'Messi, bir Ronaldo değil'

Dünya Kupası'nın 3. gününde ilk kez teknolojinin kullanıldığınaa şahitlik ettik. Yararlı olduğu görüşü şimdilik hâkim. 5 penaltı atılan 4 maçta 2'sini kaçıranlar Güney Amerikalılar'dı. Günün kazananları ise Avrupalılar. Maç sonrasında sık sık yanlarına gidip konuştuğum Arjantinliler'den bir tanesinin yorumu ise çok çarpıcıydı.

Google Haberlere Abone ol

Kupanın üçüncü gününde dört maç birden vardı. Fransa – Avustralya mücadelesinin Avrupa saatiyle 13:00'e denk gelmesinin tek mantıklı açıklaması, Avustralya yerel saatine uygun bir şekilde buna karar verilmiş olmasıydı. Sonuçta futbol ağırlıklı olarak yayın haklarının gelirleriyle dönüyor. Günün erken saatlerine gelen bu karşılaşmayı nerede izlemem gerektiğini 2 gün boyunca düşündüm. Dışarı mı çıksam, evde mi kalsam derken ilk mücadeleyi evde izlemeye karar verdim.

İYİ Kİ VAR DEDİRTTİ

Avustralya her daim sempatik bulduğum bir takımdı. Fransa'ya o kadar fazla sempatiyle bakamadım hiç. Fakat bu sene Avustralya'ya olan sempatim biraz zedelenmişti turnuva öncesinden. Takımın burada olmasını sağlayan hoca Agne Postecoglou teknik direktör koltuğunda yoktu. Elemelerde Suudi Arabistan'ın çalıştırıcısı olan Hollandalı Teknik Direktör Bert van Marwijk yedek kulübesindeydi. Sadece turnuva için takımın başına getirilmişti. Fransa karşısında kötü bir oyun sergilediklerini söylersek ayıp ederiz ancak ilk kez bu turnuvada uygulanan teknolojik gelişmeler mi yoksa Fransa'nın yetenekli ayaklarına mı yenildiler demek lazım maç sonucu için benim gibi bir çok kişi de kararsız. Oyun artık bu kadar kameranın içine gömüldüğü için de milyonların ve dünya kupası için konuşuyorsak milyarların gördüğünü hakemlerin göremiyor olması artık değişmeliydi ve hem Video Asistan Hakem ile gol teknolojisi uygulanacaktı bu turnuvada. İkisinin birlikte ilk kez uygulandığı bu maçta 2 golünü de bu sayede bulabildi Fransa. Teknolojik gelişmeler olmasa atamazdı demek biraz ayıp kaçar. Hem Griezmann'ın içinde kaldığı pozisyon penaltı, hem de Pogba'nın vuruşu (çizgiyi geçmişti) goldü. Pozisyonu görünce Frank Lampard'ın 2010 Dünya Kupası'nda Almanya'ya karşı çizgiyi geçip de verilmeyen gol aklına gelenler parmak kaldırsın?

Günün ilk maçına bakarsak teknolojinin 'VAR'lığı Dünya Kupası'nda girdiği sınavı geçmişti. Arjantin – İzlanda maçını izlemek için Kızıl Meydan ve civarlarında olmaya karar vermiştim. Moskova büyük yine bir 10-15 dakikalık maksimum gecikmeyi hesaba katmıştım da metroya ulaşmak için kullandığım 6 şeritli yolun üstündeki trafik kazasını tahmin edememiştim. Gecikmemek için taksiye transit geçiş yaptım ve aslında 10 dakika öncesinde gitmek istediğim bölümündeydim şehrin. Kızıl Meydan'a doğru ilerlerken, şehirdeki neredeyse tüm Arjantinlilerin Moskova'da oynanan maçta olmalarının da etkisiyle ana sokaklarda boşluklar vardı. Yine de büyük restoranlarda maçlar açılmış, ilk içkiler sipariş ediliyordu. Günü birlikte geçirdiğim arkadaşım Nastya ise buluşma yerimize gelirken çektiği fotoğrafı ve şahit olduğu anı anlatınca içmeye saat daha 13.00'te başlayan ve ikinci şişe vodkalarına başlayanların varlığından da haberdar oldum. Kızıl Meydan'ın civarında maç izlenebilecek çok fazla yer yoktu. Maçlar ilgisi olmayan Dünya Kupası turistleri meydana akın etmişti. Bazı dar sokaklardan geçmek bu yüzden oldukça zordu. Maç başlamıştı biz Kızıl Meydan'da kalabalığa karıştığımızda, bu nedenle ne Agüero'nun golünü, ne de Finbogasson'un golünü canlı canlı görememiştim. Üzerimdeki Arjantin formama biraz ayıp olmuştu ancak zaman zaman soranlarınıza da cevap niteliğinde olacak şekilde hatırlatayım: Dünya Kupası'nı yerinde takip etmek sabah akşama tüm maçları izlemek anlamına gelmiyor. Eğer öyle olursa o esnada başka bir yerde, şehrin ana ve ara arterlerinde kimin ne yaptığını görüp de kupanın şehirdeki havasını koklamak pek mümkün olmuyor.

