YAZARLAR

Sivil toplumsuz toplumun felaketi

Bir haftadır ülkenin her yerinden yükselen “devlet nerede” sorusuna ne yazık ki bir de “sivil toplum nerede” sorusunu eklemek gerekiyor.

6 Şubat depremi, devletin her alanda olduğu gibi devlet/insan eliyle yaratılan afetlere müdahale ve insani yardım alanında da yegâne tekel olma hevesinin nelere yol açtığını bir kez daha ve çok acı bir şekilde gösterdi. Merkezi yönetimden yerel yönetime, sivil toplumdan insani yardıma her alana hükmetmeye çalışan devletin bunların hiçbirine yetişemediği gibi toplumun örgütlenip bu ihtiyacı gidermesine de müsaade etmediği zaten biliniyordu. Ancak herhangi bir yük ve sorumluluk paylaşımına insanlar enkaz altında kurtarılmayı beklerken veya dışarıda dondurucu soğukta yardıma muhtaç haldeyken bile rıza göstermediği, mental açıdan da buna kendini hazırlamadığı son felaketle ayrıca görülmüş oldu.

Türkiye'deki sivil toplum krizi depremler veya diğer "doğal afet" dönemleriyle görünür olmuş değil tabii. Çok uzun süredir devleti ve toplumu idare etmenin yollarından biri olarak görülen sivil toplumsuz toplum tahayyülü ülkenin kodlarına işlendiği için bu kriz ve ihtiyaç farklı vesilelerle belirip kayboluyor.

Bu krizi yaratan halin farklı siyasi ve toplumsal arka planları olmakla birlikte esas nedenlerinin başında Kürt sorunu geliyor. Zira Kürt meselesi hem bu tekçi/tekelci hevesin kaynağı hem de güçlü bir dayanağı. Kendisi dışında herhangi bir idare ve yönetim modelinin ortaya çıkmaması için merkezi idare sistemini olabildiğince hâkim ve güçlü kılmaya çalışan devlet, toplumsal alanda da kendisi dışında söz sahibi olacak aktörlerin oluşmasını, oluşsa da gelişmesini istemiyor. Bu nedenle de sivil toplumcu faaliyetlerin başladığı günden bu yana bu yapıları ya ortadan kaldırmaya ya da zayıflatmaya çalışıyor. 12 Eylül darbesinden sonra 23 bin 700 derneğin kapatılmasının sebebi buydu. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra da hükümetin ilk yöneldiği kurumlar derneklerdi, bu dönemde de ilgili-ilgisiz 1748 STK kapatıldı.

'GÜÇLÜ DEVLET ZAYIF TOPLUM'

Devletin her tarafına sinmiş olan bu alerji, bugün itibariyle çok cılız bir sivil toplum yapılanmasıyla neticelenmiş durumda. Mevcut bir takım STK'lar da devletin tekelinde gördükleri konulara temas etmeden, seslerini yükseltmemeye özen göstererek ve usluca faaliyetlerini yürütmeye çalışıyor. Sesini yükseltmeyi göze alan az sayıdaki kurumdan biri olan İnsan Hakları Derneği'nin kurulduğu günden bu yana nasıl bir kuşatmayla karşı karşıya olduğu ise herkesin malumu.

Onbinlerce insanın hayatını kaybettiği, yaralandığı, milyonlarca insanın da evsiz kaldığı 6 Şubat depremi, devletin kendini hazırlamadığı anlaşılan afet yönetimi konusunda da güçlü bir sivil toplum örgütlenmesinin oluşamadığını açık etti. Tüm toplumu, merkezi/bürokratik yapısı nedeniyle hantal olduğu görülen AFAD gibi kurumlara muhtaç bırakmanın acı sonuçları bir bir belirdi. Her biri bir milyondan fazla nüfus barındıran Hatay, Maraş, Antep ve Diyarbakır gibi kentlerde depremlerde arama-kurtarma faaliyeti yürütebilecek bir derneğin dahi kurulamamış olması, eğer var idiyse bile bunların güçlenmemiş, güçlendirilmemiş olması hep bu tekelci yaklaşımın sonuçları. Oysa depremin vurduğu bu kentlerin her birinde arama-kurtarma faaliyeti yürütebilecek derneklerin varlığı müdahaleyi hızlandırabilir ve çok sayıda insanın hayatta kalmasını sağlayabilirdi.

