Sermayeden bağımsız bir sosyal medya hayal mi?

Yazar ve çevirmen Diyar Saraçoğlu, “Sermaye ve devletlerden tamamen bağımsız bir kamusal alandan söz edebilmek için bu düzenin yıkılmış olması gerekir” dedi. 

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Son dönemde ABD’li milyarder Elon Musk’ın Twitter’ı satın alması sosyal medyada 'sermaye tekeli' tartışmasını bir kez daha gündeme getirdi. Kişisel verilerin güvenliği, algoritmalar, sosyal medya şirketlerinin devletlerle olan ilişkileri gibi konular zaten kaygı verici gündemlerdi.

Peki ama Musk’ın Twitter’ı, mevcut durumu daha da dayanılmaz bir hale getirecek mi? Elon Musk’ın amacı ne? Twitter’a alternatif ve güvenli mecralar var mı? Sosyal medyanın denetim hakkı şirketlere ya da devletlere verilmeyecekse kime verilecek?

Medya, bilişim ve kolektif hareketler üzerine çalışan yazar ve çevirmen Diyar Saraçoğlu ile konuştuk. Sermayeden bağımsız bir medyanın hayal olup olmadığını tartıştığımız Saraçoğlu, teknik tarafın ‘en kolay’ kısım olduğunu dile getirdi, “Sermaye ve devletlerden tamamen bağımsız bir kamusal alandan söz edebilmek için bu düzenin yıkılmış olması gerekir” dedi. 

‘SATILABİLECEK BİR ŞEY YAPARSANIZ, BİR GÜN MUTLAKA SATILIR’

Önce kısa ama en çok merak edilen soruyla söze başlayalım. Elon Musk neden Twitter’ı satın aldı?

Elon Musk’ın Twitter’ı satın alacağını duyurduğu nisan ayından beri bu konu farklı şekillerde tartışılıyor. Satış işleminin ardından Musk’ın bir dizi hamlesiyle de bu tartışmalar iyice yoğunlaştı. Bu satın almanın görebildiğimiz kadarıyla pek çok nedeni var.

Elon Musk yarattığı ‘teknolojik öncü’ imajını Twitter üzerinden pekiştirmeyi deneyecek ve tüm şirketleri için propaganda kanalı olarak Twitter’ı etkili bir şekilde kullanacak. Musk, siyasal meselelere dair görüşlerini de (ki sağ, milliyetçi görüşler bunlar) ifade etmekten çekinmeyen biri. Twitter’ı bu anlamda hem kendisinin hem de ABD’nin çıkarları için kullanacağına dair hiçbir şüphe yok. Yani ‘ifade özgürlüğünü' onların anladığı anlamıyla kullanmaktan çekinmeyecek. Bu arada Musk’ın satın almasının ardından sağ fenomenlerin Twitter’ı “Şimdi özgürce konuşabileceğimiz bir yere dönüşecek” diyerek kutlamalarını da gözden kaçırmamak gerekiyor.

Twitter’la ilgili en çok tartışılan konulardan biri de mevcut gücüne rağmen, var olan modelin şirketin sürekli zarar açıklamasının önüne geçememesi, yani yüzlerce milyon kullanıcıya rağmen paraya çevirme kriziydi. Musk, muhtemelen Twitter’ı daha kârlı bir hale getirebilecek bir model üzerinde çalışıyor ve onaylı kullanıcılardan aylık ücret alınması hamlesi belki de bunun ilk adımı.

Tesla, SpaceX (ve alt projesi Starlink), Boring Company, Tesla Energy, Neuralink… Musk’ın sahibi olduğu şirketler listesi uzayıp gidiyor. Bunların birbirlerinin araştırma-geliştirme zemini olabilme potansiyeline, bir de diğer popüler sosyal medya mecraları kadar olmasa da yine de hiç azımsanmayacak bir kullanıcı sayısına sahip Twitter eklendi. Twitter kullanıcılarından elde edilebilecek veri ve üst verilerin başka şirketlerle paylaşılması tehlikesi karşımıza çok ciddi bir sorun olarak çıkacak gibi görünüyor.

