Sey Rıza ve toplumsal hafıza

Sey Rıza, 'genç Tunceli’nin' Dersim’e karşı açtığı savaşta, kadim Dersim’i temsil etti ve bedel ödedi. Onu 'Tunceli' olgusu ile özdeş hale getirmeye çalışmak, bir bellek kırım pratiğidir.

Google Haberlere Abone ol

Hasan Hayri Ateş

1937’de Dersim ileri gelenlerinin yargılandığı düzmece duruşmanın savcısı Hatemi Şahanlıoğlu, “Bu dava, genç Tunceli’nin Dersim’e karşı açtığı tarihi bir davadır,” diyerek, asıl amacı tüm açıklığıyla ortaya koyuyordu. Amaç, Dersim’in ileri gelenleri şahsında, kadim toplumsal yaşamı toptan ortadan kaldırmak ve inkarcı, tekçi bir rejimin inşasını en katı haliyle sonuca ulaştırmaktı. Şark Islahat Planı bunu öngörüyordu.

Dolayısıyla hukukun esamesinin olmadığı 1937 Dersim duruşmaları, yargılama değil “Şark Islahat Planı” kapsamında tarihi bir hesaplaşmaydı. Bu hesaplaşmada kazanacak tarafın meşruluğu hiçbir şekilde sorgulanmayacaktı. Çünkü tarihi yazanlar her zaman kazananlar olmuştu. Böylelikle resmi görüşe göre bir hakikat üretilerek dolaşıma sokulacak, tarih yeniden yazılacak, bellekler tutsak edilecek ve hakim kılınmak istenen düzenin, ileride uğrayabileceği sorunlara karşı düşünsel bir set çekilecekti.

Bütün bunların sonucunda ise, içinde yaşanan dönem, öncesinden kesin bir çizgiyle ayrılacaktı. Bu, kadim Dersim’den kopuş ve Tunceli ile yeniden başlangıç olacaktı. Dolayısıyla Dersim’in karşısında konumlandırılan Tunceli’ye, özel bir anlam yükleniyordu.

Bu bağlamda bakıldığında savcı Şahanlıoğlu'nun sarf ettiği sözler de esas anlamına kavuşuyordu.

***

Açık ki, adı Dersim’le özdeş hale gelen Sey Rıza ile birlikte yedi kişinin idam edilmesi, salt bu şahsiyetlerin yaşamlarına son verilmesi anlamına gelmiyordu. Mutlak tekliği önceleyen temel egemen ilkenin, inşa edilmek istenen siyasal sistemin dışında bir yaşamın düşünülemeyeceğinin ilanıydı. Farklı bir toplumsal kimliğin, kendi bedenini terk ederek başka bir bedende yaşamaya zorlanmasıydı. Dolayısıyla idamlar, toplumun dize getirilmesi ve hizaya sokulmasıydı. Bilindiği üzere idamlarla kalınmadı, ardından hafızalara ’38 diye kazınan, 'Tertele' yaşandı.

Uzun zaman mağdurun penceresinden aktarılmasında yaşanan tüm sorun ve sıkıntılarına rağmen, bu süreçler, toplumsal hafızada unutulmaz bir an olarak yer etti. Toplumun ekseriyetini kuşatan ortak bir hissiyata dönüştü.

Hiç kuşkusuz bu hissiyatın odak noktası ise Sey Rıza oldu.

Maurice Halbwachs, "Tarihsel kişilikler ve her tarihi olay belleğe girişiyle bir ders, bir kavram, bir sembol aktarır; toplumun düşünceler sisteminin bir unsuru haline gelir"[1] diyor.

1937-38 toplumsal hafızada yer ederken, Halbwachs’ın bahsini ettiği tüm olguların, Sey Rıza ile cisimleştiği, bir HAKİKATTİR. Bundandır ki, her Dersimlinin belleğinde Tertele'ye dair çağrışım yapan bir 'Sey Rıza' imgesi var. Üstelik bu durum Dersim’le de sınırlı kalmayıp, daha genel bir düzey kazanmıştır. Dünyanın neresinde olursa olsun, Dersim meselesine ilgi duyan tüm kesimlerin de ilk karşılaştıkları, Sey Rıza olmaktadır.

***

Yaşanmışlıkların güçlü bir biçimde aktarılmasında ve yayılmasında etkili olan en önemli öğeler, hiç şüphesiz sembollerdir. Dolayısıyla belleğin süreklilik içinde aktarım yapmasında da semboller, yaşamsal rollere sahiptir. Bu çerçevede meseleye bakıldığında da Tertele’den bu yana Dersim toplumsal hafızasında Sey Rıza’nın, kuşaktan kuşağa aktırılan neredeyse tek sembol olduğu görülmektedir.

Maduabuchi Dukor, "Sembolün gücü, toplumla etkili bir iletişim kurabilmek için anlamı aktarma yeteneğine sahip olmasından kaynaklanmaktadır"[2] diyor. John Berger'de, "Her bir sembolde, bir görme biçimi yatmaktadır" diyor. O halde semboller, bir gerçekliği açıklar, sunar, gösterir, işaret eder. Bir zaman dilimine, bir yaşanmışlığa, bir hatıraya gönderme yaparak hayati önemde hatırlama rolü oynarlar.

