Sivil toplumda kadına yönelik ayrımcılığın farklı tezahürleri ve yeni bir sivil alan olanağı

Sivil toplumun demokratikleşmenin zemini olduğunu hatırladığımızda, eşitlik temelindeki her ilerleme, diğer alanları değiştirme ve dönüştürme potansiyeline de sahip.

Google Haberlere Abone ol

Derya Kap

“Sivil Toplumda Kadın Olmak” başlıklı dosyanın son yazısında, eşitsizliği hak temelli çalışan STK’lardaki tezahürleri üzerinden ele alıp, toplumsal cinsiyet eşitliğinin ve demokratikleşmenin zemini olarak “yeni bir sivil alan” olanağını tartışıyoruz. 

Kadınların sivil toplumdaki varlığının Türkiye’nin büyük şehirleri ile diğer bölgeleri arasında farklılık gösterip göstermediği sorusunu Diyarbakır, Van ve Trabzon’daki faaliyetlerinden yola çıkarak yanıtlayan kadınlar, bazı farklılıklar görülse de genel olarak sivil alandaki varlıklarının sınırlı olduğunu söylüyor.

“Türkiye'nin doğusuna gidildikçe işlerin karmaşık ve zor olduğu, batıdaki bölgelerde ise rahat yürütüldüğü” görüşüne katılmadığını söyleyen Selen Doğan, batı kıyılarındaki illerde bile toplumsal cinsiyet odaklı, hak temelli örgütlenmenin zayıf ve yetersiz olduğunu; buna karşın bazı örneklerde doğudaki bölgelerde çeşitliğinin çoğaldığını gözlemlediğini söylüyor.

Diyarbakır Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nden Derya Meryem’e göre, Güneydoğu’da 1990’lı yıllarda erkeklerin cezaevine girmesi ve faili meçhul cinayetler, hak savunuculuğu ve örgütlenme faaliyetlerinin kadınlarla ilerlemesini sağladı. “Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri, Beyaz Tülbentliler gibi kadınların öncülüğünde başlayan sivil hareketler buna örnek.”  

Trabzon’da kadın örgütleri içinde yer alan Teşrife Boysan ise Karadeniz özelinde, “toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının canavarlaştırıldığını” söylüyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının ardından yürüttükleri çalışmalarda söz konusu kavram yerine, “kadın-erkek eşitliği” ya da “cinsiyet eşitliği” gibi kavramları tercih ettiklerini söyleyen Boysan, “kentte toplumsal cinsiyet eşitliği  ‘hepimizi LGBTİ+ yapacaklar’ şeklinde algılanıyor”, diyor.

“Van’da sivil toplum faaliyetlerinde kadın olmanın önündeki engeller devletin katı yapısından kaynaklanıyor. Bunu aşmakta ve çalışmakta zorlanıyoruz” tespitini yapan Zozan Özgökçe, bölgede kadına yönelik şiddet, LGBTİ+ konularını çalışmanın da çok zor olduğunu vurguluyor. 2016’da KHK'yla kapatılan Van Kadın Derneği’nde Kürt ve mülteci dâhil her kesimden kadınla birlikte, LGBTİ+ birimleri olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Dernekte LGBTİ+ haklarıyla ilgili bir seminer düzenliyorduk. Erkekler cami önünden derneğe doğru yürüyüş yaparak, bizi zor durumda bıraktılar. Dolayısıyla, LGBTİ+ hakları alanında Van gibi politik bir kentte çalışmak çok daha zor.” 

Sivil toplumda kadına yönelik ayrımcılığın bir diğer tezahürü genç olmak üzerinden deneyimleniyor. Küresel Eşitlik ve Kapsayıcılık Ağı Derneği Başkanı ve en genç dernek başkanlarından biri olan Ayşe Kaşıkırık, “kadın olmak Türkiye'de zor, sivil toplumda kadın olmak daha zor. Sivil toplumda genç kadın olmak bence çok daha zor” diyor ve gençliğinin kendisine karşı bir eleştiri öğesi olarak kullanıldığını belirtiyor. Ayrıca, STK’larda yaşı ileri kadınların genç kadınlara, yönetim kurulu üyelerinin ise diğer üyelere karşı bir hiyerarşi uyguladığını gözlemlediğini aktarıyor.

Bu tespitleri onaylayan Teşrife Boysan, kadın hareketinde tecrübe ve yaşın hiyerarşi yarattığını kabul ediyor. Trabzon özelinde, sivil toplumda gençlerin ve genç kadınların varlığından söz edilemeyeceğini söyleyen Boysan’a göre, “özellikle 2016 darbe girişiminin ardından gençlerin sivil topluma ilgisi daha da azaldı. Gençler sadece belirli ve sınırlı alanlarda, CV’lerine eklemek için STK’lara katılıyor.”

Bu görüşlerden farklı olarak sivil toplumun gençlerden daha fazla ilgi gördüğünü düşünen Funda Şenol-Cantek, gençlerin sivil toplumu kendini ifade etme, haksızlıklarla mücadele ve özgürleşip güçlenebileceği alan olarak gördüğünü kaydediyor.

