Enis Yuğnak: Hokkabaz değiliz, jonglörüz

Herkes onlara 'hokkabaz' derken, onlar neden 'jonglör' diyor? Juggling, bir spor mudur yoksa başka bir şey mi? Bu işin 'bilimi' var mıdır? Jonglör Enis Yuğnak anlatıyor...

Google Haberlere Abone ol

Serpil Kurtay

DUVAR - Bir gün Kelebekler Vadisi’nde gördüğü jonglörden çok etkilenerek bir yıl boyunca çakıl taşlarıyla bu işi öğrenen Enis Yuğnak, 'juggling’in Türkiye’de yayılmasını sağlayan isimlerin başında geliyor. Peki, herkes onlara 'hokkabaz' derken, onlar kendilerine neden 'jonglör' diyor? Juggling, bir spor mudur yoksa başka bir şey mi? Bu işin bilimi var mıdır? 15 yıldır Türkiye’nin en istikrarlı festivallerinden biri olan J-fest nasıl ortaya çıktı? Bu soruları ve daha fazlasını Enis Yuğnak’a sorduk.

Jonglör kime denir? Juggling nedir? Ne yapar jonglörler?

Jonglör kelimesi Fransızca’dan geliyor. En özet anlamıyla, el çabukluğuyla hareketler yapan insana jonglör deniliyor. Yapılan işin adı da juggling’dir. Zaman içerisinde de bu kavram bazı değişimlere uğramış. Eskiden birden, üçten, beşten fazla objeyi havada tutabilenlere jonglör denilmiş. Şimdi artan sahne performansı ve gelişen teknolojiyle birlikte işin içine ışık da girdi, LED teknolojileriyle başka tür cihazlar da girdi, biraz da Fransızlar’ın etkisiyle bazı objeleri vücudun üzerinde gezdirmek de girdi, modern dans da girdi. Sirk de gördüğümüz, geleneksel jonklörlük olarak kaldı. 

.

Tarihte Mısır gibi bazı ülkelerde jonglörlük bir spor dalı olarak görülmüş. Şimdiki durum nedir; spor mu, sahne sanatları mı, gösteri sanatları mı? 

Benim bildiğim ve öğrendiğim kadarıyla, jonglörlük spor olarak geçmiyor. Sahne sanatı da değil, performans sanatı olarak geçiyor aslında. Ama dediğim gibi son zamanlarda biraz daha performans sanatına dayalı yapıldığı için buna döndü. Çok çok eskiden zaten hokkabazlar varmış. Daha çok sokakta performans yapıp para toplayan, yaşamayı bu şekilde seçmiş insanlarmış bunlar. Eğlence kültürü olarak nitelendirebiliriz. İlerleyen zamanda daha çok sahneye çıkmaya başladıkça işler değişmiş, performans sanatı olmuş. 

Jonglörlük, hokkabazlıktan nerede ayrılıyor? 

Diabo da denilen, hokka diye ayrı bir alet, oyuncak var. Onunla oynayan kişiye hokkabaz deniliyor ama o iş biraz karışık. Zamanında krallara soytarılık yapan kişilere de hokkabaz deniliyormuş. Aslında bir yerden sonra hepsi birleşiyor ama jonglörlük biraz daha geniş çerçeveli bir kavram. 

Türk Dil Kurumu’nda jonglörlüğün bir tanımı yok değil mi? 

Evet, yok. Hokkabazlığın tanımı var sadece. 

Peki, sen nasıl başladın bu işe? 

Bir dönem yazları Kelebekler Vadisi’nde kalıyordum, orada yabancı bir çocukta gördüm. Sene de 1995 ya da 1996. Televizyonda bir takım şeyler görüyorduk ama o dönem internet, Youtube vs. yoktu. Çocuğun üç top çevirdiğini görünce büyülendim, “Abi sen n’apıyorsun” diyerek yanına gittim. Biraz muhabbet ettikten sonra bana işin tekniğini öğretti. Ama tabii hep çalışman lazım... Gitti bu. Her yer çakıl taşı. Ben de başladım çakıl taşlarını çevirmeye. Çakıl taşlarıyla çalışa çalışa öğrendim. Arada çoraplara gazete kâğıdı filan sıkıştırarak bir şeyler yapmaya çalıştım. Bir yıl böyle devam etti. 

