Siyasal iklimden beslenen suç: Nefret söylemi

Nefret söylemi ve nefret suçlarının Türk ceza hukukunda yer alması için TBB ve barolar bugünden yasa tasarısı hazırlamalı, siyasi partilerle görüşerek bu düzenlemelerin hayata geçirilmesi sağlanmalı.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Kaya*

Diyarbakır Barosu bu hafta sosyal medya hesaplarında Erzurum'un Karayazı ilçesi girişindeki tabelada "Hoş Geldiniz" ifadesinin yanında yer alan "Hûn Bîxer Hatin" şeklindeki Kürtçe ifadeye sosyal medya hesabı üzerinden hakarette bulunan öğretmenler hakkında TCK md. 216 uyarınca dava açıldığını duyurdu. Paylaşımdan da anlaşılacağı üzere eylem ‘‘Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu’’ olarak değerlendirilmiş ve davaya konu edilmişti. Gerçekte nefret söylemi olan bu eylem neden farklı mütalaa edilmişti? Türkiye’de bugüne kadar Kürtler tarafından hiçbir yurttaş; nefret söylemli, bireysel veya toplu bir saldırı veya tacize maruz kalmadığı halde Kürt dili, kültürü ve Kürtler neden sürekli bu ikiz suçlarla karşıya kalmaktadır?  Davanın iddianamesinden bu durum anlaşılmasa da gerçekte Kürtler’e karşı işlenen bu ikiz suçlar, Türk siyaset ve hukuk kurumundan bağımsız

Türkiye’de 1980 sonrası yaşanan silahlı çatışmaya bağlı olarak iç göç yoğunlaştı. Akdeniz, Ege, Karadeniz, Marmara ve İç Anadolu bölgelerine yerleşen Kürtler, iktidarların Kürt karşıtı söylem ve politikalarının sonucu potansiyel suç odakları olarak görüldü, muameleye tabii tutuldu. 1990’lı yıllardan bu yana süregelen güvenlik odaklı ve ayrımcı politikalardan beslenen ırkçı ve faşist saldırılar sonucu çok sayıda Kürt yaralandı ve öldürüldü. Kürtler’in ne yaşadığının anlaşılması bakımında tabloyu somutlaştırmakta fayda var. Aysel Tuğluk’un annesinin naaşının mezardan çıkarılması, Deniz Poyraz’ın, Konya’da bir Kürt ailesinin, Kürt öğrenci ve işçilerin öldürülmesinden tutalım da Erzurum’da Kürt diline yönelik nefret söylemi, ilköğrenim çağındaki Kürt çocuklarına yönelik aşağılayıcı sosyal medya paylaşımları ve Pervin Buldan’ın babasının ölümü nedeniyle Akit Gazetesi’nin nefret içeren paylaşımına kadar Kürtler’e, Kürt dil ve kültürüne dönük yazılı ve fiili saldırılar sözü edilen nefret söylemi ve nefret suçlarına verilecek yakın tarihli örneklerdir.

Hal böyleyken Türkiye’de yargı bu eylemleri nasıl ele almaktadır? Konya, Deniz Poyraz ve Erzurum hadiselerinde de görüldüğü gibi yargı gerek soruşturmalarda gerekse kovuşturmalarda bu olayları, Kürt hukukçuların tüm itirazlarına rağmen basit adli vaka olarak ele almaktadır.

Bu durumun iki nedeni var. Birinci neden; siyaset kurumu ki, TBMM’de Kürtçe’ye bilinmeyen dil denilmesinden de açıkça anlaşılmaktadır. Siyaset kurumunun bu yaklaşımı olduğu gibi gerek mahalli yargıda gerekse yüksek yargıda karşılık bulmaktadır. Anayasa Mahkemesi 14 Nisan 2022 tarih ve 2018/561 başvuru no’lu  Abdulcabbar Tekin ve diğerleri bireysel başvuru dosyasında ‘‘Dünya Anadil Günü’’nde Kürt çocuklarına Kürtçe’nin önemini anlatan öğretmenlere verilen disiplin cezası nedeniyle yaptığı incelemede hem hak ihlali vermedi hem de Kürtçe kelimesini kullanmamak için ayrıca özen gösterdi.

İkinci neden ise yasal düzenlemelerdir.

