Şiddet ve yargının cezasızlık pratiği

Cezasızlık kavramı, ağır ve ciddi insan hakları ihlallerinde devletin bizzat yarattığı veya göz yumduğu aktörler eliyle meydana gelen ağır ve sistematik hak ihlalleri için yaygın olarak kullanılıyor.

Google Haberlere Abone ol

Hatice Demir*

Ülkenin çivisi çıktı iyice. Çalışma bakanlığında müfettiş olarak çalışan bürokratlar, bir eğlence merkezinde istedikleri şarkıyı söylemediği için sanatçı Onur Şener’i öldürüyor. Ülkenin savcısı Adana’da uyuşturucu çetesine liderlik yapıyor, polisi uyuşturucu kuryeliği yapıyor, hâkimi eşini yıllarca eve kapatıp öldürüyor.

İnsanların hayatları ile ilgili karar verme ve adaleti sağlama görevlerinde bulunanların işlediği bu suçlar karşısında dehşete kapılmamak elde değil. Üstelik böyle önemli pozisyonların neredeyse tamamı kapalı kapılar ardında yapılan ve denetlenemeyen sözlü mülakatlarla dolduruluyor. Hangi liyakat esaslarına göre bu seçimlerin yapıldığı hakkında söylenenler de malum. Hal böyle olunca gücü eline alan dilediği gibi kullanma hoyratlığını gösteriyor. İlksen Tüzün de işte bu güç karşısında yalnız kalan ve nihayetinde öldürülen kadınlardan biri.

Kamuoyuna yansıyan haberler ve acılı annesinin ağıtlarından anladığımız kadarıyla İlksen, evliliğinin başından itibaren sistematik şiddete maruz kalıyor ancak failin kimliği ve imtiyazları nedeniyle bu şiddet döngüsünden kurtulamıyor. Cinayeti daha da vahim hale getiren diğer bir boyutu ise failin Türkiye’de Hakimler ve Savcılar Kurulu’nda (HSK) hâkim olup mevcut pozisyonunun Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanı olması. Üstelik failin eski Alperen Ocakları Genel Başkanı iken buradaki güç ilişkilerini kullanarak şaibeli bir şekilde hâkim olduğu da ifade ediliyor.

ÖLDÜRÜLEN KADININ ADI YOK, KATİLE ÜZÜLEN BİR YARGI VAR

Fail Serkan Tüzün’ün cinayetin ardından intihar ederek hayatına son vermesi üzerine HSK resmi internet sitesinden bir mesaj yayınlayarak, Serkan Tüzün’ün ölümünden duyulan üzüntüyü ifade etti. Ancak bu mesajda öldürülen İlksen Tüzün’ün adını anma gereği dahi duymadı. Daha sonra kamuoyunda oluşan tepkiler nedeniyle HSK bu mesajını sildi ancak bu defa cinayetin kamuoyunun gündeminden kaçırılması amacıyla yayın yasağı getirildi.

Yayın yasakları son yıllarda neredeyse her kadın cinayeti haberine getirilir oldu. Böylece bir taraftan erkekler lehine dosyaların kapatılmasına olanak sağlanırken diğer taraftan bu cinayete giden süreçte devletin ve kurumlarının ayrımcı pasifliği ve ihmali de gizleniyor. Cezasızlığın yolları biraz da böyle döşeniyor.

MAĞDURU SORGULAYAN, FAİLE HOŞGÖRÜLÜ YARGI

Varlık amacı, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerini esas alarak yargı hizmetlerinin adil, hızlı ve etkin yürütülmesini sağlamak olan HSK’nin resmi açıklaması, hiç kuşkusuz failden yana aldığı tutumun ifadesi oldu. Aynı zamanda Türkiye’de yargının kadınlar ve tüm dezavantajlı gruplar için aldığı pozisyonun da göstergesi. Yargı alanını düzenleyen bir kurum bu durumda iken insan çok da umutlu olamıyor maalesef. Nitekim kadınlara, çocuklara, LGBTİ+lara ve tüm dezavantajlı gruplara karşı işlenen suçlarda, yargının cezasızlık pratiğini ve her koşulda mağduru sorgulayan/yargılayan ancak faile karşı hoşgörülü olan tutumunu Türkiye’nin dört bir yanındaki davalardan ve mahkeme kararlarından biliyoruz.

Uzun yıllardır alanda çalışan bir avukat olarak kadınlara karşı işlenen cinsiyetçi suçların temelde iki sebebe dayandığını ifade edebilirim. Bu sebeplerden biri toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınların erkek ve devlet karşısındaki dezavantajlı pozisyonları iken diğer bir sebebi ise cezasızlık politikasıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle erkekler ve kadınlar arasındaki güç eşitsizliği, erkeklerin kadınların yaşamı üzerinde kurmak istediği tahakküm biçimleri, kadını bağımsız bir birey olarak görmeme ve hayatı üzerinde karar verme hakkını tanımama şeklinde ilerleyen her türlü baskı ağır şiddet vakalarıyla sonuçlanıyor. Devletin kadına yönelik şiddete karşı al(ma)dığı tutum, kadınları şiddet tehlikesi ile baş başa bırakıyor. Hak arama olanaklarına erişebilen kadınlar çoğu zaman kadın örgütleri ve baroların kadın hakları merkezlerinden aldıkları destek ile adalet mücadelesi veriyor.