İlk profesyonel toplarını nasıl aldın? 

Bir arkadaşım yurt dışına gitti. O ilk toplarımı ve “Jonglörlüğün Ansiklopedisi” diye bir kitap getirdi. Aslında bütün her şeyi o kitaptan öğrendim. Bazı insanlar için, özellikle de gençler için bu dönemden bakıp tahayyül etmek biraz zor ama bağlantılarımız da çok azdı. Sonra bu bağlantılarım gelişti. Dünyada çok büyük festivaller yapılıyormuş, bunu öğrendim. 

.

Türkiye’de bu işi ilk yapan kişi olarak gösteriliyorsun...

Böyle söylüyorlar, bir yandan hoşuma da gidiyor, bir yandan da komik geliyor. Ama tabii ki bu işi benden önce de Türkiye’de yapanlar var. Mesela Babür Ailesi var ve jonglörlük yıllardır onların aile mesleği olmuş, çocuklarına öğretmişler. Biz festivali ilk yaptığımızda kendilerini davet ettik, gelmediler. Daha sonra onların şöyle bir söylemini duydum, “Biz kendi aile içimizde tuttuk. Bu çocuklar tüm Türkiye’ye bu işi yaydılar”. 

Daha çok üniversiteler üzerinden yayıldı, değil mi? Gerçekten sosyalleşme için de güzel bir araç. Jonglörlüğün Türkiye’de yayılma süreci nasıl oldu? 

Bir sene sonra tekrar Kelebekler Vadisi’ne gittiğimde başka bir jonglör çocukla tanıştım. O da bazı şeyler gösterince, bunun geliştirilebilecek bir şey olduğunu fark ettim. Ama Ankara’ya dönünce kendimi yapayalnız hissettim. Benim birilerine göstermem lazım ki onlar öğrensin, benim de görmem lazım ki öğreneyim. Hemen birilerine öğretmeye başladım. Öğrettikçe ufak bir grubumuz oluştu. Hemen üniversitede bir kulüp kurmaya karar verdik. 

Altay Özcan: Hem çalışıp hem geziyoruz, daha ne olsunAltay Özcan: Hem çalışıp hem geziyoruz, daha ne olsun

Hangi üniversiteydi? 

Bilkent Üniversitesi... Sağ olsun Bilkent Üniversitesi de böyle şeylere çok destek verir. Kulüp olarak ufak ufak çalışmalarımıza başladık. O sırada ben “Jonglörlüğün Ansiklopedisi” isimli kitabın yazarıyla bağlantıya geçtim. O yazar beni internet üzerinden birileriyle tanıştırdı. O tanıştırdığı kişiler de 20 yıldır Avrupa jonglör festivalini yapan kişilermiş. “Biz burada binlerce kişiyiz” diyerek beni de festivallerine çağırdılar. 2000 yılında Almanya’da gittiğim ilk festivalde 4 bin kişi vardı. Delirdim, inanılmaz bir şeydi. 4-5 yıldır juggling yapıyordum ve beş top çevirebiliyordum. Kendimi tek başıma o kadar geliştirmiştim. Onlar da bu durumdan büyülendiler. 20 yıl sonra oraya giden ilk juggling yapan Türk’üm. “Sen mağaradan mı çıktın? Nerede yaşıyorsun?” diye sordukları enteresan anlar oldu. Orada çok sayıda fotoğraf çektim. Dönünce de arkadaşlarıma slayt gösterileri yaptım. Tabii izleyen herkes çok büyülendi. 

Burada bir parantez açmak istiyorum. Üniversitede hangi bölümde okuyordun? 

Grafik tasarım okudum. 