CEZA YASALARINDA DÜZENLENMEYEN SUÇLAR: NEFRET SÖYLEMİ VE NEFRET SUÇU

Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) yayınladığı raporlarda son yıllarda Türkiye’de nefret söyleminin arttığına dikkat çekmekte; devletin üst düzey temsilcileri dahil olmak üzere yetkililerce nefret söyleminin giderek daha çok kullanılması nedeniyle büyük bir endişe duyduklarını bildirmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12 No.lu Protokolünü hala imzalamamış Türkiye’de etnik köken, renk, dil, vatandaşlık, cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğine dair nedenlerle işlenen suçlara karşı etkin mücadeleyi karşılayacak yasal düzenlemede bulunmamaktadır.

Her ne kadar 2014 yılında 6529 sayılı Kanun’la TCK’nın 122. maddesinin “Ayırımcılık” olan madde başlığı “Nefret ve ayırımcılık” olarak değiştirilmiş, “nefret nedeniyle” ifadesi madde metnine dâhil edilmişse de yapılan bu değişiklik teknik anlamda bir nefret suçu düzenlemesi değildir.  Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin de Yargıtay 18. CD, 2015/26353 esas, 2016/6373 karar sayılı ilamında haklı olarak belirttiği gibi “TCK’nın 122. maddesinde nefret suçunun adı var, kendisi de cezası da yok.”

TCK’ya göre “nefret suçları” değil maddede sayılan “ayrımcılık” cezalandırılmaktadır. Maddeye göre dil, ırk, milliyet, renk, cinsiyet, engellilik, siyasi düşünce, felsefi inanç, din veya mezhep farklılığından kaynaklanan nefret nedeniyle taşınmaz malın devri, kiraya verilmesi, belli bir hizmetten yararlanmanın, işe alınmanın veya ekonomik etkinlikte bulunmanın engellenmesi suç olarak düzenlenmiştir. Madde metninden de anlaşılacağı üzere nefreti söylemi suç olarak düzenlenmemiştir. Nefret suçu ise ifade olarak yer almışsa da gerçekte yukarıda sözü ettiğimiz suçları kapsar nitelikte düzenlenmemiştir. Kanun koyucu “nefret” ifadesine yer vererek nefret suçlarının TCK’ya girdiği izlenimi yaratarak hile-i şeriyye yapmıştır. Bu nedenle TCK 122. maddesine bakarak nefret suçlarının Türk Ceza Hukuku’nda düzenlendiği gibi bir sonuca varılması mümkün değildir. Kaldı ki Yargıtay’ın da benzer görüşte olduğu görülmektedir.

Türkiye’de nefret suçlarının yasalarda yer almamasının ve nefret suçlarıyla etkin bir mücadele yapılmamasının ne tür sorun ve travmalara yol açtığının görülmesi bakımından Hrant Dink cinayeti, Sivas, Maraş, Çorum, Malatya katliamları, Rahip Santoro cinayeti, Seferihisar ve Kemalpaşa, Konya olayı, Deniz Poyraz cinayeti, Kürt işçi ve öğrencilerine dönük saldırılara bakmak yeterli olacaktır. Bu olaylara, göçmenlere, LGBTİ ve kadınlara dönük nefret saikli eylemleri de eklersek Türkiye’da neredeyse her gün bir veya birden fazla nefret suçu işlenmektedir.  Türkiye’nin dünyada en çok nefret suçu işlenen ülkeler arasında 9. Sırada; Avrupa’da da birinci sırada yer almasının nedeni bu yasal boşluk ve Türk siyasetinin dilidir.

İKİZ SUÇLAR İÇİN YASAL DÜZENLEME YAPILMALI

Çoğulcu demokrasilere karşı ciddi bir tehlike arz eden, nefret söyleminin de dâhil olduğu nefret suçları, tüm dünyada artış gösteren ve devletlerin etkili önlemler alma konusunda pozitif yükümlülüğünün bulunduğu bir alandır. Nefret söyleminin şiddete yöneltme tehlikesinin ciddiyeti de göz önüne alındığında devletin, ceza yargılaması yoluyla etkili biçimde bu tür suçlarla savaşmasının, demokrasi ve hukuk devletinin işleyişi yönünden diğer suçlarla mücadele kadar önemsenmesi gerektiği açıktır. Bu amaçla Türkiye tarafından 2001 yılında imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 12 No’lu Protokolünün onay kanununun ivedilikle çıkartılması, Türk Ceza Hukuku’nda nefret söylemi suçu ve nefret suçunun bir an önce düzenlenmesi gerekmektedir.

