YAZARLAR

Sermaye tekeli, devlet tekeli ve dijital demokrasinin geleceği

Bugünkü durumu 1970’lerin tekelci kapitalizminden ayıran en önemli özellik sermayenin kitleler üzerinde hayata geçirdiği denetimin çok özel bir alanın, kitle iletişim araçlarının ve burada gerçekleşen bilgi akışlarının metalaşması üzerinden gerçekleşiyor olması. Tekelci kapitalizm bilgi teknolojilerinde birkaç çok uluslu şirketin piyasayı kontrol etmesiyle kendini gösteriyor.

Aylardır süren pazarlıklar, fikir ayrılıkları ve gelgitler Elon Musk’ın Twitter’ı satın almasıyla son buldu. Musk’ın Twitter merkezine elinde bir lavaboyla girmesinden sonra yaptığı ilk iş ise şirketin yönetim kurulunu işten çıkararak kendini tek sorumlu ilan etmesi oldu. İşten çıkarmalar yönetim kurulu ile sınırlı kalmadı, takip eden günlerde şirketin günlük 4 milyon dolarlık kaybı gerekçe gösterilerek halkla ilişkiler ve teknik birimleriyle devam etti. Süreç ABD’deki personelin yanı sıra Hindistan ve İrlanda’daki personel de işten çıkarmalardan payını aldı. Satışın gerçekleşmesinden itibaren geçen yaklaşık on günlük süreçte şirket yönetiminin değişmesi, yaklaşık 7500 çalışanın işini kaybetmesi, kayıpların özellikle insan hakları, etik, şeffaflık, hesap verebilirlik ve içerik geliştirme departmanlarında gerçekleşmesi bu dönüşümün basitçe sermayenin el değiştirmesinden ibaret olmadığını, Twitter’ın köklü bir yeniden yapılanmanın eşiğinde olduğunu gösteriyor. Peki bu durumu yapısal sonuçları açısından nasıl okumak gerekiyor? Dünyanın en zengin adamının dünyanın en çok kullanılan kitle iletişim araçlarından birinin sahibi olması kitle açısından, iletişim açısından ve bu tür platformların araçsallığı açısından ne ifade ediyor?

TEKELCİ SERMAYE: MADDİ VARLIĞI İNSANA ÜSTÜN TUTAN TEKELCİ GÜÇ

Sermayenin böyle bir biçimde el değiştirmesi kitleleri iki farklı boyutta etkiliyor. Burada ilk akla gelen 1970’lerden itibaren literatürde geniş yer tutan tekelci kapitalizmin gelişim hattı oluyor. Özellikle Braverman’ın 1974 tarihli "Emek ve Tekelci Sermaye" kitabı sermaye tekeline dair tartışmalara öncülük etti. Tekelci kapitalizm, bilimsel yönetim anlayışı, verimliliğe dayalı işbölümü ve kârlılık gibi hedeflerle, şirket çıkarlarını çalışanların maddi varlığının ve insana yakışır yaşama ulaşmalarının üstünde tutuyor. Böyle olunca, elinde lavaboyla gelen yeni patron bir kalemde 7500 kişiyi kapıya koyabiliyor. Hele ki söz konusu şirket patronun toplam malvarlığının yalnızca küçük bir parçasıysa ne yönetim kurulunun deneyimi ne de mühendis takımının vasfı sermayenin denetimi karşısında etkili olabiliyor. Tekelci kapitalizm ulusal sınırları aşarak küresel ölçekte de kendini gösteriyor. Yine literatürün klasik okumalarından Mandel’in sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması üzerine yazdıkları da meselenin yalnızca sermayenin az sayıda sermayedar elinde toplanması ve birikimin yönünün belirlenmesi ile ilgili olmadığını, bunun aynı zamanda piyasanın işleyişine –ve başka toplumsal alanlara- yön verecek bir güç tekelini de beraberinde getirdiğinin altını çiziyor. Bu güç tekeli tekelci sermaye yeni pazarlara açılırken, yeni emek kaynakları ararken ya da yeni metalaşma süreçlerini tetiklerken dünya çapında bir etki yaratıyor.