Eğitimin üzerine bir iş yaptın mı? 

Kısa bir süre yaptım ama daha sonra yazılım yapmaya başladım. Üniversitedeyken yazılım yapmayı biraz öğrenmiştim. Daha dinamik geliyordu ve daha çok hoşuma gidiyordu. 11-12 yıl kadar reklam ajanslarında web tasarımı yaptım ve yazılımcı olarak çalıştım. Bir süre iple erişim işleri de yaptım ama onu da şimdi yapmıyorum.

Şu anda nasıl yaşıyorsun? 

Festivali yaptığımız bir kamp var, orada yaşıyor ve orada çalışıyorum. 2-3 yıldır idari işlere yardımcı oluyorum. Hayatımı öyle kazanıyorum. 

.

Sözü açılmışken o zaman sohbetimize festivalden devam edelim. Festival düzenleme fikri nasıl ortaya çıktı?

2000 yılından sonra da yurt dışındaki festivallere gidip gelmeye devam ettim. Her sene Avrupa’nın başka bir ülkesinde festival yapılıyordu. Türkiye’de ilk giden ben olduğum için, beni Türkiye temsilcisi seçtiler. Açıkçası onlarla çok aktif çalışamadım ama hep de bir bağlantım oldu. Onların da  “Siz yapın, biz geliriz” şeklindeki ısrarıyla Türkiye’de festival düzenlemeye karar verdik ve yer araştırıyorduk. İlk jonglörlük kitabını bana getiren arkadaşım Deniz, Sundance Camp’ta yaşıyordu; o “Burada yapabiliriz” diyerek beni Tekirova’ya çağırdı. Kampın sahibi Süleyman abi de bize çok destek oldu ve “Biz bu işi yaparız” dedik. 

Duygu Etikan: Kadınlar kendisini hip hop ile ifade edecekDuygu Etikan: Kadınlar kendisini hip hop ile ifade edecek

“Biz” dediğin kaç kişiydiniz?

Aslında “Bu işi kesinlikle beraber yapıyoruz” dediğimiz 5 kişiydik; Deniz, ben, İlke, Gökhan, Suzi. Jonglörlük yapmıyor da olsa, bizim destek veren 5-6 kişi daha vardı. Bu arada şunu atlamayayım; Deniz, İngiltere’de okumaya gitmişti ama bölümünü değiştirip sirk okuluna gitti. Orada birçok festivale katıldı ve epey bağlantı kurdu. O İngiltere’deki, ben de Avrupa’daki diğer festivallerin bilgisini topladım. Her şey birleşince biz elimizi taşın altına soktuk. 

Kaç yılından bahsediyoruz?

Bir yıl çalıştık, ilk festivali 2006 yılında yaptık. 

Peki, kaç kişi geldi?

Biz 50 kişi falan bekliyorduk, 150’yi geçti. Tabii yabancı insan çok geldi.

Her sene yapıyor musunuz? 

Evet, yapıyoruz. Bu sene 15.’sini yapacağız. 21-27 Eylül 2020 tarihleri arasında yine Sundance Camp’tayız  (www.facebook.com/events/1187801214728361/). 10. seneden itibaren festivali ben pek yapmıyorum ama her türlü desteği oluyorum tabii. Bizle beraber yıllarca yapan arkadaşlar yapıyorlar. 

Peki, gösterilere gidiyor musun? 

Artık gitmiyorum. 

.

İlk gösterilerini Ankara’da mı yapıyordun? 

İstanbul’da da yapıyordum ama evet, daha çok Ankara’da yapıyordum. Özellikle alışveriş merkezleriyle anlaşıyorduk ve resmi bayramlarda gösteri yapıyorduk. Arkadaşlarımız müzik yaparken, biz yanlarında gösteri yapıyorduk. Üç arkadaş performans sergiliyorduk. Ayrıca okul bittikten sonra iki yıl Hillside Otel’de çalıştım ve başka otellere de gösterilere gittim. Gerçi ben bireysel olarak sokaklarda da gösteri yapıyordum. Elinde malzemen varsa, gösteri yapıyorsun ve insanlar bunu izliyorlar. Güzel olan da bu...