CEZASIZLIK PRATİĞİNİN GÖRÜNÜMLERİ

Cezasızlık meselesine gelecek olursak: Bilindiği üzere cezasızlık kavramı, ağır ve ciddi insan hakları ihlallerinde devletin bizzat yarattığı veya göz yumduğu aktörler eliyle meydana gelen ağır ve sistematik hak ihlalleri için yaygın olarak kullanılıyor. Cezasızlığın tanım ve sınırları giderek genişliyor ve kadına yönelik şiddet ile kadın cinayetleri alanında da tezahür ediyor. Kadına yönelik işlenen suçlarda cezasızlığın görünüm biçimlerine iki başlık altında değinmeye çalışacağım. Bunlardan ilki kadınların adli makamlara başvuru yapamaması nedeniyle oluşan fiili cezasızlık halidir. Bu durumu yargıya olan güvensizlik, adil bir karar çıkmayacağından duyulan endişe, bürokratik engeller, kadının hayatının ve geçmişinin sorgulanması, suçlanması, inandırıcılığının sorgulanması, avukata erişememe, resmi dili bilmeme, ataerkil örüntüler, haklarını bilmeme ve yoksulluk gibi sebepler oluşturuyor. İkincisi ise yargı sistemindeki sorunlardan kaynaklanıyor. Özellikle kadınlar için yasalarda güvence altına alınan hakların gerçek hayatta uygulanmaması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında uyulması gereken uluslararası hukuk standartlarına (İstanbul Sözleşmesi gibi) uyulmaması, etkili bir soruşturma yapılmaması ve delillerin toplanmaması, mağdurun haklarının merkeze alınmaması, yargılamaların uzun sürmesi, şiddet failinin tutuksuz yargılanması, kolluğun pasifliği, derhal harekete geçmeyişi, kadınların ihtiyacı olan koruyucu ve önleyici tedbirlerin verilmemesi -geç verilmesi- yetersiz verilmesi, verilen tedbir kararını ihlal eden şiddet failine zorlama hapsinin uygulanmaması, mağduru yalnızlaştırmak için dosyalarda gizlilik kararlarının verilmesi, dosyaların kamuoyundan ve kadın örgütlerinden kaçırılması, kadın örgütlerinin müdahillik taleplerinin red edilmesi, yargılama neticesinde şiddet failinin bir yargı kararı ile cezalandırılmaması veya çok az sembolik cezalarla cezalandırılması, verilen cezaların uygulanmaması, hapis cezasının cüzi bir kısmının infaz edilmesi, verilen hapis cezalarının seçenek yaptırımlara çevirerek sonuç itibariyle hiçbir yaptırıma dönüşmemesi, iyi hal ve haksız tahrik indirimleri gibi sebepler cezasızlık pratiğinin görünüm biçimleri olarak karşımıza çıkıyor.

Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün 2020 yılında yayınladığı verilere göre; 2020 yılında Türkiye’de yargıya yansıyan 19.261 cinsel saldırı vakasından sadece 4302 kişiye mahkûmiyet hükmü (erteleme, para cezası dahil) verilmiş, 682 kişiye verilen cezanın hükmünün açıklanması geriye bırakılmış, geri kalan 14.959 kişi ise cezasız kalmış. Yani resmi verilere göre Türkiye’de cinsel saldırı dosyalarının yüzde 80 gibi bir oranı cezasızlıkla kapatılıyor. Bu orana yukarıda saydığım engeller nedeniyle adli makamlara başvuru yapamayan kadınlar dahil değil.

CEZASIZLIĞA KARŞI KADIN MÜCADELESİ

İşte tüm bu sebepler, kadınları şiddet karşısında korumasız bırakarak potansiyel şiddet faillerini cesaretlendiriyor ve nasıl olsa ciddi bir yaptırımla karşılaşmayacaklarına duydukları güvenle şiddet eylemlerini sürdürmeye devam ediyorlar.

Elbette az sayıda olsa da işini titizlikle yapan, kadınların sağlığını ve güvenliğini merkeze alan uygulama örnekleri var. Tüm baskı, engelleme ve keyfi muameleye rağmen kadın örgütleri, baroların kadın hakları merkezleri, feminist avukatlar kadınların adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesine omuz veriyor ve dayanışma ağlarını örerek kadın mücadelesini büyütüyor.

*Avukat-Diyarbakır Barosu