunu sağlayacak takımlar ve oyunlar mevcut – herkes kolektif neşeye ortak edilir. Futbol kamusal alana geri döner.

Diğer unsurlar rasyonel hale getirilirse, yayın ihalenizin de rasyonel bir ederi olur ve kıta futbolundaki gerçek yerinizi bilip ona göre hareket edersiniz. BeIN işi bozulursa, ihaleye “maçların açık kanalda yayınlanması” şartı koyulup bir iki sezon için “sine-i millete” dönmek şu anki Türk futbolu için fena bir seçenek olmayabilir. Mevcut sıcak para ihtiyacının bunu imkansız gösterdiğinin farkındayım, ama şu anki teklifler kulüpleri kurtarmıyorsa, en azından doğru yola girilerek çözüme bir yerden başlanmış olur. Açık kanalın getirdiği taraftar desteği sayesinde lisanslı ürün, bilet satışı gibi başka gelirlerde ciddi artış sağlanır. Geliri çeşitlendirmeden bu kuyudan çıkılmayacak. Türkiye’deki dev genç nüfus oyuna daha fazla dâhil edilirse mali engeller beklendiğinden daha kolay aşılabilir. Zor belki, ama hem mümkün hem de doğrusu bu.

SİYASANIN GÖRÜNMEZ ELİ

Hepsi yapılır yapılmasına da” diyor futbol yöneticilerimiz, “saat de gecenin üçü olmuş.” Kafanın içindeki tribün dağılmış, ortalıkta tilkiler dolaşmaya başlamış. Konular yetişecek gibi değil. Bu sınav belli ki iyi geçmeyecek. Yok mu bir çare? Mesela sağlam bir kopya planı? Göklerden gelen bir karar?

İşin aslı, yine o mucizevi an, o Deus Ex Machina bekleniyor. Bir el uzanacak, ihaleye katılanları teklifi yükseltmeye ikna edecek, sonra kulüplere uğrayıp, “Tamam yahu, bir daha yapılandırırız borçları” diyerek onları kendine bağlayacak. İlişkiler hak-hukuk değil lütuf-ihsan üzerinden ilerledikçe, insanlar hak etmediğini bildiği için kaybetmeyi de göze alamadığı makamları işgal ettikçe, iyimser olmak zor. Türk futbolu bu sınavı da vermiş görünecek, bir dahaki sefere aynı sorunlar daha da birikmiş olacak ve aynı çarpık ilişkilerle her seferinde en baştan başlanacak. 19 yaşındaki bir üniversite öğrencisinin aklı, olmayacak yan yollara sapabilir. Gençliğine, toyluğuna verilir. Ama lütfen, bu yaştan sonra ayıp oluyor…


Suat Başar Çağlan Kimdir?

1984 yılında Bornova’da doğdu. Balıkesir Fen Lisesi’ni ve Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümünü bitirdi. 2010 yılında Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Bizans Sanatı programında yüksek lisansını tamamladı. 2007 yılından beri İngilizce ve Fransızca dillerinden serbest çevirmenlik yapıyor. George Bernard Shaw, Alain Robbe-Grillet, C. L. R. James, Saadat Hasan Manto gibi yazarların eserlerini Türkçe’ye çevirdi; edebiyat, sanat ve felsefe alanındaki yazı ve tercümeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Gazete Duvar’da başladığı futbol yazılarına farklı mecralarda devam ediyor. Karşıyaka’da yaşıyor.