HREİNASSON HEM YAZDI, HEM OYNADI

Devre biterken çok güzel bir rock bar bulmuştuk. Devreyi oturacak yer bekleyerek ayakta tamamladık. Devre arasında 28 yaşındaki Arjantinli Ivan'la konuştum. Takımın performansından hiç memnun değildi. Takım berbat bir ilk yarı geçirmişti ona göre. Sampaoli'yi de pek beğenmiyordu. Sistemi takıma daha tam oturmamıştı onun düşüncesinde göre. Özellikle Biglia'nın değişmesi gerektiğinin altını çizmişti. Görmek istediği oyuncu Lo Celso'ydu... İçeri girdim, maça devam etmeye. O sırada Kolombiyalı Oscar masalarındaki diğer 2 sandalyeye davet etti bizi. Oturduk maçı güzel bir yerde izlemeye başladık en sonunda. Arjantin, bir türlü İzlanda kilidini açamıyordu. Ceza sahası etrafında paslarla bir sağdan bir soldan içeri girmeye çalışıyordu set hücumuyla Tangocular ama bir türlü başaramıyorlardı. Sonunda bir penaltı oldu ve Messi topun başına geçti. Arjantin aradığını buldu diye düşünürken kendinden beklenmeyeni yaptı yıldız oyuncu ve penaltıyı atamadı ve mekanda alkışlar yükseldi. Etrafıma dönüp bir daha baktığımda içeride bir sürü Brezilyalı'nın varlığını bir kez daha hatırladım. Film yönetmeni de olan İzlandalı kaleci Hannes Thor Halldórsson başrolünde kendisinin olduğu daha iyi bir senaryo yazamazdı herhalde. Filmin sonunun da onun bu kahramanlığıyla bitmiş olması cabası. İzlanda ilk Dünya Kupası'ndaki ilk maçında bir puanla dönüyordu. Maç sonunda konuştuğum Gianni, “İzlanda'ysan ve Dünya Kupası'ndaysan böyle oynamazsın. Sürekli defanstaydılar ve atağa çıkmadılar. Sonraki maçlarda Hırvatistan daha fazla önde oynayacağı için daha fazla pozisyon bulma şansımız olabilir.” Sampaoli hakkında fikirlerini de sorduğumda, “Arjantin'dekiler Şili'deki zamanlarını çok beğenmez. Çünkü Şili'de Bielsa'dan sonra takımın başına geçti. Ve o mirası devam ettirdi.” dedi. Gruptan çıkacaklarına dair güveni ise tam.

'DÜNYA KUPASI'NI KAZANMIŞ GİBİYİZ'

Peru - Danimarka maçı sırasında biraz şehri gezmek istedik. Arjantinliler de maçtan çıkıp merkeze geleceklerdi. Stadyumda olanların da fikirlerini almak önemliydi. Yavaş yavaş geliyorlardı Kızıl Meydan'a maçtan çıkan Arjantinliler ve İzlandalılar. Maçın berabere bitmesinden dolayı bir hayli hoşnuttular. Bir televizyon kanalına verdiği röportajına kulak kabarttığım İzlandalı ekip “Dünya Kupası'nı kazanmış kadar sevinçliyiz şu anda” diyordu. Artık varın gerisini siz düşünün bu puana verdikleri önemin değerini. Meydan'da görüp konuşmak istediğim Arjantinliler pek keyifli değildi. Konuşmak istemiyorlardı. Bir tanesini ancak ikna edebildim. Messi'nin Ronaldo kadar iyi bir futbolcu olmadığını söylerken şunun altını çizgiyordu Jorge: “Çok iyi futbolcu tabii ki ama Ronaldo çok daha fazla kendini veriyor maçlara. O yüzden Messi bence bir Ronaldo değil. 10 senedir bizimle ama takıma henüz bir şey veremedi...”

Ara ara baktığım Peru-Danimarka maçında, Bundesliga'da çok canlar yakan ve turnuvada da parlamasını beklediğim Youssef Poulsen'in gol attığını cep telefonumdan öğrendiğimde sevindim. Sonradan özete baktığımda gördüm ki Cueva'nın gözyaşlarıyla sahaya veda etmesine neden olan kaçırdığı penaltı pozisyonunda da Poulsen başroldeymiş. Golü atmış olması bu yüzden biraz daha önem arz ediyor olmalı sanırım onun için.

ARJANTİN İÇİN 1 DAKİKALIK SAYGI DURUŞU

Günün benim için olayı, telefonda kuzenimle konuşurken beni 5 metre öteden üzerimdeki Arjantin formam nedeniyle gözüne kestiren Brezilyalılarla karşılaştığımda hepsinin koro halinde, “Arjantin için 1 dakikalık saygı duruşu” sözlerini içeren tezahüratı söylemeleriydi. Ne kadar “Arkadaşlar ben Türkiye'den geldim Arjantin'li değilim sorun yok... Kızdıramazsınız” desem de neşeleri yerindeydi Brezilyalıların. Bakalım onlar bu gece neler yapacaklar İsviçre'ye?

Günün son maçında ise Moskova'nın işlek turistik caddelerinden diğeri Arbat'taydım. Her yer kalabalıktı ve maç izleyecek yer bulmakta bir hayli zorlandık. Sonunda girdiğimiz kafede izlediğim Hırvatistan maçı beklendiği şekilde sonuçlandı. Maç sonu aklıma takılan konu şuydu: Bu Nijerya'dan ne zaman cacık olacak çok merak ediyorum. Üstelik bir de formaları da yeşil...