Henüz uluslararası hukukta ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında üzerinde uzlaşılmış bir ‘‘nefret söylemi suçu’’ yoksa da AİHM’in konuyla ilgili birçok kararı bu konuda yol gösterici olabilir. AİHM “dinsel hoşgörüsüzlük dâhil olmak üzere, hoşgörüsüzlüğe dayalı nefreti yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimine” atıfta bulunmaktadır.

Nitekim Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 14/7/2015 tarih ve : 2014/12225 sayılı bireysel başvuruda ‘‘ırk ve etnik köken, cinsel kimlik ve yönelim, engellilik, siyasal aidiyet veya yaş kategorileri ile mülteci, göçmen, yabancı veya başka dezavantajlı gruplara yönelik düşmanlığı kışkırtan ifadeler’’in nefret söyleminin türleri olarak kabul edilmesi gerektiğinin altını çizmiştir.

Gerek AİHM gerekse Anayasa Mahkemesi kararları gözetilerek nefret söyleminin öncelikli olarak yasada suç olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Her ne kadar nefret söylemi ve nefret suçları, birbirinden ayrı şeyler olsa da sonuçta birbirlerini beslemekte ve özellikle de nefret söylemi, nefret suçuna giden yolda ilk önemli adım olduğu için öncelikle düzenlemesi gereken konular arasında görülmelidir.

Nefret söyleminden beslenen nefret suçları ise “önyargının şiddet manifestosu” olarak görülmektedir. Nefret suçunda, mağdurun, bireysel özellikleri nedeniyle değil ait olduğu belirli bir grubun nitelikleri nedeniyle şiddete maruz kalması söz konusudur. Başka bir ifadeyle nefret suçlarını şiddet suçlarından ayıran husus “nefret veya önyargı saiki”dir. Türkiye’de Kürtlere yönelik şiddet içeren eylemlerin nedeni “nefret ve önyargı”dır. Batı illerinde parkta, sokakta, aracında, evinde Kürtçe müzik dinleyen, konuşan Kürt gençlerinin fiili saldırıya uğramaları veya taciz edilmelerinin nedeni sözü edilen nefret ve önyargıdır. Bu yazının yazıldığı saatlerde Sakarya’da bir Kürt işçinin saldırıya uğramasının başkaca izahı yoktur.

Nefret söylemi gibi nefret suçlarının da Türk Ceza Hukuku’nda düzenlenmesi toplumsal yaşam ve iç barış açısından elzemdir. Nefret suçlarından kaynaklı ceza yasalarının diğer maddelerinin de ihlal edilmesi halinde nefret saiki ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmelidir. Örneğin nefret saikiyle gerçekleşen bir olayda kişinin yaralanması ve yaşamını yitirmesi halinde nefret saiki ağırlaştırıcı neden olarak düzenlemeli ve daha ağır bir cezaya hükmedilmelidir.

SİYASETİN DİLİ DEĞİŞMELİ

Peki nefret söylemi ve nefret suçlarını yasalarda düzenlemek yeterli olacak mı ? Ne yazık ki yeterli değildir. Çünkü Türkiye’de giderek hâkim olan dil ve ırkçı mantık bir habitus’a dönüşmüştür. Örneğin sosyal medyaya son düşen ve bir parti genel başkanının bir mülteciye ‘‘Sen Suriyeli misin? Ha Türkmen’sin. Sen bizdensin kalabilirsin’’ sözleri nefret habitusunun nasıl geliştiğinin görülmesi bakımından açıklayıcı bir olaydır. İnsan bulunduğu çevreyle paralel davranış gösterir, karar ve faaliyetlerinde de çevresinden etkilenir. Siyasetçilerin nefret söylemi devam ettiği sürece, nefret suçlarının önüne geçmek mümkün olmayacaktır. İtalyan hukukçuların belirttiği gibi ‘‘suçu toplum hazırlar birey işler.’’

Önümüzdeki yasama döneminde nefret söylemi ve nefret suçlarının Türk ceza hukukunda yer alması için TBB ve barolar bugünden yarına bırakmaksızın yasa tasarısı hazırlığı yapmalı ve yasama faaliyetinin başlamasıyla birlikte tüm siyasi partilerle görüşerek bu düzenlemelerin hayata geçirilmesi sağlanmalı. Yine nefret söylem ve suçlarına karşı mücadele eden siyasi parti ve sivil toplum örgütleri de siyasetin nefret dilinden arındırılması için daha etkin ve sonuç alıcı çalışmalar yapmalıdır. Aksi toplumsal barışın her geçen gün daha da onarıl(a)maz şekilde bozulmasıdır.

*Avukat- Diyarbakır Barosu