Sınıf meselesinin aşılabilirliği ve etik açmazlar: Ayrı Dünyalar

"Ayrı Dünyalar", sosyal güvencesi olmadan çalışmak zorunda kalan işçilerin, bürokrasinin kalın duvarlarına çarpıp öteye geçemeyenlerin tüm gerçekliği ile anlatıldığı bir film olarak akıllarda kalacak.

Google Haberlere Abone ol

Gizem Üstündağ

Prömiyerini Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yapan "Ayrı Dünyalar", gazeteci-yazar Florence Aubenas’ın ‘Le Quai de Ouistreham’ adlı araştırma kitabından uyarlanan, yönetmen koltuğuna Emmanuel Carrèr’in oturduğu, sınıfa ve etiğe dair çarpıcı bir film... Ocak 2022’de sinemalarda gösterime giren "Ayrı Dünyalar"ı şimdilerde çevrimiçi video platformu MUBI’den izlemek mümkün.

"Ayrı Dünyalar", sınıfsal meselenin aşılabilirliğine, "ötekine", bir insanı anlayabilmenin sonsuz(!) sınırlarına dair keskin sorular soruyor. Film, güvencesiz ve zorlu şartlar altında çalışan temizlik işçilerinin dünyasına ışık tutarken, etik bazı açmazları da önümüze getiriyor: Kendimizi bir başkasının yerine koymak için ne kadar ileri gidebiliriz?

Banliyödeki evinden bir hışımla çıkan, otoban boyu hızlı adımlarla yürüyen ve kent merkezindeki kuruma dinmeyen öfkesiyle giren bir kadınla açılıyor film. Kadının randevusu yoktur fakat yetkili kişiyle görüşmekte ısrar eder. Uğradığı haksızlık nedeniyle öfkesi yoğundur. Her şeyi, tüm belgeleri usulü gereği teslim ettiği halde kurumca onaylanmayan bir şeyler vardır. Kurumun onaylamadığı 'şeyler' nedeniyle kadının tüm sosyal haklarının kaybetme olasılığı vardır. Kadın için son derece hayati olan bu mesele, yetkililer tarafından itinayla geçiştirilir. Kadının öfkesi de, mağduriyeti de bir muhatap bulamaz. Fazlasıyla aşina olan bu sahneyi; sistemin mağdur ettiğini, kibre gark olmuş bürokrasiyi nerede görsek tanırız...

Juliette Binoche’un hayat verdiği Marianne karakteri ile şaşkın ve meraklı gözlerle etrafına bakarken karşılaşıyoruz. Fransa’nın tanımadığı bir bölgesinde, bir kurumda kendisine pek de aşina olmayan işlere başvurmak adına orada olduğunu anlıyoruz.

Juliette Binoche’un hayat verdiği Marianne karakteri.

Marianne, aslında kendi alanında tanınmış bir yazar. Yazacağı kitabın konusu olan sosyal adaletsizlik, alt sınıfların geçim derdi gibi meseleleri yaşam pratiğinde deneyimlemek istiyor; zorlu şartlar altında, güvencesiz çalışan işçilerin arasına katılıyor. Fakat uyarlamanın orijinaline, filmin tanıtım metnine ve fragmanlarına çok da hakim değilsek gerçek kimliğini öğrenmemiz zaman alıyor. Marianne ile çaresizlik içinde iş arıyor, zorlu koşullar altında verdiği mücadeleye üzülerek eşlik ediyoruz. Fakat Marianne’nin kimliğine dair bu gerçek ve filmin bir başka meselesi olan etik değerlerin varabileceği sınırlar, film ilerledikçe şeffaflaşıyor.

Marianne’in temizlik sektöründe iş bulmasıyla filmin ritmine kapılıyoruz. Zorlu çalışma koşullarına, acımasız çalışma saatlerine, bir hayalet gibi görünmeyen varlıklarına, aşağılanmalarına, müşterinin her koşulda "haklı oluşuna" şahit oluyoruz. Marianne yakından gözlem yapabilmek, hikâyelerini derinleştirebilmek adına yanındaki kişilerle diyalog kurmaya çalışsa da zamanla çalışma arkadaşlarının dünyalarına giriyor, dertlerini paylaşıyor, acılarını görüyor, duygularını anlıyor... Hayatlarına bir şekilde dahil olarak tanıştığı bu insanlarla giderek daha yakın ilişkiler kurmaya başlıyor. 

Filmin açılış sahnesinde tanıştığımız, 3 çocuklu, temizlik iş kolunun on zor sahası olan feribotta çalışarak yaşamını geçindirmeye çalışan, boş zaman nedir bilmeyen Christèle, Marianne’in kurduğu ilişkilerin arasında daha farklı bir yerde konumlanıyor. Christele, Marianne’in adeta can yoldaşı oluyor. Fakat gerçeğin çok farklı olması ahlaki bir açmazı da önümüze getiriyor. Sadece mesleğini yaptığına ikna etmeye çalışıyor belki Marianne kendini, görünmeyenleri görünür kılacağına, seslerini duyurabileceğine dair ulvi bir amacı üstlendiğini düşünüyor. Fakat bir süre sonra Paris'teki burjuva yaşantısına dönecek olan Marianne’in hayatlarında bir kez olsun durup deniz manzarasını seyretmemiş, 1.5 dakikada yastık, yorgan, çarşaf değiştirmesi gerekmiş, küçük bir trafik cezasını ödeyemediği için arabasını satmak durumunda kalmış insanları üstelik onlardan-mış gibi yaparak anlayabilmesi ne derece mümkündür ya da mümkün müdür?

.

Aslında tek sorun, Marianne’nin etik ve ahlaki açıdan verdiği mücadeleden ibaret değil; Christèle’in meselesinde sonuna kadar haklı olması da değil. Asıl mesele, keskin ayrımlarla önümüze getirilen sınıf farkı ve aşılamayışı belki de... Aynı mekanı paylaşsalar da temizlik işçilerini görmezden gelen, farklı bir dünyadan-mış gibi davranan feribot yolcuları ile özenle tasvir edilen bir sınıf öyküsü izlediğimiz.

Filmin sonunda Christèle’in verdiği haklı öfkeye, Marianne’in belki de hiç geçmeyecek suçluluk duygusuna şahit olurken şu soruları sormadan bırakmıyor film: Gerçekleri göstermek adına gerçeklikten kopmanın sınırları nelerdir ve ne kadarı kabul edilebilir? Gerçek bir habercilik için izin almadan bir diğerinin dünyasına girmek nereye kadar meşru kabul edilmelidir? ‘’Samimi’’ ilişkileri başlatan samimiyetin ölçütü nedir?

"Ayrı Dünyalar", sosyal güvencesi olmadan çalışmak zorunda kalan işçilerin, bürokrasinin kalın duvarlarına çarpıp asla öteye geçemeyenlerin, hiyerarşiyi kanının son damlasına kadar savunanların tüm gerçekliği ile anlatıldığı sert bir film olarak akıllarda kalacak kuşkusuz...