Sermaye tekelinin toplumsal etkisi yalnızca üretim sürecinde ve sermaye-emek ikiliğindeki sınıf çatışmasında görülmüyor, bu çok indirgemeci bir yaklaşım olur. Ortaya çıkan güç tekeli aynı zamanda kitleler üzerinde bir tahakküm alanının inşası anlamına geliyor. Tekelci kapitalizm süreci malların, hizmetlerin metalaşması ve daha sonra insanlar için vazgeçilmez olan ürünlerin icat edilmesiyle metalaşmanın sürekli kılınmasına dayanıyor. Örneğin, Elon Musk’ın Twitter’ı satın alır almaz kullanıcıların mavi tik için 8 dolar ücret ödemesini talep etmesi böyle bir metalaşma örneği. Benzer bir biçimde Youtube’un ya da Spotify’ın reklamsız yayın için ücretli üyelik talep etmesi de bu metalaşmanın genişlemesini gösteriyor. Daha çok oyun mecralarında kullanılan ve ücretsiz bir platform olan Discord’un Microsoft’la 10 milyar dolarlık bir pazarlığa oturmasında da kullanıcılar, iletişim alanının sermayenin kontrolüne geçmesini bir tehdit olarak gördüler. 

KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE BİLGİ AKIŞININ METALAŞMASI 

Bugünkü durumu 1970’lerin tekelci kapitalizminden ayıran en önemli özellik ise sermayenin kitleler üzerinde hayata geçirdiği denetimin çok özel bir alanın, kitle iletişim araçlarının ve burada gerçekleşen bilgi akışlarının metalaşması üzerinden gerçekleşiyor olması. Kişisel bilgisayarlardan cep telefonlarına, hayatımızı kolaylaştıran –ve kontrol eden- yazılımlardan kültür endüstrisinin öncü kuruluşlarına kadar tüm bu akışlar hayatımızın vazgeçilmezleri arasında. Bu vazgeçilmezlik sermaye birikimi için piyasanın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi, talebi sürekli kılıyor. Söz konusu talep piyasadaki rekabeti kızıştırsa da arslan payı, teknoloji tekelini elinde tutan piyasa aktörlerine gidiyor. Tekelci kapitalizm bilgi teknolojilerinde birkaç çok uluslu şirketin piyasayı kontrol etmesiyle kendini gösteriyor. 2000’li yılların başında dünya piyasalarının en önemli şirketleri enerji şirketleriyken bugün onların yerine bilgi teknolojileri şirketleri almış durumda. Kitle iletişim araçlarının, bilgi akışlarının ve en nihayetinde bilginin daha önce görülmemiş bir düzeyde metalaşması tekelci sermayenin denetim gücünü küresel ölçekte kullanmasına, kitlelerin maddi koşulları ve sınıfsal konumlarının ötesinde zihinsel alanlarında ve düşünsel faaliyetlerinde de etkin olmasına imkân tanıyor. Bunun en somut örneği, 2016 yılında İngiltere merkezli Cambridge Analytica şirketinin Facebook üzerinden Amerikan seçmenleri hakkında kişisel veri toplaması ve bunları seçmen davranışında yön verecek biçimde seçim propagandasına alet etmesi oldu. Bugün daha ilginç olan ise Elon Musk’ın Twitter’ı satın almasının aynı zamanda Amerikan ara seçimlerine denk gelmesi, Musk’ın Twitter takipçilerine güç paylaşımının siyasi aşırılıkların önüne geçeceğini vurgulayarak Demokrat bir başkana karşı Cumhuriyetçi bir kongre için oy vermelerini tavsiye etmesi oldu. Bütün bunlar bizi asıl meseleye, bilgi akışlarının sermayenin ya da devletin tahakkümüne maruz kalmasıyla ortaya çıkan toplumsal risklere getiriyor.