Yalnızca arama kurtarmada değil, gıda, giysi, çadır, hijyen ürünleri gibi insani yardım malzemelerinin temini ve ulaştırılması konusunda da devletin tek başına bu tür afetlerle baş edemediği bir kez daha anlaşıldı. Bu yönde görünür olabilen az sayıdaki kurumdan olan AHBAP derneği etrafındaki tartışmalar, bu kuruma hükümet yanlısı kesimlerce gösterilen tepkiler de devletin bu alanı dahi tekelinde tutma arzusunu gösterdi. Devlet bu konuda da kendisi dışında bir aktöre güvenilemeyeceğinin mesajlarını veriyor ancak neden sadece kendisine güvenilmesi gerektiği hususunda en ufak bir makul gerekçe üretemiyor.

DEPREMİN SİVİL TOPLUM BİLANÇOSU

Sivil toplumun güçlenmemiş olması devletin hikmetinden sual olunmasını da her şekilde engelliyor. Devleti denetleyecek, eleştirecek bir toplumsal mekanizmanın yokluğu veya zayıflığı medya başta olmak üzere diğer kurumların derdest edilmesini de kolaylaştırıyor, bu yapıları günümüzdeki gibi karikatür bir hale sokabiliyor. Öte yandan devletin güçlü, toplumun zayıf tutulmasına dönük irade ve bu iradenin yansıması olan idare çabasının da Türkiye örneğinde gerçekleşemediği ilk yüzyılındaki sayısız farklı vakayla netleşmiş durumda. Toplum zayıflayabileceği kadar zayıflamış olabilir ancak devlet aynı oranda “güçlenmiş” değil. Ceberut olmak ile “güçlü” olmanın aynı şeyler olmadığını yine son 24 yıldaki depremler öğretti.

Türkiye elbette tamamen sivil toplumdan yoksun bir ülke değil. Ancak mevcut sivil toplumun önemli bir oranının da devletin bir yansıması olarak geliştiği veya zaten devlet destekli bir faaliyet yürüttüğü biliniyor. Son deprem felaketinde de görüldü ki devleti denetleyecek, onu sorgulayacak, eksiklerini gösterecek bir sivil toplum ortada yok. Siyasi partiler dışında devletleşmiş siyasi iktidarla bir yüzleşmeyi göze alacak özne de gelişmiş değil. İnsani yardım alanında çok sayıda dernek olmasına rağmen son bir hafta içinde ortaya çıkan yapı denetimsizliği gerçeğinden arama-kurtarma ve koordinasyon eksiklerine herhangi bir başlıkta sesini çıkarma cesareti gösteren bir STK’nın görülmemiş olması bunun göstergesi. Bu nedenle bir haftadır ülkenin her yerinden yükselen “devlet nerede” sorusuna ne yazık ki bir de “sivil toplum nerede” sorusunu eklemek gerekiyor.

Türkiye’de yüzyıldır yaşadığımız demokrasi felaketlerine her 10 yılda bir deprem, yangın, sel gibi felaketler ekleniyor. Ne demokrasinin tahkimi ne bu felaketlerin yarattığı tahribatı azaltmayı da beraberinde getirecek bürokrasinin denetimi güçlü, özerk bir sivil toplum mekanizması örülmeden mümkün olacak. Devletin hesap vermeyen, hikmetinden sual olunmaz yapısı ve kendisi dışında bir aktöre yaşam hakkı tanımayan tekelciliğini çok ağır bedellerle ve tekrarla deneyimlememek için sivil toplumun güçlenmesi, mevcut sivil toplumun da oturup ciddi bir muhasebeye girişmesi şart.


Hamza Aktan Kimdir?

Avukat. 2001-2016 yılları arasında Bianet, Birgün, Nokta ve İmc Tv gibi yayınlarda muhabirlik, editörlük ve haber müdürlüğü yaptı. Express, Birikim, Radikal gibi yayınlarda yazıları yayınlandı. 2012'de yayınlanan “Kürt Vatandaş” isimli kitabın yazarıdır. 2018'de avukatlık mesleğine başladı. Çalışma alanları arasında ceza hukuku, iş hukuku, idare hukuku, mülteci hukuku ve tazminat hukuku bulunuyor.