Nedir güzel olan? 

Şimdi bu iş ya sahnede ya da sokakta yapılıyor ya, bence işin gerçeği sokak. Sokakta seninle karşılaşan insan bunu beklemiyor, hiçbir beklentisi yok ve her kültürden, her iş kolundan insanla karşılaşıyorsun. Buradaki anahtar kelime, “beklentisiz” olması. O yüzden senin ona verdiğin şey, onun gününe kesin bir şey katıyor. Güzellik katabilir, kötülük katabilir, fark etmez ama bir şey katıyor. Gerçek hayatta her ne yaşıyorsa, beş dakika onu bu hayattan çıkarıyorsun ve sen ona bir şeyler katıyorsun. Sonra şapka açıyorsun ve o da sana içinden bir şey kopuyorsa onu veriyor. Ardından tekrar onu yoluna, hayatına bırakıyorsun. Burada birebir ilişki var ama sahnede öyle değil. Parasını veriyorsun, koltuğuna oturuyorsun ve kaba tabirle “Oyna bakalım” diyorsun. Her şeyden önce bir beklentiyle geliyorum. O nedenle sokak bence daha zevkli. 

Türkiye’de sirk okulu yok değil mi? İnsanlar bu tür performansları nasıl öğrenebilirler?

Evet, yok. İstanbul’da arkadaşım Okan Kuzer’in “Çadır” isimli bir stüdyosu var. Çok güzel çalışmalar yapıyorlar. Tek olay top çevirmek değil, farklı sanat dallarıyla ilgili birçok kurs var. Ayrı ayrı hocalar var, ayrı ayrı dersler açıyorlar. Bu dersleri takip edebilirler, üniversite kulüpleriyle irtibata geçebilirler. 

Amerika'daki üniversitelerde jonglörlüğün matematiksel yönüyle uğraşan, konuyla ilgili makaleler yazan jonglör hocaların olduğu doğru mu?

Doğru, gerçekten işin matematiğine kafa yoran insanlar var. Attığın objelerin yüksekliğini, havada ne kadar kalacağını rakamlarla kâğıda dökme metodu var. Bu da çok matematiksel bir şey. Yine karşılıklı birbirine obje atıp tutarken, değişik patenler üretebiliyorsun, bunun matematiği kâğıt üzerinde ispatlanabiliyor ve hayata geçirebiliyorsun. 

İlk başladığında çakıl taşları ve çoraplarla çalıştığını söylemiştin. Evde top yapmak için en iyi malzeme nedir? 

Çorap yerine balon kullanmak daha iyi ama o da patlayabiliyor. 

İlker Kül: Bir çocuğa gofret hediye ettik, ‘O ne?’ diye sorduİlker Kül: Bir çocuğa gofret hediye ettik, ‘O ne?’ diye sordu

İçine ne koyuyorsun? 

Kuş yemi! En iyi ağırlık o. Pirinç, mercimek de koyabilirsin ama biraz ağır oluyor. Mesela kötü kalite toplarda plastik parçaları var. Bizim kullandığımız sahne toplarının içi boştur. “Bean bag” dediğimiz topların ise içinde kuş yemi var ve dışı deri gibi oluyor; düştüğünde zıplamıyor, akıp gitmiyor, düştüğü yerde kalıyor. Yeni seni çalışırken delirtmiyor (gülüyor).

Peki juggling’in kişiye birçok faydası olduğu söyleniyor. Bunlar nelerdir? 