Asıl soru yine beliriyor. Satılabilecek bir şey yaparsanız, kapitalizm yıkılmadığı müddetçe o elbette bir gün satılacaktır. Liberallerin göklere taşıdığı ‘özgürlükçü hippi’ Jack Dorsey’in Twitter’ı bir gün satılacaktı ve de satıldı.

KULLANICILARI NELER BEKLİYOR?

Peki ama neden Musk’ın bu satın alımı dünya çapında bir ‘tantana’ yarattı? Twitter daha öncesinde özgür ve güvenilir bir platformdu da Musk mı buna engel oldu? Elon Musk ile birlikte Twitter’ı neler bekliyor?

Ne Twitter ne de Facebook veya Instagram gibi mecralar, hiçbir zaman özgür ve güvenilir platformlar değillerdi. Kâr amacı güden şirketlerin sahibi olduğu, nasıl çalıştıklarını tam olarak göremediğimiz (kodlarının erişime açık olmaması), verilerimizi başta reklamcılık dahil olmak üzere pek çok amaçla kullanan bu mecralara neden özgürlük ve güvenilirlik rolü atfedelim ki? Ancak yükselen hareketler ve kendilerini ifade etme kanalları iyice sıkışan insanlar için bir potansiyel taşıyorlardı ve bu potansiyel 2008 ekonomik erizi sonrasında patlak veren hareketlerde simgeleştiği üzere pek çok şekilde kullanıldı, hâlâ da kullanılıyor.

Bizim coğrafyamızda ise ana akımdan yandaşa doğru seyreden medya ortamında gerçekten etkili bir araca dönüştüler. Gezi Parkı protestoları döneminde, 'penguen medyası' karşısında hepimizin bir şekilde dahil olduğu araçlar olarak çokça kullanıldılar. O günden beri de örgütlü trollere, yasal sınırlamalara rağmen etkili bir şekilde kullanılıyorlar. Son dönemde yasalarla sınırlanmaya çalışılmaları da bu etkili kullanımın yarattığı ve seçim döneminde yaratacağı ‘rahatsızlığı’ gösteriyor.

Musk sonrası Twitter’da neler olacağının fragmanını 1 aydır izliyoruz. Şirkette pek çok çalışanın işten çıkarılması, kalanların yoğun baskı görmesi, doğrulanmış kullanıcılar için 8 dolar talebi, Trump’la ilgili anket, her yerinden erkeklik akan ve şirketlerinde ağırlıklı olarak erkekleri çalıştırdığı bilinen Musk’ın Trump’la ilgili daha sonra paylaştığı eril görsel… En başta da konuştuğumuz pek çok neden de dahil olmak üzere, ileride hem çalışanları hem de kullanıcıları güzel günlerin beklemediği ortada.

‘ABD’NİN ÇIKARI GÖZETİLİYOR’

Aslında sosyal medyaya sahip tek milyarder Musk değil. Amazon ya da Meta (Facebook) gibi mecralara baktığımızda yine milyarderleri görüyoruz. Bu milyarderler neden bir ‘sosyal medya’ arayışında?

Evet, mesele gerçekten Musk’ta cisimleşse de, hiçbiri diğerinden daha masum değil. Jeff Bezos, Mark Zuckerberg, Bill Gates ve Larry Page gibi isimlerin sahibi olduğu şirketler rekabet zemininde, ulusal ve uluslararası çıkarlar arasındaki krizlerden de faydalanarak, büyüyen ve ‘ümit var eden’ pek çok şirketi satın alıp farklı alanlara giriyorlar. Bu, yapay zekâ alanındaki satın almalar da olabiliyor (Google’ın DeepMind’ı satın alması vb.). Ya da en önemli meselelerden biri olan enerji alanında bir şirketin alınması veya yeni bir yatırım biçiminde de olabiliyor (Bill Gates’in Breakthrough Energy’yi kurması vb.).