SERMAYE TEKELİNİ KENDİ GÜÇ TEKELİYLE BİR ARADA ÖRGÜTLEYEN DEVLET

Twitter satışıyla ilgili en temel eleştiri, Elon Musk kontrolünde bir mecranın artık ifade özgürlüğünü korumayacağı, dijital demokrasi pratiklerini sermayenin insafına terk edeceği yönündeydi. Oysa dijital demokrasiyi, sanal kamusal alanı ve ifade özgürlüğünü tehdit eden tek denetim mekanizması sermaye değil. Devletin güç tekeli de bütün bu unsurlar üzerinde kullanıldığında bireylerin temel örgütlenme hakkını, ifade özgürlüğünü ve demokrasinin en temel bileşenlerini tehdit ediyor. Bunun en yakın örneği Ekim ayında TBMM’de kabul edilen ve Resmî Gazete’de yayınlanan Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’dur. Kanuna göre yurtiçinde ve yurtdışında faaliyet gösteren sosyal ağ sağlayıcıları devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar ile devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarına yönelik içerikten sorumlu tutuluyor. Görünürde yanlış ve zararlı bilginin yayılımını engellemek gibi görünse de aslında toplumsal muhalefetin en fazla sesini duyurduğu sosyal ağları ve internet mecralarını baskılamak hedefleniyor. Devletin güç kullanımı bununla da sınırlı kalmıyor, haberlere yönelik yayın yasağı getirilmesi, gazetecilerin basın kartlarının iptal edilmesi, muhalif medya organlarının yandaş sermaye odaklarına transferi için zemin yaratılması, bireysel sosyal medya kullanımının fişleme aracı olarak kullanılması bugüne kadar karşılaştığımız başka sorunlu durumlar. Dolayısıyla bu noktada devlet, sermayenin gücünü ve tahakkümünü dengeleyen, denetim altına alabilen, bireysel hak ve özgürlüklerin himayesini değil, tam tersine, sermayenin tekelini kendi güç tekeliyle bir arada örgütleyen, böyle bir işbirliğiyle kendi iktidarını her ne pahasına olursa olsun sürekli kılmayı hedefleyen bir mekanizmaya dönüşmüş durumda. Devlet bilgi teknolojilerindeki tekelleşmeden, bilgi akışlarının tek yönlü hareketinden istifade eden, yeri geldiğinde bunun için belli bir altyapıyı kurmayı, yeri geldiğinde altyapıyı engellemeyi görev edinmiş bir aktör. Sonuçta kaçınılmaz olarak küresel ağ toplumunun ve sosyal ağların aktif bir bileşeni olan kitleler sermaye tekeline karşı da devlet tekeline karşı da yalnızlaşmış durumda.

TÜNELİN UCUNDAKİ IŞIK; ALTERNATİF KANALLAR

Bütün bu baskı unsurlarına karşın tünelin ucunda ışık görmemize yarayacak bazı gelişmeler de var. Twitter’ın el değiştirmesinden hemen sonra kullanıcıların tercih ettiği yeni mecralardan biri Mastodon oldu, açık erişim, merkezsiz ve kâr amacı gütmeyen bir platform olması kullanıcıların Twitter’dan neden vazgeçtikleri konusunda da bir şeyler söylüyor. Mastodon’un sunucularından biri olan Social.coop, kooperatif prensiplerine göre örgütlenmiş, kullanım kurallarını bilginin açık ve ücretsiz erişimine olanak tanıyan Creative Commons üzerinden yayınlayan bir sosyal ağ alanı. Bunların dışında bilgiye ulaşmak için Reddit, Tumblr ve benzeri kaynakları kullanan, bireysel medya aktörlerini takip eden ya da daha yerel örgütlenmiş ağlara üye olmayı tercih edenler de var. Dolayısıyla gücün yoğunlaşması, sermaye ya da devletin baskısını artırması tabanda beklenmedik tepkilerin doğmasına ve yeni mecraların ortaya çıkmasına neden olabilir. Toplumsal dönüşümler ancak kitleler dahil olduğu ölçüde etki yaratabilir. Bundan sonrası için sosyal ağın kolektif inşasına ve dijital demokrasinin kapsayıcılığına dair daha fazla düşünmek gerekir.


Aslıhan Aykaç Kimdir?

İzmir’de doğdu. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans ve doktora derecelerini Binghamton Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden aldı. Burada yazdığı doktora tezi Yeni İşler, Yeni İşçiler adıyla 2009 yılında İletişim Yayınları’ndan Türkçe olarak yayımlandı. 2007 yılında Middle East Research Competition fonundan yararlanarak yürüttüğü araştırmanın sonuçları Toplum ve Bilim dergisinde “Karşılaştırmalı Bir Bakış Açısından Sosyal Güvenlik Reformunun Emek Piyasasına Etkisi” başlığıyla yayınlandı. 2014 yılında Fulbright Doktora Sonrası Araştırma Bursunu kazandı ve 2014-15 akademik yılını Rutgers Üniversitesi’nde araştırmacı olarak geçirdi. Bu araştırma 2017 yılında İngiltere’de Routledge yayınlarından Political Economy of Employment Relations: Alternative Theory and Practice adıyla İngilizce olarak yayımlandı. 2018 yılında Metis Yayınları’ndan çıkan Dayanışma Ekonomileri bu araştırmayı temel almaktadır. Makaleleri Toplum ve Bilim, New Perspectives on Turkey, Anatolia gibi dergilerde yayımlandı. Nazilli Basma Fabrikası üzerine yürüttüğü araştırması Devletin İşçisi Olmak: Nazilli Basma Fabrikası’nda İşçi Sınıfı Dinamikleri adıyla 2021 yılında İletişim Yayınları tarafından basıldı. Çalışma alanları arasında, siyaset sosyolojisi, çalışma ilişkileri, sosyal politika ve turizm sosyolojisi yer alıyor. Halen Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalışmalarını sürdürüyor.