İşte Sey Rıza, seksen dört yıldır kadim Dersim’i temsil ediyor, hatırlatıyor. Tertele mağdurlarını temsil ediyor. O, kendinden taşmış, yaşadığı zamanı öncesi ve sonrasıyla aşarak bir toplumsal tezahüre dönüşmüştür. Adları anıldığında hiçbir şahsiyet toplumsal hafızada Sey Rıza gibi Dersim’i, dahası 38’i hatırlatmaz. Elbette Ali Şer ve Zarife Hatun gibi bu dönemle özdeşleşen çok sayıda değer söz konusudur. Burada anlatılmak istenen, Sey Rıza’nın tüm bu değerleri de içeren bir mertebeye ulaşmış, kolektif bir hafızaya dönüşmüş olmasıdır.

Dili, inancı ve bütün bir kültürü yok sayılarak inkar edilen toplumlar açısından ortak hissiyat, ortak aidiyet duygusu ve biz olma bilinci, bu sembollerle anlam kazanır ete kemiğe bürünür. Sembol şahsiyetlerin yaşamları, hayat karşısındaki duruşları ardıllarına bir şey anlatır, esin kaynağı olur, yol gösterir.

***

İnsanları zirveye çıkartarak tarihe mal olmasını sağlayan, tarihsel kavşaklarda sergiledikleri tavır ve tutumlardır. Bunun en somut örneği, Kerbela’da Hz. Hüseyin’in sergilediği tavırdır. Tarihe mal olan, hafızalara kazınan, direnenlere esin kaynağı olan da o andır. Hayati bir tercihle karşı karşıya kaldığı o an, ailesinin mahvı pahasına, biat etmemiştir. Zamanın sonsuzluğuna taht kurmasını sağlayan da o andır.

Sey Rıza da gelecek olan tufanı görmüş, ama bir an olsun tereddüt etmemiş, geri adım atmamıştır.

Anlatılan o ki, Abdullah Alpdoğan hapiste olan Sey Rıza’nın oğlu Şıxese’ni erkenden tahliye eder, babasına elçi gönderir. Şıxhese babasının huzuruna varıp, durumu anlatır. Alpdoğan, Sey Rıza’nın, topraklarından çıkması ve Elazığ’a gitmesi halinde dilediği kadar mal, mülk ve makam teklif etmiştir. Ama Sey Rıza buna tevessül etmez. “Oraya da gitsem, burada da kalsam bizim sonumuz iptir, sürgündür,” der. Oğluna rızalık verir, istemesi halinde kendisinin gidebileceğini söyler. Fakat Şıxese de babasını bırakıp gitmez.[3] Nitekim aile sığındığı Laçinan Deresi’nde kırıma uğrar. Sanıldığının aksine beraberlerinde bir tek silahlı insan yoktur.

Bu bir sınavdır. Mala mülke tamah etmeden, duruşunu bozmadan gelecek olan kasırgaya, ailesinin mahvı pahasına göğüs germiştir.

Bundandır ki Sey Rıza seksen dört yıldır 'Hak ve HAKİKAT' arayışında olanların hafızasında derinden yer etmiştir. Ölüme gönderilirken bile oğlunun idamı izlettirilerek, kendisine son anında dahi acı yaşatılmış, ama o vakur duruşunu korumuştur. Kendisi idam ipini göğüslediğinde de sergilediği vakar karşısında zulmedenleri ezmiş, duruşuyla derin bir saygı uyandırmıştır.

“Meydan doluymuşcasına boşluğa şöyle seslendi; ‘Evladı Kerbelayık, bîhatayık, ayıptır, zulümdür, cinayettir’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü, çingeneyi itti, ipi boynuna geçirdi, sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını yaptı…”[4]

İşte bu tavır, “genç Tunceli’ye” karşı, biat etmeyen kadim Dersim tavrıdır. Kendi olarak var olmak ve onurlu bir yaşam sürmek için her türlü bedeli ödeyenlerin tavrıdır.

Çok açık şekilde görüldüğü üzere ateşle sınandığında sergilediği tavır, Sey Rıza’yı, DERSİM TOPLUMUNUN MANEVİ ÖNDERİ mertebesine yükseltmiştir.

Bu anlamda geçtiğimiz günlerde “Tunceli Belediyesi’nin,” bir etkinlik pankartında Sey Rıza’yı konumlandırdığı yer, incitici ve yaralayıcıdır. “Bellek canlıdır ve sürekli iletişim içinde varlığını sürdürür, bu alışveriş duraksarsa veya alışveriş içinde olunan gerçekliğin çerçevesi değişir ya da kaybolursa unutma ortaya çıkar.”[5] O halde, kolektif hafızanın simgelerini sıradanlaştırma, ya da görünmez kılma pratikleri de unutturma hali olarak işlev görür. Bunu yapanların, durumu alfabetik sıraya sığınarak açıklamaları ise, bir garabeti gösterir.

Diğer yandan, Sey Rıza adının, “Tunceli” ibaresiyle hazırlanmış bir pankarta konu edilmesi ise, ayrıca sorunludur. Sey Rıza, “genç Tunceli’nin” Dersim’e karşı açtığı savaşta, kadim Dersim’i temsil etti ve bedel ödedi. Onu “Tunceli” olgusu ile özdeş hale getirmeye çalışmak, bilinçli ya da bilinçsizce sergilenmiş bir bellek kırım pratiğidir. Sonuç olarak; şunu da yapayım, bunu da yapayım diye acele etmemeli. Bir şeyi yanlış yapmaktansa yapmamak daha iyidir.

[1] Sey Rıza’nın Torunu Cemila’nın anlatımları.
[2] İhsan Sabri Çağlayangil-Anılarım
[3] Paul Connerton-Toplumlar Nasıl Anımsar?
[4] Aktaran: Ayşen Temel Eğinli-Kültürün Koruyucu Gücü
[5] Aktaran: Jan Assmann-Kültürel Bellek