En geniş anlamıyla, medya ise veri gücü gibi pek çok nedenle birlikte yaratmaya çalıştıkları imaj (vizyoner, öngörülü, geleceğe taşıyan vb. saçmalıklar) açısından da büyük önem taşıyor. Mesela Jeff Bezos, The Washington Post’u satın alarak medya alanına ciddi bir ‘yatırım’ yaparken, Musk Twitter’ı satın alabiliyor. Tabii pek çok hamle, ABD’nin çıkarları gözetilerek yapılıyor. ABD, Çin ve Rusya karşısında bu şirketler ve araçları (askeri teknoloji yatırımları da dahil) oldukça büyük bir işlev görüyorlar.

Bir de tabii sosyal medya başlığında konuştuğumuz bu mecraların, sadece bir medya aracı veya alanı olarak görülmemesi gerektiğini belirtmek gerekiyor. Bu mecralar artık hem istihbarat işlevine sahip hem de yapay zekâ vb. teknolojik araçlarının test edildiği bir ar-ge platformu olarak da hizmet ediyorlar. Haliyle, bahsi geçen isimler ya da benzerleri buralarda da varlık göstermek isteyecekler.

‘SEVİMLİ KEDİ VİDEOSU’ TEHLİKELİ Mİ?

Son dönemde bir kelimeyi daha sık duymaya başladık: Algoritma. Sadece Twitter değil, hemen hemen tüm sosyal mecralar için bahsedebileceğimiz bir gündem bu. Gerçekten de kullandığımız platformlarda sosyal medya içeriğinin büyük bir kısmı bizim tercihlerimiz dışında oluşuyor. Hem reklamlarla hem de neredeyse ‘bizi bizden daha iyi tanıdığı' iddiasındaki bu algoritma tarafından önümüze konulan şeylerle boğuşuyoruz. Algoritma sandığımız kadar masum bir şey midir? Masum bile olsa bizi kendi dünyamızla sınırlandırıyor oluşu, siyasi anlamda da can sıkıcı sayılmaz mı?

Algoritma tanımı olarak, belirli bir problemi çözmek veya belirli bir görevi yerine getirmek için izlenecek adımlar dizisi diyebiliriz. Algoritma tartışmaları, bahsi geçen kâr amacı güden sosyal medya mecralarında ise bu mecraların kodlarının kapalı kaynak kodlu olmaları nedeniyle nasıl çalıştıklarının tam olarak incelenememesi ve denetlenememesi biçiminde karşımıza çıkıyor. Yani aslında biz bu mecraların nasıl işlediğini tam olarak bilemiyoruz. Evet deneyimlerimiz ve gözlemlerimiz var ama bunlar işleyişi tam anlamıyla anlamak açısından yetersiz. Üstelik bu işleyişi denetleme veya değiştirme olanağına da sahip değiliz. Haliyle popüler, sponsorlu ve siyasal olarak yakın bulmadığımız gönderiler karşımıza sıklıkla çıkabiliyor ve biz bu duruma çoğunlukla müdahale edemiyoruz. Eğlence içeren gönderilerin, olumlu bir duygu durumunun (sevimli kedi videoları izleme tuzağı vb.) sürekli olarak gösterilmesi de (ve bazı durumlarda gösterilmemesi de) başka bir tehlike.

Algoritmalarla ilgili bu sorun bilgiye erişimimizden (Google aramaları vb.), müzik dinleme (Spotify, YouTube vb.) veya film izleme (Netflix vb.) alışkanlıklarımıza değin pek çok yerde daha karşımıza çıkıyor. Kendimizi belirli bir videoda oluşan kara delikte (örn. 'Evgeny Grinko-Valse' videosu çoğumuzun karşısına tekrar tekrar çıkmıştır) bulabiliyoruz. Tabii eşitler arasında kurulu olmayan bir ilişkinin hüküm sürdüğü internet ortamında bu, büyük şirketler ve ana akım siyasetçilerin lehine dönüşürken bizler için son derece dezavantajlı bir durum da yaratıyor.