Aslında öncelikle şunu belirteyim; çok konsantrasyon gerektiği gibi bir yanılgı var. Halbuki çok konsantrasyon gerektirmiyor, konsantrasyonunu geliştiriyor. Çok iyi el-göz koordinasyonu yapıyor. İşin felsefi boyutunda, çok iyi zihin-beden birliği yapabiliyor. Sürekli toplar düştüğü için eğilip kalkarak spor da yapmış oluyorsun. Bir yandan sosyalleştiriyor da... Gösteri ortaya koyuyorsun ve ne yaparsan yap seni izleyenler oluyor. Psikolojik boyutunda, özgüven de kazanıyorsun. Sonuçta günümüzde insanlar çoğu vaktini bilgisayar başında geçiriyor. Bütün gün çalışırken beş dakika bilgisayar başından kalkıp jonglörlük yapsan, her yerine iyi gelir. 

Sen günde kaç saat yapıyorsun? 

Üniversite zamanı günde 7-8 saat çalışıyordum. Şimdi o kadar yapmıyorum. Festivallerde arkadaşlarımla buluştuğum zaman daha çok yapıyorum. 

Mesela sesi güzel olan birinden şarkı söylenmesi istendiğinde ve kabul etmediğinde bu sanatçı kaprisi olarak nitelendirilir? Sende sanatçı kaprisi var mıdır?

(Gülüyoruz) Nerede olduğumuza, kimin nasıl istediğine bağlı olarak değişebilir. 

.

Dünyada şimdiye kadar gördüğün en enteresan juggling gösterisi hangisiydi?

Teknolojinin gelişmesiyle artık insanlar çok deli işler yapıyorlar ama 2000 yılıydı galiba, çok matrak bir adamla tanıştım. Yaşlı da bir adamdı. Elinde iki tava vardı ve slikonlardan yapılmış üç omleti çeviriyordu. O omletleri bazen kafasında, ayağında tutuyordu, çok hoşuma gitmişti. Böyle değişik bir objeyle yapmak, o zamanlar aklıma gelmezdi. 

Kendi gösterilerin içinde çok fazla çalıştığın ve başardığın performans olarak hangisini seçersin? 

Öyle çok var ama ben biraz geleneksel jonglörüm, eskide kaldım. Karşılıklı olarak juggling yapmayı, paslaşmayı ben çok seviyorum. Mesela iki kişi gösteri yapıyorduk ve seyircilerden birini sahneye çağırıyorduk. Seyircinin ağzına sigara koyuyorduk, arkadaşımla paslaşırken, attığımız labutlarla onun sigarasını vuruyorduk. Arada adamı vurduğum da olmuştu (gülüyor).

Hedefin, hayalin ne?

Jonglörlükle ilgili pek bir hedefim yok ama bitmesin istediğim bir festival var. Festivallerimizde çok mutlu oluyorum. Artık çok fazla insan Türkiye’de bu işi yapıyor. 

Bu işin eğitmeni olmak gibi bir hedefin var mı ya da okul açmak ister miydin?

Ben öğretmeyi çok seviyorum, bundan sıkılmıyorum, yorulmuyorum. Daha önce ilkokullara giderek küçük çocuklara bunu öğrettim. Her yer okul zaten. Öğrenmek isteyen buyursun gelsin, ben hemen öğretirim. Benim kurumsallaşmak gibi bir hedefim yok ama olur da bir gün birisi okulu açar “Abi gel” derse yaparız beraber. 

.

Nuri Kayserilioğlu: Korkularınızla ip üstünde yüzleşinNuri Kayserilioğlu: Korkularınızla ip üstünde yüzleşin

Özgürlüğün ve heyecanın zirvesi: Tur kayağıÖzgürlüğün ve heyecanın zirvesi: Tur kayağı

Kuzeyden güneye, doğudan batıya Türkiye’nin kış festivalleriKuzeyden güneye, doğudan batıya Türkiye’nin kış festivalleri

Türkiye’nin ilk buz tırmanış duvarında ilk şampiyonaTürkiye’nin ilk buz tırmanış duvarında ilk şampiyona

Erkin Yeşil 'deneyerek' yaşıyor: Yolları ve motosikletleriErkin Yeşil 'deneyerek' yaşıyor: Yolları ve motosikletleri

Bir Diyarbakır mucizesiBir Diyarbakır mucizesi