Bu olumsuz tablonun çözümü konusunda sivil alana genç kadınların katılımını artırmak için Selin Nakıpoğlu yapılması gerekenleri şöyle özetliyor: “Öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliğinin önemini iyi anlatıp gençlere ulaşmak, ardından STK’larda gençlere el vermek, deneyim aktarmak, bilgi hiyerarşisi uygulamamak.” Bahar Yavuz da genç kadınların sivil alanda daha çok yer alması için katılımlarının işe yaradığını görmeleri ve görünürlüklerinin arttırılması gerektiğini düşünüyor. 

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİN VE DEMOKRATİKLEŞMENİN ZEMİNİ OLARAK YENİ BİR SİVİL ALAN!

Bu deneyim paylaşımlarının bir ileri aşamasında “STK’lar kendi içlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamada ne ölçüde istekli ve başarılı?” olduğu sorusu gündeme geliyor.

Funda Şenol-Cantek, toplumsal cinsiyet temelli çalışmayan, yöneticileri erkek olan, bu konuda duyarlık geliştiremeyen ve örgüt içi demokrasisi zayıf olan STK’ların kurum içinde eşitliği sağlayamadığını kaydediyor: “Kurum içi kontrol mekanizmalarının, politika belgelerinin ve yaptırımların oluşturulması gerekiyor”. 

Cantek’ten farklı olarak Zarife Akbulut, çalışma ilişkilerindeki cinsiyet ayrımcılığının sivil alandaki tüm STK’larda ve her kadın aktörün sorunu olduğunu düşünüyor: Sivil toplumda fobiye, ayrımcılığa maruz kalan LGBTİ+’ların da toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gündemine aldığına dikkat çekiyor.  

Karar alıcıların mevcut politika ve uygulamalarına, sivil alanda erkek egemen bir yapı ve tutum eşlik ediyor. Yeliz Dede-Özdemir’in sözleriyle “mansplaining sivil alandaki erkeklerin de davranışlarının önemli bir parçası. Sivil alandaki erkeklerin önemli kısmı kadın ya da LGBTİ+ mücadelesini desteklediklerini söylese de en basit bir konuşma ya da olayda erkek olmanın dilini ve konforunu nasıl kullandıklarını görüyoruz.”

Tüm bu olumsuzluklara Covid-19 salgının eklenmesiyle birlikte, kadın ve LGBTİ+lar için cinsiyet eşitsizlikleri daha da arttı ve sivil toplum çalışanları da kaçınılmaz olarak bundan etkilendi. Geçtiğimiz şubat ayında yayımlanan Sivil Toplum İhtiyaç ve Motivasyon Araştırması Raporu, sivil toplum çalışanı kadınların yüzde 55’nin erkeklerden daha fazla stresli hissettiğini gösteriyor. Yine de sivil toplumda faaliyet yürütenlerin motivasyonlarının hâlâ yüksek olduğunu, kadınların sivil toplumun gücüne daha fazla inandığını ve sivil toplumun gelecekteki etkisine dair daha iyimser yaklaştıklarını vurgulamaya değer. 

Demokratikleşmenin zemini olan sivil toplumun, eşitsizliklerin tekrarına ve yenilenmesine zemin oluşturan bir alan olarak kalmaması için, ayrımcılık ve hiyerarşiden arınmış model ve anlayışların geliştirilmesi gerekiyor. Ortak Yaşamı Geliştirme Vakfı’ndan Hilal Dokuzcan’ın da belirttiği gibi “sivil toplum, çeşitliliğe, kapsayıcılığa, eşitliğe zemin olması bakımından kamu ve özel sektöre göre daha avantajlı bir alan.” Nurcan Baysal ve Teşrife Boysan'a göre sivil alanın sahip olduğu bu avantajları kullanabilmesi için “rol model kadınların öne çıkarılması, görünürlüklerinin artması” ve “yerelde kadın sivil toplumcuların güçlendirilmesi” özellikle genç kadınların bu alana katılımının artışı açısından etkili olabilir.

Sivil Toplumda Kadın Olmak adlı yazı dizisinin sonunda, sonuç olarak bu yazıda deneyimlerini paylaşan hak temelli STK’larda faaliyetlerini sürdüren kadınların içgörüleri ile genel olarak sivil alanda kadınların ve LGBTİ+’ların kendine çok az yer bulabildiğini ortaya koyan araştırmalar örtüşüyor. Özetle, mevcut durum, sivil toplumda eşitliğin sağlanması için gidilecek uzun bir yol olduğunu gösteriyor.

Öte yandan, sivil toplumun demokratikleşmenin zemini olduğunu hatırladığımızda, eşitlik temelindeki her ilerleme, diğer alanları değiştirme ve dönüştürme potansiyeline de sahip. Çalıştıkları alan ne olursa olsun STK’lar, kadınların ve LGBTİ+’ların deneyimlerinden faydalanarak, çeşitlilik ve kapsayıcılıklarını genişletebilirler. Bu deneyimler ve bakış açıları ile toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin giderilmesine daha çok katkı sağlayacak yeni bir sivil alanı şekillendirmek mümkün.