Algoritmalarla ilgili krizin bu konuştuğumuz boyutlarından başka, daha tehlikeli kısımları da mevcut. Eğer bahsi geçen herhangi bir yazılım, yapay zekâ yöntemleri kullanılarak verili bir eğitim seti üzerinden eğitilmişse ve veri seti pek çok açıdan taraflıysa yazılım da taraflı olur. ABD’den örnek verelim buna. Diyelim büyük bir yazılım şirketinin önceki işe alım kararları (ve bu kararlarda ABD’li, beyaz ve erkek kişiler çoğunlukla tercih edilmişse, ki bu çok olasıdır) bir veri seti olarak dikkate alınmış ve yazılım bunun üzerinden eğitilmişse, yazılım yeni personel seçiminde mevcut tüm ayrımcılıkları yeniden üretmeye (mesela ABD’li olmayan siyah bir kadını koşulları sağlayamadığı için işe almayabilir) yatkın olacaktır. Bizim coğrafyamızda da güvenlik soruşturmalarında belki benzer bir algoritma işliyordur, bilemiyoruz.

Haliyle algoritmalarla ilgili tarafsızlık iddiaları gerçeklikten oldukça uzak. Bu kadar ayrımcı ve sömürgen bir dünyada, denetleyemediğimiz, müdahale edemediğimiz tüm algoritmalar hep benzer bir riski barındıracaktır.

SOSYAL MEDYANIN DENETİMİ NASIL SAĞLANABİLİR?

Öyle ya da böyle Twitter, bir anlamda insanların fikirlerini söylediği ‘kamu meydanı’ işlevi görüyor. Bugün, Musk örneğinde bu devasa meydanın bir kişiye devredilebildiğini bir kez daha gördük. Sermayenin sosyal medya üzerindeki hâkimiyetinden şikâyet ediyoruz ancak bu meydanı kim denetlemeli? Sağlık ya da eğitim gibi hizmetlerin kamulaştırılıp devlet tekeline girmesi sol-sosyalist talepler çerçevesinde savunuluyor. Ancak aynı şeyi iletişim konusunda söyleyemiyoruz. İletişim hizmetlerinin özel sermaye yerine devlet tekeline girmesi ifade özgürlüğü için bir tehdit değil mi? Öyleyse bu mekanizma nasıl yaratılmalı?

Evet, bu konunun çoğunlukla ya üzerinden atlanıyor ya da riskli diye “Hiç bulaşmayalım” deniyor. Tabii ülkelerin özgün koşulları da bu konu üzerine düşünme pratiğini etkileyebiliyor. Daha önce de bahsi geçen ve meclisten geçen son sansür yasasında yer alan sosyal medya şirketlerinin temsilcilik açma meselesi böyle bir konu. Normalde şirketlerin egemenliğine ve vergi kaçırma vb. pek çok olası hareketine karşı bu önemli olabilecek bir hamle. Ancak bu, siyasal iktidarın kendisine muhalif olan herkese karşı doğrudan kullanabileceği bir şey olacak. Böylelikle, sıkışık bir zeminde bu konuya dair politika belirlemek zor olabiliyor.

Bu noktada, "İletişimi bir kamusallık zemininde nasıl görmeliyiz?" sorusunu sormak gerekiyor. Her kişinin kolayca dahil olabildiği (sınıfsal farkların engelleyemediği), işleyişin tamamen şeffaf olduğu (yazılımlar söz konusuysa özel mülk, kapalı kaynak kodlu yazılımlar yerine açık kaynak kodlara sahip özgür yazılımlardan söz ediyoruz), kullanım ilkelerinin ortaklaşa belirlendiği, her türlü ayrımcılığın önüne geçilen bir iletişim ortamından söz etmek en iyisi. Böylesi bir ortamı yaratma aşamasında, işin en kolay kısmı sanırım teknik tarafı. Akla en yatkın seçenek merkezsiz, öz-örgütlü iletişim araçları ve zeminleri yaratmak. Bu araçları denetleme işini devlet yerine öz-örgütlülüğü yaratanlara vermek ve bu öz-örgütlülüklerin birbirleriyle iletişim kurma zeminini belirli ilkeler çerçevesinde planlamak mümkün.

‘AYKIRI TOHUM SAÇABİLME GÜCÜMÜZ VAR’

Sermayeden ve devletlerden bağımsız bir kamu meydanı talep edilebilir mi? Böylesi bir talep gerçekçi mi? Bugün bazı örneklerden bahsedebilir miyiz?

Önce olumsuz tabloyu çizelim. Sadece sosyal medya mecralarından bahsederken bile böyle bir bağımsız varlık oluşturmanın ne kadar zor olduğunu görebiliyoruz. Sermaye ve devletlerden tamamen bağımsız bir kamusal alandan söz edebilmek için bu düzenin yıkılmış olması gerekir. Üzerine çok konuşmadığımız ama çok kritik olan donanım ve altyapı meseleleri var mesela. Bu gibi ‘kamusal alanlara' girebilmek için kullandığımız telefon, bilgisayar vb. tüm cihazların üretimi tekel halindeki şirketlerin elinde. Üstelik bu alanlara erişim için ihtiyaç duyduğumuz altyapı da (İnternet bağlantısı, elektrik vb.) devletlerin ya da özelleştirmelerle şirketlerin egemenliğinde. Coğrafyalar arasında altyapıya erişim konusunda ciddi eşitsizlikler de söz konusu. Pek çok insanın temiz suya erişemediği bir dünyada, internet bağlantısıyla erişilebilen kamusal alanlara eşit bir şekilde dahil olmaktan söz etmek ne kadar mantıklı, üzerine düşünmek lazım.

Meselenin bir başka boyutu da kâr amacı güden, algoritmalarının nasıl işlediğini tam olarak bilemediğimiz bu mecraların, verilerimiz üzerinde de büyük bir tahakküme sahip olmaları. Çoğunlukla okumadığımız kullanıcı sözleşmeleriyle -ki bizim okuyamayacağımız şekilde yazılmışlardır- veri kullanım izinlerini onlara devrediyoruz ve reklamcılık başta olmak üzere pek çok amaçla verilerimiz işleniyor, birbirleriyle ilişkilendiriliyor.

Yasal olanaklar da sermaye ve devlete başka bir güç veriyor. Yakın zamanda gündemimize yoğun bir şekilde giren sansür yasasının yanı sıra fikri mülkiyet ve telif yasaları da, tamamen bağımsız bir kamusal alan kurmamızı engellemede büyük bir koz niteliğinde.

Tabii her şey bu olumsuz tablodan ibaret değil. Binlerce yıldır 'aykırı tohumlar' saçabilme gücümüz var. İnternet bağlantılı iletişim dünyasında da ilk günlerden beri -farklı saiklere sahip olsalar da- pek çok örnek çıktı, çıkacak da. Şirketlerin egemenliğinde olmayan, merkezsiz teknik yapıları gibi özellikleri ile sansürü atlatan, telif yasalarına ve kâr amacına karşı yasal zeminde gedikler açan 'copyleft' veya 'copyfarleft' gibi lisansların oluşturulması için pek çok mücadele var. Son dönemde Twitter tartışmalarıyla bir düzeyde popülerliğe kavuşan Mastodon böyle bir örnek mesela. Riseup kolektifinin geliştirdiği araçları ya da Wikipedia’yı da bu bağlama yerleştirebiliriz.

Bize bu kurumuş iletişim zemininde çatlaklar yaratmak ve bu çatlaklardan yeni tohumlar yeşertmek görevi düşüyor. El ele verip bunu başarabiliriz.